Aslında bakteri ve virüslerin çok azı insanlarda hastalık yapıcı. İnsan vücudunda ortalama iki kilo bakteri var. Bunlar bağırsaklarda yaşıyor ve bizi canlı tutuyor. Hatta bazıları olmadan hayatta bile kalamayız. Bazıları etkisiz iken bir kısmı ise zararlı ancak kontrol altında tutuluyorlar. Biz de bu bakterilerin dengesi sayesinde yaşamımızı sürdürüyoruz.
Aslında hepsinin genlerine kodlanan iki hedef var: hayatta kalmak ve kendilerini çoğaltmak. Bu iki kodu bulunmayan bir canlı zaten neslini devam ettiremiyor.
Diyelim ki tetanos patojeni; bu bakterinin amacı gidip insanları hasta etmek değil. Veya hastalık yapan patojenler, “Bulaştığım insanı öldüreyim” ya da “Bulaştığım insanı öldürmeden tutayım ki o yaşadıkça ben de içinde yaşamaya devam edeyim” gibi bir amaç da taşımıyor. Tetanos bakterisi metalden ya da topraktan bir şekilde insana bulaştığında orada kendine uygun bir ortam buluyor ve çoğalmaya başlıyor. Bu sırada ürettiği kimyasallar da bizde hastalığa neden oluyor.
Patojenlerin insanları öldürmesi, sonuçta kendilerinin de ölümüne yol açacağı için aslında evrimsel olarak işlerine gelen bir süreç değil. Ama yine de konaktan konağa atlayıp tür olarak çoğalmaya devam edebiliyorlar. Ama eğer bir virüs insanı öldürüyorsa, bu, o virüsün “Dur ben bu vücudu öldüreyim” amacından değil. Ya da ‘‘Bu vücudun içinde yaşayabildiğim kadar yaşayayım’ mantığı yok.
Hepsi sonuçta bir ortak hücreden mutasyonla farklılaşarak evrimleşerek gelişiyor ve bazıları evrimi sonucu insan vücudunda yaşayabilecek özellikler kazanıyor. Eğer bu süreçteki evrimi, patojeni, bağışıklık sisteminden kaçabilecek hale getirdiyse daha çok çoğalıyor, daha tehlikeli hale geliyor. Eğer bağışıklık sisteminden kaçabilecek özellikleri geliştirememişlerse de bağışıklık hücreleri o patojeni yakalıyor ve temizliyor. Hikâyenin sonu. Olay bundan ibaret.
- Peki COVID’de hastalık nasıl başlıyor, nasıl bulaşıyor?
SARS-CoV-2 vücuda solunum yoluyla, açık yara veya gözden giriş yapıyor. Genelde damlacık yoluyla giriş yapıyor ki bunun için 10 dakikalık karşılıklı konuşma yeterli olabiliyor. Damlacıkların içinde ne kadar virüs olduğu ve damlacık büyüklüğü de önemli. Hapşırdığınızda bu damlacıklar dümdüz 1,5 metre ileriye gidemeyeceği için bu fiziksel mesafe önem kazanıyor. Karşımızdaki kişi COVID-19 hastalığına yakalandıysa ve öksürük gibi semptomları gösteriyorsa virüsleri de sürekli yayıyor demektir. Bazen semptomları çok göstermese de nadir gelişen bir öksürükle virüs yayıyor olabilir.
Tabii aldığınız virüs yükü de çok önemli. Bağışıklığımız Coronavirus ailesini genel hatlarıyla tanıdığı için bir miktar virüsle mücadele edebiliyor. Ama enfekte kişi ile geçirdiğiniz süre arttıkça size aktarılan virüs miktarı da artıyor. Doktorlar ve diğer sağlık çalışanları bu nedenle daha çok etkileniyor. Normal insanlar günlük hayatta virüsle enfekte biriyle karşılaşsa bile hasta edecek miktarda virüs almadan uzaklaşabiliyor. Hatta bu nedenle hastalığın çok da bulaşıcı olmadığını düşünüp ciddiyetini tam kavrayamıyorlar.
Oysa hastanede tedavi gören her kişi sağlık çalışanları için ek bir viral yük getiriyor. Normalde bağışıklığı güçlü olanlar bile vücudun kaldırabileceğinden daha fazla virüs alırsa sistem çöküyor ve hayatlarını kaybediyorlar. Bu nedenle her gün en az bir sağlık çalışanını kaybediyoruz. Hastalığı yaymamamız çok önemli. Yoksa bir süre sonra biz de hastalandığımızda bizi tedavi edecek doktor kalmayabilir.
- Virüs bulaştıktan sonra nereleri etkiliyor, hastalık nasıl ilerliyor?
Virüs burun, ağız, göz veya yaralardan giriş yapabiliyor. Bulaştığı yere göre de semptomlar değişebiliyor. Örneğin burundan bulaştığında koku kaybı, ağızdan bulaştığında bademcik enfeksiyonu ile başlayabiliyor.
Solunumla virüsü aldığınızda doğrudan akciğere ulaşıyor. Akciğerdeki alveollerin içinde ise en çok tutunabildiği hücrelerden biri var, alveollerin kök hücreleri. Alveollerin içinde iki tip hücre bulunur. Çoğunluğu gaz alışverişinden sorumlu olan yassı hücreler. Az bir kısmı da ikinci tip kök hücreler. Bu hücreler normalde solunumda görevli yassı hücrelerin rejenerasyonundan sorumlu. Ayrıca önemli bir fonksiyonları daha var. Alveollerin içini kaplayan ve nefes alıp verirken alveollerin birbirine yapışmasını engelleyen sıvıyı salgılıyorlar. SARS-CoV-2’nin asıl hedefi işte bu hücre.
Virüs, yüzeyindeki SARS’a göre daha da geliştirdiği reseptörü ile bu hücrenin dışındaki ACE2 adında bir enzime tutunuyor. Ardından da o hücrenin içine girip kendisini çoğaltmaya başlıyor. Bir süre çoğaldığında girdiği hücre patlayıp ölüyor. Oluşmuş binlerce yeni virüs de çevreye yayılıp yeni hedefler aramaya başlıyor. Tam o sırada biz nefes alıp verdiğimizde, öksürüp, hapşırdığımızda, o çoğalan virüsler de dışarı yayılıyor.
Tabi bunlar olurken bağışıklık sistemi hemen devreye giriyor. Enfekte olan hücremiz durumun farkında oluyor ve virüsü engellemeye çalışıyor. Eğer bunu başaramazsa en azından yardım çağrısında bulunuyor ve dışarıya sinyal gönderiyor. Hücre aynen şöyle söylüyor; ‘’Ben bir virüs tarafından enfekte oldum, bana yardım edin.’’ Burada virüslere karşı bizim bağışıklık sisteminin savunması ise çok ilginç. Eğer bir hücremiz virüsle enfekte olduysa, bağışıklık sistemi hücreleri geliyor ve o hücreyi öldürüyor. Neden öldürüyor? Artık o hücre için yapabileceği bir şey yok. Çoktan ele geçirilip istila edildi. Daha fazla virüs oluşturmaması için hemen öldürülüp parçaları
temizleyici hücreler tarafından yutuluyor. Böylece daha fazla virüsün oluşması engelleniyor.
Burada kritik bir denge söz konusu. Eğer kişi çok fazla virüs aldıysa virüslerin çoğalma hızı da artıyor. Dolayısıyla daha çok kök hücre enfekte olup bağışıklık sisteminin yetişemeyeceği kadar çok virüs kopyası oluşuyor. Bağışıklık sistemi hepsine yetişse bile bu akciğerde büyük hasar oluşması demek. Bu hücreler akciğerin rejenerasyonunda sorumlu hücreler olduğu için alveoller küçük küçük hasarlar almaya başlıyor. Hasarı tedavi etmesi gereken hücreler de ortadan kalktığı için iyileşemiyor. Bir süre sonra bu hasarlar akciğerde sıvı birikimine, solunum yetmezliğine ve ölüme dek götürebiliyor. Hasta ileri bir aşamadan sonra iyileşse bile tıpkı kalp krizi sonrasında kalpte oluşan hasar gibi, akciğerde kalıcı hasar bırakabiliyor. Bu da ömür boyu solunum güçlüğü çekmek demek.
Virüs akciğerle sınırlı da kalmıyor. Hasar gören alveollerden kan damarlarına yayılıyor. Bir kez dolaşıma katılınca da buradan vücuttaki herhangi bir organa ulaşıp o organın kan damarlarını oluşturan hücrelere saldırıyor. Bu organlar da genellikle kalp, böbrek, karaciğer ve beyin gibi, bol kan damarına sahip hayati organlar. Devam eden bu hasarlar küçük iç kanamalara ve damarlarda pıhtı oluşmasına neden olabiliyor.
Bu küçük pıhtılar da büyüyüp beyinde akciğer veya kalpte tıkanma yapabiliyor. Diğer yandan da bağışıklık sistemi tüm vücuda yayılan virüsler yüzünden aşırı alarma geçiyor. Bu durumda ise savunma sitemimiz kontrolden çıkıp sivillere yani sağlıklı hücrelerimize bile hasar verebiliyor. Bu sürecin devamı halinde de çoklu organ yetmezliği ve takip eden ölüm ortaya çıkabiliyor. Ölüm nedeni ise kalp krizi, beyinde pıhtı oluşumu, böbrek veya karaciğer yetmezliği gibi, aslında akciğerle bağlantısız görünen ama nedeni COVID-19 olan klinik durumlar.