Aslında sınırlarını dahi keşfedemediğimiz kâinata baktığımda ben hiçbir şey değilim demek geliyor içimden.
Bu düzeni ben yaratmadığım gibi kendi bedenim üzerinde bile söz sahibi değilim. Ki kendimizi sahibi sandığımız en somut unsurdur bedenimiz. Lakin ne kalbimin atmasına karışabilirim ne de kesilen parmağımı ben tedavi ederim. Mesela saçlarım bir ömür uzamayı sürdürürken kirpiklerime “sen daha fazla uzama, gözüme gireceksin!” demediğim halde bir noktada durması bile yine benim elimde değildir.
Aynı zamanda eşrefi mahlukat olarak kıymetimizi de biliyorum ama sınırlarımın farkında olarak. Evet, belki atalarımın ellerini kullanabilmekle başlayan imal yeteneğim ve zaman içinde gelişen beynim, hiyerarşik düzende üst sıralara yükselmemi sağlasa ve uygarlıklar kurup, ahlaki kavramlar üzerine düşünüp, sanatla uğraşabilme gibi üstünlüklerle farkımızı ortaya koyabiliyorsak da gerçek değişmiyor.
Yüzyıllar geçse de teknolojik imkânlarımızı saymazsak diğer canlılardan çok daha yetersiziz.
Ne kediler veya kuşlar gibi uzak mesafelere gidebilecek yön tayinimiz var, ne kartal kadar keskin gözlere sahibiz, ne de bir çita kadar hızlı koşabiliyoruz.
Yani her konuda üstün değiliz. Sınırlıyız, aciziz.
Kendimden yola çıkarak bilimin de sınırlarının olduğunun idrakindeyim.
Bu noktada bilim ve bilimcilik arasındaki farka değinmek istiyorum.
Sıkıntı, bilimle bilimcilik arasında kararsız kalınan bu ikircikli anlayıştan çıkıyor zira.
Çok güzel bir yazı olmuş tebrikler 👏🏻
Çok güzel bilgiler bizimle paylaştığıniz için çok teşekkür ederim 🥰
Alper Bilgili nin kitaplarını okudum.Harika bir analiz. Bilimle bilimciliğin ne kadar farklı olduğunu bilimin ne olup olmadığını çok iyi anladım