Burak Arzova Yazio: Az Gittik, Uz Gittik, Yerimizde Saydık

Piyasalarda beklentiler satın alınır, gerçekleşmeler satılır.  

Ağustos ayının son günü (31.08.2020) Türkiye Ekonomisinde 2. Çeyrek (Nisan-Mayıs-Haziran) büyüme rakamını karşıladık. TÜİK verilerine göre Türkiye Ekonomisi 2. Çeyrekte % 9.9 oranında daraldı.  

Pandeminin tüm dünyada en yoğun yaşandığı aylar Mart ortası, Nisan ve Mayıs ayları olduğu için, beklenti aşağı yukarı bu oranlarda bir daralmaydı. Zaten son dönemlerde çok ilginç bir şekilde, TÜİK tarafından açıklanan rakamlar, piyasa aktörlerinin beklentilerine uygun geliyor. Bu bir rastlantı mı, yoksa piyasa beklentisine yönelik bir TÜİK iletişimi mi, ayrı bir konu.

2020 yılı 1. Çeyrek büyümesi %4.4 gelmişti. Ancak bir önceki çeyrek olan 2019 yılı 4. Çeyrek verisine göre % 0,1 daralma göstermiş oldu.

Bu kez 2020 yılı 2. Çeyrek rakamı da (-%9.9) bir önceki Çeyrek 2020-1. Çeyreğe göre %11 daralma olarak gerçekleşti. Böylelikle 2. Çeyrek üst üste daralma gösteren Türkiye Ekonomisi teknik olarak “Resesyona” yani “Durgunluğa” girmiş oldu.  

Kur değerlerine baktığımızda ise 2020 1. Çeyrek Dolar/TL ortalama kur değeri 6,08 olarak gerçeklemişken, 2. Çeyrek Dolar/TL ortalama kur değeri 6,80 olarak gerçekleşti. Yani Milli Paramız sadece 1 Çeyrekte (3 ayda) ortalama %11,8 değer kaybetmiş durumda. Doğal olarak kişi başına düşen Milli Gelirimiz de azalmış oldu. Yani refah yaratamadığımız gibi, fertler olarak daha da fakir hale geldik. 

Pandemi koşullarında tüm bunlar normal dediğinizi duyar gibiyim. Bu konuda aynı fikirdeyiz. O zaman şimdi, bu yılın diğer çeyreklerinde Türkiye’nin en iyimser koşullarla büyüdüğünü ve yıllıkta yılı %1 büyüme ile kapattığını varsaydığımızda, son üç yılı verilerini alarak ortalama büyüme oranını hesaplayalım: 2018 yılı GSYH (%3) – 2019 yılı GSYH (%0,9) – 2020 GSYH (%1) / 3 yıl = %1,63 

Türkiye bazı çeyrekler yüksek büyüme gerçekleştirmiş olsa da, en iyimser şartla 3 yıl ortalama büyümesi %1.6 da kalmış bir ülke konumunda. Oysa biz her seferinde Türkiye, hiçbir şey yapmasa bile ortalama % 3-4 büyüme gerçekleştirir derken, son üç yıl büyüme ortalaması bu oranın bile yarısından az. Bunu bir yere not edelim. 

Türkiye’de giderek artan işsizlik, gelir eşitsizliği, ekonomik refaha ulaşamamak ve büyüdüğünü sanarken fakirleşmenin altında bu ortalama büyüme oranı yatıyor. Türkiye uzun zamandır “Orta Gelir Tuzağı”ndaki bir ülke. Üstelik her geçen yıl, orta gelirden alt gelire düşme riski ile de karşı karşıya.  

Türkiye sürdürülebilir büyümeyi sağlayamıyor. Refah yaratamadığı için bunu topluma yayamıyor. İş olanakları kısıtlı kalıyor. Yeni yatırımcı çekemiyor ve bu yeni durum Türkiye için yeni normal olmaya başladı. Türkiye’nin yeni normali ortalama % 2 civarında bir büyüme oranına dönüşünce, ülke içerisinde memnuniyetsizlik ve ümitsizlikte yeni normal haline geliyor. Hangi kesimden olursa olsun gençler ülkede kalmak istemiyor ve yurt dışına önemli oranda beyin göçü verir hale geldik.

Hazır not almaya başlamışken şunu da not edelim: Türkiye pandemiye diğer ülkelerde olduğu şekliyle yakalanmadı.

2018 yılı Ağustosunda yaşanan kur atağı, arkasından gelen yüksek enflasyon, şirketlerin, ödeme güçlüğü içerisindeyken bir de talep yetersizliği ile karşılaştıkları bir dönemi yaşamalarına neden oldu. Mal ve hizmetlerin fiyatlarında yaşanan artış, satın alma gücümüzün bir anda çökmesine neden oldu. Ekonomi yönetimi daha henüz kendi reel sektör krizimizi inkârdan kabule geçmiş ve sektörler bazında yavaş yavaş toparlanırken yakalandık pandemiye. 

2020 yılı ikinci çeyrek rakamları bize gösteriyor ki, GSYH içerisinde en büyük paya sahip Hizmetler (Payı %24,38) % 25 daralma gösterirken, diğer en büyük paya sahip Sanayi sektörü (Payı %21,79) ise %16,5 daraldı. Özetle reel sektörümüz toparlanamadan 2. Dalga ile karşı karşıya kaldı.

Oysa ilk krizi yaşadığımızda toparlanmaya kadar geçen sürenin önemli bir kısmını inkâr süreci ile geçirmek yerine yıllardır yapılmayan yapısal reformlara girişilseydi, bugün pandemi sonrası daha ümitli olabilirdik. 

Şimdi hem pandeminin etkilerini ortadan kaldırmaya hem de eski model araba ile F1 yarışına katılmaya çalışıyoruz. Üstelik arabamızın motorunu yenileyemediğimiz için artık ortalama 2 (Burada kastettiğimiz %2 ortalama büyüme hızı) birim güç üretiyor. Bunun yanında, Avrupa’daki bazı rakiplerimizde (Ben sadece Polonya ve Macaristan’ı ele aldım.) bizdekine benzer yüksek enflasyon hem yok hem de Avrupa Birliği üyesi olmanın avantajı ile pek çok yatırımı kendilerine bizden daha kolay çekiyorlar.

Peki, çözüm ne? Bizde ise işler eskisine göre daha zor. Üç yıl öncesine göre kamu daha borçlu. Üstelik bir de kur riskine rağmen, içeride yabancı para cinsinden borçlanıyor Hazinemiz. Bireylerimiz daha borçlu hale geldiler. Mevcut iş ve ciro koşullarında alınan kredilerin geri ödemesi çok zor olacak gibi gözüküyor. Döviz rezervlerimizi, kendimizce belirlediğimiz “Adil Kur” seviyesinde tutmak için hoyratça harcadık. Milli paramız sürekli hale gelen bir değer kaybı içerisinde. Talebin olmadığı yerde rekabetçi bir kurdan bahsetmek mümkün değil. Yurtdışı satışa konu mallarımız düşük ve orta düşük teknoloji mallarda kümeleniyor. Buradan katma değerli kazanç sağlamak, dış talebi sürekli kılmak mümkün değil. Düşük teknoloji mallarda sürdürülebilir dış satışı düşük kur ile sağlamaya çalışmak bir yanılgı olarak karşımızda yıllardır duruyor. Teşvik sistemini, bir önceki yıl ihracat miktar ve tutarını artıran firmalara öncelik tanımakla yeniden tasarlamak gerekiyor. Start-upların geliştirilmesi konusunda devletin de bu start-uplara ortak olabileceği bir yapıya geçmek şart.

Ekonomide öngörülebilirliği artırmak, güven vermenin temel şartı. Bu nedenle yel değirmenleri ile savaşmayı bırakmak ve uzun dönemli, serbest piyasa ekonomisine uygun, günden güne değişmeyen kararlar alıp, buna göre geleceği planlamak gerekiyor.

Kalıcı düşük enflasyon ve sürdürülebilir büyüme şart. Kendi sermayemiz yetmediği için, yabancı sermayeye ihtiyaç var. O nedenle gelen yabancıları düşman gibi görmekten vazgeçip, onlarla barışık olmaya ihtiyacımız var. Öncelikle gençlerin ve toplumdaki tüm bireylerin daha yaratıcı olması için, üst düzeyde demokratik standartlara ve herkes için eşit olan adalet de gerekiyor.  

Aslında buradan başlamak önceliğimiz olmalı.  

Ekonomide alınacak kararların geniş katılımla müzakere edilmesi ve oldu-bittiye getirilmeden yürürlüğe konulması gerekli. Yapısal reformlardan bahsetmişken, bunların bir takvime bağlanması da gerekli. Üretimin ve verimliliğin desteklenmesi büyük önem arz ediyor. Yeni mottomuz “ Her Alanda Yüksek Verimlilik” olmalı. 

Bunları yapmazsak ne mi olur? Bir alt lige düşer ve orada çırpınıp dururuz.

Popüler İçerikler

İstanbul Boğazı'nın En Pahalı Yalısında Fiyat Güncellemesi: Değeri Tam 120 Milyon Euro
Gazeteci Fulya Öztürk'ün Azerbaycan Milletvekiline Ağladığı Anların Beden Dili Analizi Çok Konuşuldu
Asgari Ücretin Açıklanmasından Sonra Cumhurbaşkanı’na Mesaj Atan Kadir İpek Gözaltına Alındı
YORUMLAR
24.09.2020

eşitsizliğin mk

Bu içerik çok faydalı, teşekkürler, elinize sağlık. Yabancı yatırımcı mutlaka önemli, şu da ülkemizin gerçeği ne yazık ki; ülkemizde hem sayıca çok hem de maddi anlamda çok zengin insanlar var, fakat birçoğu bütün kaynaklarını yemek, içmek, eğlenmek, aşiretlerini beslemek, tarikat yaşamlarını sürdürmek, ülkenin gelişimini sağlamayacak yurt içi ve yurt dışı kişisel getirili yatırımlar yapmak, yüksek değerli ama devlete/millete faydası olmayan ziynet eşyaları/elbiseler/araçlar satın almak, kafe/bar/tekel/restoran vb. işletmeler kurmak şeklinde sadece kişisel getiri sağlayan ama paramıza değer kazandırmayan yatırımlar yapmak yolları ile harcıyorlar ve ülkenin gelişimine neredeyse hiçbir fayda sağlamamış oluyorlar, hayallerin ötesinde kaynakları ile. Ülkemizde yerli yatırımcı olabilecek birçok insan var ama birçoğu elini taşın altına sokmuyor, ülke kurulduğundan beri durum bu, bundan farklı olduğu bir dönem yoktu, yeni bir olay değil altını çizdiğim. Çok fazla cahilimiz var, hep vardı.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ