Toplantı odasında eleştiri nezaketle paylaşıldığında bir kurum ileri gider. Lakin yalnızca krizi atlatan, her şeye tamam diyen makbul sayıldığında, Bukalemunların sesi kısılırken, Şekil Değiştiriciler ise hızla yükselir.
Mahallede, yüzüne gülüp arkandan başka konuşanla, yüzüne sakin sakin gerçeği söyleyen arasında ince bir çizgi vardır. Biz o çizgiyi edep ile yalın cesaret arasına çekmeyi öğrenmek zorundayız.
Ailede ve okulda çocuğa “Bana uy, dünyaya değil.” dediğimizde onu körleştiririz. “Dünyaya uy ama özünü koru.” dediğimizde ise irfan yolunu açarız.
Kamu ve özel sektörde “Fırtınada ayakta kaldı.”yı tek başarı ölçütü yaptıkça, kararlılık sınavında dökülenleri fark etmeyiz. Oysa kurumlar sadece bugün değil, yarının omurgası için de seçim yapar.
Bizim kültürümüzün kıymetli iki mirası mevcut. Merhamet ve feraset. Merhamet, dili yumuşatırken feraset, özü korur. Bukalemunluk, merhametle feraseti birleştirir. “Karşındakini anla, kendini satma.” Şekil Değiştiricilik ise feraseti tüketerek geriye yalnızca anlık rahatlık kalmasına sebep olur.
“Eğri oturup doğru konuşalım.” Dürüstlükle, nezaketle, çekinmeden.
“Renk değiştirelim ama mayamızı bozmayalım.” Dil ve yöntem esner, omurga esnemez.
“Hızlı sonuç değil, uzun itibar.” Hızın bedeli bazen çok ağırdır.
Her gün küçük tercihlerle ya Bukalemun ya da Şekil Değiştirici oluruz. Üslubumuzu değiştirirken vicdanımızı değiştirmiyorsak doğru yoldayız. Türkiye’nin yarınında, fırtınada esneyen ama kökünden kopmayan insanlara ihtiyaç var. Renkler değişsin, canlı değişmesin. Zira büyüme, biçim değiştirmek değildir, özün sınırlarını genişletmektir.