Burak Arzova Yazio: Hep Aynı Şeyleri Yapıp Farklı Sonuçlar Beklemek

Son dönemdeki genel ekonomi politikamız olan “faiz inerse enflasyon da iner” beklentimiz, faizlerin artmasıyla birlikte çökmüş gözüküyor. Zaten bu ekonomi politikasının doğru olduğunu iddia eden bizden başka da ülke yoktu. Olamayacak bir teoriyi kanıtladık. Faizin enflasyonun sebebi olmayıp, enflasyon düşmeden faizin de düşemeyeceğini gördük.

Bu politikanın işlerliği tek şarta bağlıydı: Döviz kurunun her şartta sabit tutulması.

Bu şartı sağlamak açısından, TCMB üzerinden Kamu Bankalarına yabancı para satışı, onların da piyasaya bu yabancı parayı sürmesi ile yılbaşından bu yana yaklaşık 65 milyar USD harcanarak döviz kuru belirli bir seviyede tutulmaya çalışıldı. Üst üste 5 hafta boyunca 1 Dolar=6.85 TL olarak hemen hemen hiç hareket göstermedi. Bu seviyenin neye göre belirlendiği, 6.85 kurunun “adil değer” olarak nasıl belirlendiğini kimse çözemedi.

Aslında dalgalı kur rejimine sahip olmamıza rağmen, kontrollü sabit kur rejimi ile alınan yolda Merkez Bankası önemli rezerv kaybına uğradı, politika faizi (1 haftalık repo faizi) 8.25 % oranına getirilmiş oldu. Ve neticede negatif reel faiz verilmesiyle, Türk Varlıkları cazip olmaktan çıkmaya başladı.

Hal böyle olunca ve Türkiye’de yatırım yapılabilecek alanlar kısıtlı olunca paranın doğrudan iki yere gideceğini tahmin etmekte güç değildi. Nitekim faizler cazip olmaktan çıkar çıkmaz para ya dolara ya da Borsa İstanbul’a yöneldi.

Yaşadığımız Covid-19 Pandemisi değişik bir sürece dünyayı taşıdı.

Pandemi başlangıcı ile birlikte ticari faaliyetler tamamen durdu. Özellikle hizmet sektöründe büyük iş kayıpları yaşandı. Büyük ekonomiler bu krizin diğer tüm krizlerden farklı olduğunu görüp, önce işini kaybeden kişilere doğrudan gelir desteği vermeyi gündeme aldılar. Bu doğrudan destek, zaten bozuk olan gelir eşitsizliğini bir nebze olsun en azından eski mevcut koşuluyla sürdürmeye yönelikti. Sonrasında ise şirketlere vergi ötelemesi, şirketlerin çalışanlarına maaş ödemesi için destekler, faaliyetleri olmayan şirketlere doğrudan verilen kira, elektrik vs. ödemeleri için işletme sermayesi desteği verildi. 

Bizde ise verilen doğrudan destekler hem çok yetersiz hem de çok küçük kaldı. Biz farklı bir ekonomik krize geçmişte verdiğimiz aynı tepki ile cevap verme yolunu seçtik.

Kriz farklı olmasına karşılık, kredi muslukları açılırsa ve bu kredilerin faizleri düşük olursa, hızlı ekonomik büyümenin geleceği yanılgısına kapıldık. Üstelik bu sefer iç talebi canlandırmak için tüketici kredisi büyümesini ve inşaat sektörünün de canlanması için konut kredi büyümesini de teşvik ettik.

Bu kredi büyümesini sağlamak için “aktif rasyosu” adıyla garip bir oran belirleyip, kredi vermeye istekli olmayan bankaları cezalandırdık. Bankalar oranla ilgili görüş bildirdiğinde onları dinlemedik ve kredi vermeye baskıladık. Sonuçta 7,5 aylık bir süreçte 772 Milyar TL kredi genişlemesi gerçekleşti ülkemizde.

Ancak daha önceki tecrübelerimizden de gördüğümüz şekliyle ucuz krediyle bankalardan alınan para kısıtlı şekilde tüketime gitse de büyük kısmı ya Borsa İstanbul’a ve ağırlıkla Dolar’a gitti. Yurt içi yerleşikler zaten uzun zamandan bu yana Dolar alıyorlardı. Bu gelenek değişmediği gibi artarak devam etti.

06  Ağustos 2020 ekonomi finans tarihimize en kötü günlerden biri olarak eklendi. 2 günlük kur hareketi neticesinde, tüm zamanların en yüksek Dolar/TL, Euro/TL ve Sterlin/TL rekor seviyelerini gördük. Sadece bununla kalmadı, kısa dönem (2 yıllık tahvil) ve uzun dönem (10 yıllık tahvil) tahvil faizlerinde de artışların kaydedildiği bir gün oldu. Hareketin başlamasından hemen önce yurt dışı piyasalarda TL sıkışıklığı çeken yabancıların TL talebi nedeniyle gecelik faizler % 1000 ile ifade edilen rakamlara ulaşmıştı bile.

Neticede Türkiye 06 Ağustos 2020 günü çok ciddi bir devalüasyon yaşadı ve şimdi yaklaşık 1 ay öncesine göre daha fakir hale geldik.

Satın alma paritesi cinsinden alım gücümüz yine azaldı. Türkiye yabancılar için bir cennet (artık 100 USD karşılığında 735 TL alıyorlar oysa 1 ay önce 100 USD karşılığında 685 TL alıyorlardı) haline dönüşürken, vatandaşın alım gücü de aynı oranda düştü.

TCMB olayın ciddiyetini çok şükür anlayınca bu kez doğrudan faiz artışı gerçekleştirip, piyasalara güçlü Merkez Bankası vereceği yerde yine daha önce yaptığı gibi çeşitli araçları kullanarak, paranın maliyetini artırmayı yani örtülü faiz artışı yapmayı tercih etti. Oysa her seferinde aynı sonucu alıyoruz. Politika faizini gerekli olduğu anda küçük ölçekli olarak artırmaktan kaçındığımızda sonrasında daha yüksek maliyetlerle karşılaşıyoruz.

Bu sefer Dolar / TL üzerindeki baskı geçmişe göre çok daha büyük. Bütün bu risklere rağmen Hazinenin içeride Dolar cinsinden borçlanmasını da başka bir yazıda incelemeye çalışacağım.

Sevgiyle kalın…

Popüler İçerikler

Volkan Demirel, Elini Sıkmadığı Şenol Güneş'le Arasında Geçen Diyaloğu Anlattı
Ali Koç, Fenerbahçe Tesislerinde Sıkıyönetim İlan Etti
Kasımpaşa’nın 18 Yaşındaki Futbolcusu Yasin Özcan 8 Milyon Euro’ya Aston Villa’ya Transfer Oluyor
YORUMLAR

Yıl 1970: 1 ABD Doları = 11,3 TL (Yönetim: Adalet Partisi - Süleyman Demirel) | 1980: 1 Dolar = 76 TL (AP - Süleyman Demirel) | 1983: 1 Dolar = 224 TL (ANAP - Turgut Özal) | 1984: 1 Dolar = 365 TL (ANAP - Turgut Özal) | 1986: 1 Dolar = 669 TL (ANAP - Turgut Özal) | 1988: 1 Dolar = 1.420 TL (bin dört yüz yirmi) (ANAP - Turgut Özal) | 1990: 1 Dolar = 2.607 TL (ANAP - Yıldırım Akbulut) | 1992: 1 Dolar = 6.000 TL (DYP+SHP - Süleyman Demirel) | 1994: 1 Dolar = 29.704 TL (DYP+SHP - Tansu Çiller) | 1999: 1 Dolar = 420.126 TL (DSP - Bülent Ecevit) | 2002: 1 Dolar = 1.505.839 TL (DSP+MHP+ANAP - Bülent Ecevit) 32 yılda Türk Lirası Amerikan Doları karşısında 133.260 kat değer kaybetti, yüz otuz üç bin iki yüz altmış kat, 32 yılda. Yıl 2003: 1 Dolar = 1.493.067 TL (1.49 TL) | Yıl 2020: 1 Dolar = 7.4 TL (7.400.000 TL), 17 yılda 5 kat değer kaybı. Paramız en çok değer kaybettiği zamanlarda "dinciler" yönetmiyordu ülkemizi. Yok dalgalı kur, yok sabit kur lafları yapanlara kanmak yok. Kayıp kayıptır.

Türkiye'de üretilip yurt dışına satılan yüksek kâr oranlı teknoloji ürünleri artmadıkça, Dolar sürekli değer kazanmaya devam edecek, hiçbir zaman durmayacak, bugüne kadar olduğu gibi, yukarıda görüyorsunuz. 1 Dolar 10 TL de olacak, 20 TL de olacak. Patatesin en iyisini üretip yurt dışına satmak çok ama çok az kâr getiriyor, bu yüzden milleti uyutmaya çalışan patates kafacılar yorum yazmasın, esas kazanç teknoloji ürünlerinde. Hani şöyle diyorlar ya; "Eskiden tarım ürünleri üretip satıyorduk, şimdi tarım bitti", pekâlâ hangi tarihte bu tarım işi paramızın değerini yükseltti dolar karşısında? Ben söyleyeyim, hiçbir zaman. Üstteki yorumda TL'nin Amerikan Doları karşısında son 50 yılda hiçbir zaman kalıcı olarak değer kazanmadığını gerçek veriler ile aktardım. Patates kafalığı bırakıp teknoloji odaklı çalışmadığımız sürece de böyle kalacağını yazdım, ki bu net gerçeklik. Her kim sizi patates kafalığa sürüklemeye çalışıyorsa, bilin ki o kişi bu ülkenin düşmanıdır, içimizde çok düşman var!

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ