İdealize olmak zorunda olduğunuz hissi ile ürperiyor musunuz, yoksa geç kalmışçasına ilk bulduğunuz diyet listesini uygulamaya mı başlıyorsunuz? Her birimizin bu kelimeye karşı bilinç dışımızda geliştirdiğimiz pek çok olumlu ve olumsuz yargı var ve günün sonunda verdiğimiz reaksiyonları o öğretiler şekillendiriyor. Peki bu öğretilerin süregelen hikayesi hakkında ne kadar bilgi sahibiyiz?
Diyet ile ilgili en eski bilgilere M.Ö 2500 yıllarında Babil’de bulunan taş tabletlerde rastlıyoruz. Bu taş tabletlerde şimdiki beslenme programlarında olduğu gibi özel durumlarda tüketilmesi veya tüketilmemesi gereken besinlerin listeleri ve uygulamaları bulunuyor. M.Ö 1550 tarihli Ebers Tıp Papirüsü ve Edvin Smith Papirüsü’na göz attığımızda ise insanların hastalık durumlarında bazı besinleri ek ürün olarak kullandıklarına rastlıyoruz. M.Ö 400' lere geldiğimizde ise Tıbbın babası olarak gördüğümüz Hipokrat’ın “ Besinle tedavi edebileceğimiz hallerde ilaç tavsiye etmeyiz.” sözü ile beslenme tedavisinin temelleri atılıyor. Sonrasında “ Bir kişi için yiyecek olan bir nesne bir başkası için zehir olabilir.” sözüyle beslenmenin kişiye özel olduğunu vurgulayan Lucretius ve onun gibi hekimlik vasfı olmayan pek çok düşünür beslenme konusundaki düşüncelerini paylaşmıştır. Ancak beslenmenin bilim haline gelmesi 19. yüzyılın sonlarını bulmuştur.
Sonra mı? Sonrasında Amerikan Tıp Derneği, Diyetetik Komitesi oluşturur ve hikaye buradan sonra hızlanır. Çünkü bu komitenin başında bulunan kişinin kurduğu “Diyetetik Gazete” büyük ilgi toplar ve halk tarafından beslenme hakkında bilgi almak isteyenlerin mektupları günden güne çoğalmaya başlar. Bunun devamında 1880 yılında diyet mutfağı kurulur ve bundan 19 sene sonra yeni bir meslek grubu ortaya çıkmaya başlar. İşte bu meslek grubu pek çok kişinin şimdilerde sadece zayıflattığını düşündüğü; diyetisyenlik mesleğidir.