Burak Arzova Yazio: 2021 Yaklaşırken Türkiye'nin Riskleri

Bu hafta ekonomide genel olarak sakin geçen bir hafta. Yurt dışında COVID-19 aşılamalarının başlaması piyasalara iyimserlik pompalamaya devam ediyor. Pfizer-BioNTech aşısı önce İngiltere, sonra Kanada ve ABD’de yerel otoritelerden izin alarak uygulanmaya başlandı. Her zamanki gibi süreçten ilk önce çıkacak olanlar zengin ve gelişmiş ülkeler.  

Hem Moderna hem de BioNTech aşıları öncelikle gelişmiş ülkelere uygulanacağı için, gelişmekte olan ülkeler başka alternatifleri arıyorlar. Bu aşamada Çin Aşısı ve Oxford Üniversitesi ile AstraZeneca nın ortak geliştirdikleri aşı ön plana çıkıyor. 

AstraZeneca hafta içerisinde Rus aşı çalışmaları ile ortak bir süreç yönetileceğini açıkladı. Bizim basında pek yer almasa da AstraZeneca aşısı önemli bir aşı.  

Oxford Üniversitesi ve AstraZeneca'nın ortaklığın aşısının %70 oranında etkinliğe sahip olduğu gözükmesine karşılık, bu aşının dünya için diğer ikisinden daha değerli olabileceği söyleniyor.

Özellikle, acil aşı ihtiyacındaki yoksul ülkelerin aşı kapsamının alınmasına öncülük edebilir. Çünkü;

1. AstraZeneca, yüz milyonlarca dozu düşük ve orta gelirli ülkelere tedarik etme ve aşıyı daimi olarak bu ülkelere kar amacı gütmeden teslim etme sözü verdi. 

2. İngiltere Oxford Üniversitesinde geliştirilen aşı diğerlerinden önemli ölçüde daha ucuz ve en önemlisi, dondurucu soğukluklarda depolanması gerekmediği için rakiplerine göre taşınması ve dağıtılması kolay. 

3. Pfizer ve Moderna daha çok gelişmiş ülkeler tarafından (hem araştırma desteği hem de fiyatı) desteklenip, satın alındığı için, diğer ülkelerde aşılama ancak 2021 ilk yarısından sonra başlayabilecek. Bu nedenle AstraZeneca önem arz ediyor. 

ABD’de başkanlık seçimi ile belirlenmiş olan “Seçiciler Kurulu”nun Başkan Trump’ın itiraz ettiği bölgelerde Joe Biden lehine oy kullanması ise, zaten Seçilmiş Başkan olan Joe Biden bu kez resmi olarak Seçilmiş Başkan olarak belirlendi. Belirsizlikler dünya gündeminde yavaş yavaş azalıyor. 

ABD ve Avrupa’da muhtemelen Mayıs ayı sonu itibariyle toplumun büyük kesimi aşılanmış olan. Ekonomi yeniden sektörler bazında kısım kısım açılmaya başlayacak. Ancak hizmetler sektöründe bir anda iyileşme beklemek hayalcilik olur. Hizmetler sektöründeki ani çıkışı, sürekli olacak bir “V” şeklindeki büyüme olarak da görmemek lazım.  

Unutmayalım ki, her dibe vuruştan çıkış “V” şeklinde olur ama bu sürdürülebilir değildir.  

ABD Senatosu tarafından Savunma Bütçesine bağlanan ve büyük yoğunlukla geçen CAATSA yaptırımları, Başkan Trump’ın onayından da geçti. 30 gün içerisinde uygulanmaya başlanacak ve 1 yıl boyunca uygulamada kalacak yeni bir süreç bizi bekliyor.  

Yaptırım içeriğine bakıldığında Türkiye Ekonomisini etkileyebilecek yaptırımlar değil. Çok Doğru. Ancak bu kararla tabiri caizse, “Giyotin” sürekli Türkiye’nin üzerinde tutulacak hale getirilmiş durumda. Yeni Başkan bu yaptırımlara yenisini de ekleyebilir ya da süreç hasarsız atlatılırsa, uygulama yılının sonunda ortadan kalkabilir de. Burada bunun bize daha çok bağlı olduğunu düşünüyorum. 

Maalesef Türkiye dışarıda mahallenin sürekli kavga çıkaran bireyi olarak görülüyor. Haklı olduğumuz birçok konudaki fevri hareketler ve diplomasi ile çözülebilecek iken, diplomasinin devre dışı bırakılması bu süreci doğuran nedenlerden biri.  

Bence bir diğer önemli neden ise haklılığımızı dışarıda anlatabilecek etkinlikten yoksun olmamız. İçeriye yapılan yoğun propagandanın dış basında bir an bile yer almamasını tekrardan oturup düşünmek lazım.

2021 yılında Türkiye Ekonomisi için en belirleyici olanın Türkiye’nin Batı İttifakı (ABD-Avrupa Birliği) ile olan ilişkileri olacağını düşünüyorum. Benim bunu düşünmeme sebep birkaç unsur var:

1. Avrupa Birliği Türkiye’ye uygulanması muhtemel yaptırımları Mart sonuna erteledi ve ABD ile birlikte çalışılacağını söyledi. Burada yeni Başkan Biden’ın Türkiye’ye olan yaklaşımını görmek istediler. Biden ile ilişkilerin Trump ile olan ilişkilerden farklı olacağı kesin. Trump ile olan ilişkiler kişisel bazda ilerlerken, Biden ile kurumsal bazda ilerleyecek. Bu nedenle Türkiye bu değişime ne oranda uyum gösterecek henüz bilemiyoruz.  

2. Demokratların başında olduğu bir ABD’nın Türkiye’nin otoriter duruşuna ne oranda müsamaha göstereceğini bilemiyoruz. Obama bu nedenle mevcut yönetim tarafından pek sevilmemişti.  

3. Başkan Trump göreve gelir gelmez Avrupa Birliği ile yürütülen Serbest Ticaret Anlaşmasından çekilmişti. Şimdi yeni Başkan Biden’ın AB ile müzakereye geri dönmesi büyük ihtimal. AB ile bu yakınlaşma Türkiye’ye yönelik ortak hareket etme ihtimalini artıran bir süreç. Üstelik geçen süreç boyunca (Başkan Trump’ın Başkanlığı) Türkiye,  ABD ve AB nin bir gün tekrar uzlaşıya geri dönebileceğini tam hesap edemeyerek olası bir Gümrük Birliği Revizyonunu başaramadı. Tabii ki burada tek suçlu biz değiliz. Ancak bu konuda ısrarcı olmamız gerekiyordu. En büyük hedefimiz Gümrük Birliği Anlaşmasının Revizyonu ve Türkiye’nin AB tarafından yapılacak Serbest Ticaret Anlaşmalarında söz sahibi olabilmesinin yolunun aranması olmasıydı. Mülteci sorunu sadece Avrupa Birliği’nden gelecek paraya tahvil edildiği için kanımca bu süreç atlandı. Şimdi ise yeniden ABD-AB arasında olabilecek bir Serbest Ticaret Anlaşması riski ile karşı karşıyayız. 

4. Geçen yazımda da yazmıştım. Avrupa Birliği siyasi bir birlik olmayı başaramadı. Parasal Birliği, Siyasal Birliğe tahvil edemedi. Siyasi Birliğe yaklaşmak için Türkiye krizi onlar açısından bulunmaz bir nimet olarak görülüyor olabilir. Üstelik Türkiye uyguladığı İsrail ve Mısır politikalarının etkisiyle Akdeniz’de yalnızlaştı. Oysa bu oyunu kolayca tersine çevirebilirdik. Hala daha çevirme ihtimalimiz var.  

Bunlar dış politikadan kaynaklı ülke risklerimiz. 

İçeride ise yeni bir Ekonomi Bakanı ve TCMB Başkanı ile geçmişten gelen ekonomik sorunlarımıza çözüm arıyoruz.  

Yüksek enflasyon ayağımızı bağlıyor. İstihdam yaratamayan yapay büyüme, verimsizlik, Merkez Bankasının eksi rezervleri, Pandemi nedeniyle yaşanan iş ve ciro kayıpları en önemli kısıtlarımız.  

Her ne kadar yeni TCMB Başkanı öncelikli hedefin enflasyonla mücadele olduğunu ve bunun için sıkı para politikası uygulamakta kararlı olunacağını söylemesi piyasa tarafından olumlu karşılansa da, sıkı para politikasının gerektiği kadar sıkı olup olamayacağı konusunda ciddi kafa karışıklıkları hâkim. Pek çok kimse Merkez Bankasının sonuna kadar sıkı para politikası uygulayacağına inanmıyor.  

Çünkü ülkede yok olan en önemli değer “GÜVEN”.  Maalesef bunu her geçen gün daha yakından görüp hissediyoruz.  

Bana göre TCMB Başkanı basın ve ekonomistler önünde yaptığı 2021 Yılı Para ve Kur Politikası Sunumunda (kendisinin ilk sunumunda) ve aldığı sorulara verdiği cevaplarda başarılı iken, hiçbir şeyin değişmeyeceği yönündeki kanaat çok yüksekti.  

Bunu kırabilmek için tavizsiz güven aşılayacak politikalar uygulamak gerekli.  

Twitter

Instagram

Yeniden görüşmek üzere….

Popüler İçerikler

İş Kadını Olan Eski Eşinden Aldığı Nafakayla Düğün Yapan Damat, Düğünden Sonra Nafaka İstemeye Devam Etti
Mauro Icardi'den Olay Wanda Nara Paylaşımı: ''Evimde 2 Saat Boyunca Beni Taciz Etti''
Askerlerine Cinsel Saldırıda Bulunan Komutana 38 Yıl 70 Ay Hapis Cezası Verildi