Acının dalına da konsan, gülün rengi de olsan tezahürsün sen yalnızca.
Sen evreni soluyorsun değil, evren seni soluyor.
Sen bu’sun.
Bildiğinden de sezdiğinden de tattığından da fazlasın.
Damlasın, dalgasın, kuruyan havasın sen…
Nefrete doyan, sevmeye acıkansın.
Sen bildiğinden fazlasısın.
Sen istedikçe bulan ama buldukça da küçülensin.
Sabrettikçe gönlünün odalarını açansın.
Ne bülbül gibi şakırsın ne gül gibi açarsın zamanından önce.
Sen zamansın.
Zamanın içinde tıkır tıkır işleyen neşesin sen.
Neşeni bozanlar zamanını da bozmasın diye hayatına uyum sağlamayanı gözünü kırpmadan çıkaran olmalısın.
Neşe, çoşku, mutlulukla karnını doyuransın.
Bilmek için yanan, yangınını bilgeliğinle sunansın.
Sen tahmininden de çok şey barındıransın.
Pencereni açtığında bir kuşun kanatlanıp uçmasına nedensen, her şeyi ve herkesi etkilediğini ne zaman anlayacaksın?
Ne zaman yudumlarken şarabını bülbül gibi okuyacaksın şarkını?
Sen daha ne olmayı bekliyorsun?
Gökyüzünü göresin diye gözlerin, bir kelebek konsun diye ellerin verilmiş.
Eynine isteyip aldığın, ruhunu saracak mı?
Görmeyi istediğin sevdiğin yanına oturacak mı taşıtında?
Hoş sohbet için almadıysan evini, duvarlara mı anlatacaksın kendini, hayallerini, deneyimlerini?