Burak Karabey Yazio: “Deprem” Zekâsı?

Onedio Yazio’da ilk yazımın deprem üzerine olmasını arzu etmezdim ama insanı diğer canlılardan ayıran özellikler üzerine yazmak istediğim köşemde “zekâ”nın bize özgü taraflarından da bahsetmeden geçemem.

“Zekâ nedir?” sorusu çok kapsamlı bir soru. Hatta kendinize sorduğunuz zaman da hemen cevabını veremeyeceğiniz, belki de 2-3 yıl önce verdiğiniz ya da yazdığınız cevabı beğenmeyeceğiniz kadar da dinamik bir tanıma sahip. Tarihi olarak incelediğinizde farklı alanlarda gelişim gösteren insan zekânın tanımını da sürekli değiştirmekte. Örneğin bundan 500 yıl önce okuma yazma bilmek çok önemli bir zekâ göstergesi iken şu an bu gayet normal ve olması gereken bir alt beceri durumuna düştü. Mesela okuma-yazmayı olması gereken yaşlarda bilen hiç kimseye zeki demiyoruz. Zekâ popüler tanımları incelediğinizde birden fazla özelliğe sahip denilebilir. Her ne kadar zekâ üzerine kuramların kurgulanmasında ilk Galton’un oldukça aykırı ve ırka özgü yaklaşımı söz konusu olsa da geçen 150 yıl içerisinde bu konuda oldukça ilerleme kaydettik.

Türkiye Alp-Himalaya deprem kuşağı bölgesinde olup ülkenin neredeyse yarısı hatta 2011 verilerine göre nüfusunun %44’ü deprem riski yüksek bölgede yaşıyor.

Canımızı en çok yakan doğal bir afetten korunma yollarını bir türlü başaramamış olmamız bizi derinden etkiliyor. İzmir açıklarında 30 Ekim’de gerçekleşen ve depremin olduğu bölgeden 70 km uzakta olmasına rağmen Bayraklı ilçesini büyük üzüntü ve yasa boğan son felaketi detaylı olarak incelemek isterim.

AFAD’a göre İzmir-Aydın ve Balıkesir’i ve denizin bir kısmını içeren bir dikdörtgen bölge oluşturduğunuzda son deprem artçıları hariç son 20 yılda 4’ten büyük 293 deprem, 5 ten büyük 15 deprem, 6’dan büyük 1 deprem gerçekleşmiş. Bu depremlerin hiçbirinde yıkılan bir yapı ya da can kaybı yaşanmamış. (Bilgilerde hatam varsa kusura bakmayınız ama siteden kontrolde böyle bir sonuca ulaştım.) Bu depremlerin hepsi ülkenin en büyük felaketlerinden biri olan 99 depreminden sonra gerçekleşmiş ve çıkardığımız dersler minvalinde incelenirse aslında türümüzün özelliği olarak çok övündüğümüz zekâ ile çok da uyuşmayan bir gelişim göstermişiz. Son depremin büyüklüğü bir tartışma konusu ve ben hiç büyüklüğüne girmeden etkisinden bahsedelim. Olayın gerçekleştiği bölge olan Bayraklı’da oturuyorum ve bu civarı neredeyse sokak sokak bilirim. TV’de kurtarma çalışmalarını izlediğiniz üç apartmandan birinde oğlumu dişçiye götürdüm, birinde berberim var diğerinde ise akrabalarım oturmaktaydı. Sırasıyla Rıza Bey, Emrah ve Yılmaz Erbek apartmanları. Bu üç apartmandaki durum ilki çürük raporuna sahip tamamen yıkıldı, ikincisi de benzer şekilde tamamen yıkıldı, üçüncüsü ise marketin kolonundaki bir hasar/kesilme gibi iddialar ile yan yatmış ve yıkılmış durumda.

Şimdi zekâ tanımına geri dönelim. Eğitim Psikolojisi kitabı Zekâ ve Gelişimi bölümünde Uğur Sak aynen şöyle belirtiyor:

Akıl yürütme, planlama, problem çözme, soyut düşünme, karmaşık fikirleri kavrama, hızlı öğrenme ve deneyimden öğrenme işlevlerini kapsayan çok genel zihinsel bir kapasite olarak tanımlanmıştır. Zekâ, sadece kitaptakileri öğrenebilme, testlerde başarılı olabilme ya da akademik beceri değildir. Aksine, çevremizdekileri kavrayabilmemizi sağlayan çok daha geniş ve derin bir kapasitedir. (Sak,2016, Eğitim Psikolojisi,Syf.104)

Kabul görmüş olan tanımdan hareketle parça parça “Deprem zekâsı” olarak ne demek istediğime yönelik bir irdeleme gerçekleştirelim.

Akıl yürütme: Depremin verileri, daha önceki edindiğimiz bilgiler çerçevesinde binalara yönelik önlem almadığımızı düşünürseniz “Deprem Zekâsı” olarak bu adımda hiçbir basamakta gelişim göstermemişiz.

Planlama: Depremin öldürücülüğü konusunda binaların oynadığı rol açık. Bu anlamda deprem dayanıklılık yönetmelikleri çıkardığımız ve yeni yapılan binaları bunlara yönelik geliştirdiğimiz doğru. Kendi evimin bulunduğu bina da yenilerden bir tanesi ve evde hemen hiçbir hasar yok. Planlamanın bu adımında başarılı iken bu yönetmeliğe uymayan yıllarca eskimiş binaların hatta çürük binaların kullanılması da bir o kadar başarısız olduğumuzu gösteriyor.

Problem Çözme: Problem çözme konusunda depremde ilerlediğimiz tek konu deprem ortaya çıktıktan sonra yaptıklarımız. Çok iyi, hatta belki de dünyanın en iyisi kahraman kurtarma ekiplerimiz, sağlıkçılarımız ve gönüllülerimiz var. Ancak problem çözme konusunu da yanlış anladığımız kesin. Bu problemin ortaya çıkmasını engellemeye yönelik bir şey yapmamız gerekirken, biz problem ortaya çıktıktan sonra ne yaparız kısmına aşırı odaklanmış durumdayız.  Bu da “deprem zekâ”sı olarak bahsettiğim konuda bize bu bileşende de fayda sağlamıyor.

Soyut Düşünme: Somut düşünmeler ve deneyimlerden sonra ortaya çıkan soyut düşünme özellikle bize olaylardan genellemeler çıkarma, sonuçlar üretme ve bunları etkili olarak somutlaştırma becerisi sağlar. Haritalar, deprem uzmanları, mühendisler tarafından çürük raporu verilmiş binalara oturma izni verilmesi, dükkan açılımında sıkıntı olmaması, hatta çürük binalara poliklinik! kurulması nasıl bir soyut-somut ilişkisi çözebilmiş değilim.

Karmaşık Fikirleri Kavrama: Binaların yeniden tasarımı ve insanların bir çevrede yeniden ikamet ettirilmesinin zor bir konu olduğu, fikrin en başından karmaşık bir duruma sahip olduğu, çok ciddi politik-siyasi ve günlük yaşamı etkileyen bir yapıda olduğu aşikar. Ancak insan ölecekse, aldığınız önlem size neye mal olacaksa olsun onu yapmanız gerekir aksi halde canınızı kaybediyorsunuz.

Hızlı öğrenme ve Deneyimden öğrenme: Herhalde çok net biçimde sınıfta kaldığımız bir durum. Hiçbir şey öğrenmiyoruz. Elazığ depreminin üstünden henüz 1 yıl bile geçmedi, ülkece “deprem değil bina öldürür” ve “deprem çantası hazır olmalı” cümleleri dışında bir öğrenmemiz yok. Ülkenin en sık deprem olan bölgelerinde herhangi bir tedbirimiz ya da gelişmemiz de maalesef yok. Daha da kötüsü herkes yıllardır İstanbul depremi diyor ve bunu bile bile bir şey yapmıyoruz.

Bayraklı civarındaki evlerle ilgili sadece TV’de gördüğünüz yıkılan evler ama bunun belki yüzlercesi ağır hasarlı.

Bunca yıllık deneyimden bunu öğrenemeyip, kolon kesen(iddia), çürük raporu olan binada oturmaya, çalışmaya hatta poliklinik açmakta, işletmekte ısrar eden akıllarla birlikteyiz. Dikkatinizi çekerim bu iş yerlerine avukatlar, doktorlar, dişçiler vs. de dahil. Yani bunun okumuş insan dediğimiz kesimle de alakası yok. Doğal olarak “Deprem zekâ”sı kısmında gelişimimiz neredeyse yerlerde. Bu alanda sanki geçmişte yaşıyor, böylesine önemli teknoloji gelişimleri sağlamışken, normal gelişim gösteren okuma ve yazma bilen insanın zeki olarak adlandırıldığı zamanlardaki davranışları sergiliyoruz. Zekâ gelişimimize uygun bir “Deprem zekâ” sı anlayışında bile maalesef değiliz. Buna karşılık, depreme müdahale, hız, yıkılan binalarda arama-kurtarma, acil sağlık müdahalesi, depremzedelere yardım ve organizasyon konularında ise dünyanın en iyi zekalarından birine sahibiz. Ama bu zekâmız kayıplarımızı sadece azaltıyor maalesef engellemiyor. 2020 yılı 6 üzerinde gerçekleşen depremlerde Meksika’da (7,4) 10, Papua Yeni Gine’de (7,0) 1, Filipinler’de (6,6) 2 kişi hayatını kaybetmiş. Biz de Elazığ ve İzmir depreminde hayatını kaybeden sayısı ise tüm dünya ile karşılaştırdığınızda ise en yüksek. Bence değiştirmemiz gereken problem ortaya çıktığında kendimizi geliştirdiğimiz alan değil, problemin ortaya çıkışında sorunu azaltan zekamızı geliştirmek. İnsan zekasının diğer canlı zekalarından ayıran en büyük farklarından biri bizim “Neden?” sorusuna önem vermemiz. “Neden?” peşinde birçok alanda merakla koşarken, “Neden?” bu kadar can kaybediyoruz diye sormadan duramıyorum.

Popüler İçerikler

ATM’lerde 200 TL Krizi: Fatih Altaylı’dan 5 Bin Liralık Banknot Önerisi
Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı
Sevgilisine Atacağı Fantezi Mesajını Yanlışlıkla Karısına Atan Ünlü Patron İcralık Oldu