Bırakıp gittiğimiz mevsim, tercihlerimizi zorunlu yaptığımız son kış olur umarım…Umarım ‘’Hayattan en çok ne istersin?’’ sorusuna cevaben ‘’Önce sağlık’’ demediğimiz bir yeni mevsim yaşarız hepimiz, herkes.
Mesela sabah kahvaltısını yapan çiçeklerin onların en çok neye ihtiyaçlarını bildiğimiz için tülü araladığımız, suyunu severek döktüğümüz gibi olmalı bazı insanlar ve duygularla olan bağlantımız.
Neye ihtiyacının olduğunu bilen, elinden geleni yapan, virgülden devam eden, arkasını döndüğünde kikirdemeyen, hatta önünden yüzüne dürüstçe konuşması gereken aile fertlerinin, eşinin- dostunun olmasını hayal ettiğimiz gibi… Fakat bir gerçeği hatırlamakta bayağı fayda var. Çiçekler hiçbir şeyin kalıcı olmadığını öğretir bize; ne güzellikleri ne de solgunlukları kalıcıdır. Bizim insani en büyük misyonumuz bu olmalı şu hayatta... Buket hatırla, sen de hatırla… Hiçbir şey kalıcı değildir. Ne karakış ne de ilkbahar…Ne öfke ne de haz…
En heyecanlı hallerinden tohumlar bırakması an meselesidir çiçeğin. Dökülmesi ve yeniden açması için. Bilgisi o. Görevi o. İşte insan için gerekli olan her duygu zaten içerisinde aynen çiçeğe verilen görevler gibi değil mi bir yerde? Sadece heyecanın anlam kazandığı bir yaşam olmalı kanımca…Ve bir şey sizi eskisi gibi heyecanlandırmıyorsa üzmüyordu da zaten… Küssün, barışsın, hüzünlensin, sana ihtiyacım var desin, bana da biraz yer aç, ısıt beni, mutlu et, sev, özle… Saksı içinde bekleyen yaprakların susamışlığı gibi susadık işte böyle hayal kurmaya, denize, kuma, güneşe bu kış.
Kurduğumuz hayallerin ille deli gibi mutlu etmesini beklememeliyiz sadece. Mutlu olayım diye ısrarcı olmamak en büyük mutluluk bir kere. Hatta amacımız çok mutsuz olmamak olsa, daha mutlu olabiliriz belki.