Annesi tedirgin, oğlum düşeceksin tut elimi… Altı yaşındaydı ve kaldırım kenarlarının yükseltisini adımlayabilmek dünyanın en tehlikeli, başaranını kral ilan eden en gözde eylemiydi. Üç adım evet dört, beş veee küt! Sana demedim miler, bir daha böyle yaparsan bir daha şöyle yapmamlar, ağlamalar, yaradan öpmeler, geçti demeler…
Geçti.
Orada duran koca YARA görmezden gelindikçe yok olacak nasılsa. Onu düşünüp kendimize dert etmeye gerek var mı? Nedenini araştırmak, önlemini almak varken yokmuş gibi yapmak size de bir pembelik hissi vermiyor mu?
Acıtan, kanatan, batan gerçekliğinin üstünü kapatmak; daldaki gülün taç yapraklarında oyalanıp renk cümbüşünde meşk eylerken diken varlığını yok saymak gibi. İşte böyle böyle inananlarla kendi gerçekliğini sevmeyengiller diye bir gurup oluşuyor.
Bu giller, kendine benzeyeni bulup kolonileşme konusunda da üstün yetenekli. Belli bir sayıya ulaştıklarında oluşturdukları gerçeklik dışı yanılsamalarını muhtıra kıvamında fetvaları ile -sözüm ona- toplumsal normlara dönüştürüyorlar. Kendileri gibi olmayana tahammül edemeyen bu giller onları hızla tanılayıp, oyundan atılmaları için entrika geliştirmek ve acımasızca uygulamaktan da keyif duyuyorlar.