Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 11 Köşe Yazısı

Gazetelerin köşe yazarları bugün neler yazdılar, gündemi nasıl  gördüler? İşte günün öne çıkan köşe yazarları...

'Biz dostuz’ diyordu ‘beyaz adam’. Bu yıl Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde gösterilen belgesellerden biriydi ‘Biz Dostuz’. Avusturyalı yönetmen Hubert Sauper’ın, 2004’te çektiği ve onlarca ödüle mazhar olan ‘Darwin’in Kâbusu’ adlı belgeselinden sonra kamerasını Afrika’ya çevirdiği ikinci film. Tanzanya’dan sonra Sudan. Küreselleşme, emperyalizm ve yeni sömürgecilik üzerine söz söylemek için bilhassa Afrika’yı seçme nedeni olarak her şeyi böylelikle daha keskin ve net anlatabilmesini sayıyor.

2011’deki referandumla Sudan’dan ayrılan Güney Sudan’ın kuruluşunu eksen alıyor film. Sauper, birkaç yıla yayılan çok sayıdaki ziyaretini, evinin yanındaki depoda bizzat inşa ettiği uçakla yapıyor. Bayağı fantastik sahneler, ki normal koşullarda giremeyeceği yerlere bu vesileyle gidebildiğini söylüyor.

AK Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik, Türkiye’de basının durumu hakkında bilgi veriyor.

Diyor ki:

  • Türkiye’de beş milyon gazete satılıyor.

  • Bu gazetelerin 4’te 3’ü AK Parti’ye muhalif olan basındır.

  • İktidarı desteklediğini söylediğiniz basının toplam tirajı 1 milyon 200 bindir.

İktidar partisinin en önemli ismi Hüseyin Çelik ’in, basına yaklaşımına bakar mısınız?

Kafasında ikiye bölmüş Türk basınını.

Sanki “dost kuvvetler/düşman kuvvetler” ayrımı yapar gibi “bizimkiler kaç satıyor/sizinkiler kaç satıyor” diye rakamsal analiz yapıyor. Hüseyin Çelik’e göre bir gazete...

  • Ya iktidarın sesidir.

  • Ya da iktidarın karşısındadır.

Arada bir yer falan olamaz.

  • Sen istediğin kadar evrensel standartlara uymaya çalış.

  • Sen istediğin kadar “iktidar karşıtı gazete” ya da “iktidar yandaşı gazete” olmak isteme, sadece gazete olmak iste.

  • Sen istediğin kadar habercilik kaygısını en önemli kaygı haline getirmeye gayret et.

  • Sen istediğin kadar hakkaniyetli davranmaya çabala.

  • Sen istediğin kadar gazetende iktidarın iyi yaptıklarına “iyi”, kötü yaptıklarına “kötü” de...

Kürtler demokratik özerklik ve yerele güç taleplerini, her iktidarı tek ve genel bir merkezde toplamak için elinden geleni ardına koymayan bir Erdoğan’la müzakere ediyor. Gazeteler 'Erdoğan’la Öcalan anlaştı' diyor.

Güzel olurdu. Anlaşılsın elbette. Demokratik özerklik korkulacak bir şey değil. Hangi Adanalı, Vali Coş yerine, hangi İstanbullu Vali Mutlu yerine kendi valisini seçmek istemez? Hangi Ankaralı, emniyet müdürünün kendi seçtiği belediye başkanı ya da valiye bağlı olmasını tercih etmez?

Ancak esas mesele bu değil. Yerele iktidar istiyorsun. Ama kimden? İktidarı bırak, gücünü kendi ortaklarıyla bile paylaşmayan birinden. Acaba başkanlığa geçiş döneminde herkesi karşısına geçmesin diye bir oyalama taktiği midir bu?

Türkiye bir büyük ikiyüzlülüğün kucağında. Siyasettir, bugün başka yarın başka konuşulabilir diyebilirsiniz. Bir parça hak veririm. Ama bazı şeyler zamanla değişemez. İlkeler gibi: Hukuk devletini ben koruyorum deyip, beğenmediği ilk Anayasa Mahkemesi kararından sonra cumhuriyetin en saygın kurumunu gayri milli ilan etmek gibi...

Gerçek mesele artık kabak gibi ortada. Biz hangi konuda anlaşırsak anlaşalım, söze güvenin yerle yeksan olduğu bir Türkiye’de yaşayacağız. Meclis’te açık açık yalan savunma verenlerin dahi partilerince korunduğu, millet görmesin diye televizyonların karartıldığı bir 'riya Türkiyesi'ne doğru tam gaz gidiyoruz.

Freedom House raporu, Amerikalılar kendilerine övgüler düzdüğü sürece caka satmayı marifet sayanları pek… Devamını oku Enerji savaşı Arktik’i ısıtıyor

Ukrayna krizi, Batı ile Rusya arasında Soğuk Savaş rüzgârları estirirken, kimi zaman ‘rekabet halinde işbirliği’ne de… Devamını oku Doğrular küfürle sıvanmaz!

‘Efelerin efesi, dünyanın en bitirim lideri, en dik duran siyasetçi’... Yine çok sinirlenmiş, “Alman Cumhurbaşkanı… Devamını oku İnternet cini şişeden çıktı

Lamı cimi yok, sanal âlemdeki gelişmeler bu yüzyıla damgasını vuracak. Kimbilir belki de bilimkurgu filmlerindeki dünya çok… Devamını oku Hiç olmazsa ‘Bendarizmin’ sonu geldi

PrensBendar bin Sultan, Ortadoğu’nun en güçlü ve en tartışmalı yöneticilerinden birisi. Son iki yılda Suudi Arabistan’ın… Devamını oku Tandemi çöpe atın, demokrasiyi tartışın!

Adı ‘demokrasi’, kendisi en iyimser tanımlamayla ‘yarı-otoriter sistem’ Rusya Federasyonu’ndaki... Kendine özgü yanları olsa da… Devamını oku Bir komplodan çıkan siyasi sorular...

Suriye’ye bakınca ‘yalan makinesinin bu denli çalıştırıldığı bir başka savaş var mıdır’ bilmiyorum... YouTube, LiveLeak, ne… Devamını oku Bırak İhvan’ı, Chucky’nin canı bize emanet!

Bizimle ilgili hemen her gelişmenin, bir bize dönük yönü var, bir de başkalarına... Olayla ilgili gerçeği biz farklı, başkaları farklı algılayabiliyor...

Sadece bireysel düzeyde böyle değil, ülkeler için de geçerli günümüzün önemli bir gerçeği bu...

Freedom House (FH) adlı Washington merkezli kuruluşun her yıl yayınladığı raporda Türkiye’yi basın özgürlüğü alanında ‘özgür olmayan ülkeler’ sınıfına sokması olağanüstü tepki çekti. Günlerdir konuya ilişkin haberler çıkıyor, yorumlar yapılıyor. Böyle bir muameleye lâyık görülmek çoğumuz tarafından yadırgandı. Bir bakan, “Gazeteciler raporu reddetmeli” bile dedi.

Diyelim ki reddettik, sorun çözülmüş oluyor mu?

2005...

Başbakanımız efendimiz atladı uçağa, Moskova’ya gitti, odalar birliği tarafından inşa edilen alışveriş merkezinin açılışını yaptı. O zamanlar da bayılırdı alışveriş merkezlerine... Mağazaları gezerlerken, kuyumcunun biri, Eminanım’a pırlantalı gerdanlık hediye etti. Bilahare, halıcıya geçildi. Vitrinde görüp beğendiği ipek halı da Eminanım’a hediye edildi. Konfeksiyoncuya uğrandı, başbakanımız efendimize mont hediye edildi. Başbakanımız efendimiz, benim bedenime olur mu, bak olmazsa geri gönderirim haa dedi, yılışık kahkahalar atıldı, alkışlandı.

Gel gör ki, henüz havuz medyası kurulmamıştı, Alo Fatih’ler yoktu, lavuklara gazetecilik yaptırılmıyordu. Dolayısıyla, başbakanımız efendimiz İstanbul’a döner dönmez, kamerayı-mikrofonu burnuna dayadılar, hediyelerin fiyatını sordular. Çok sinirlendi . “Gazetelerde ağza alınmayacak, milletin adap çizgilerinin dışında ifadeler kullanılması çok çirkindir, ama gafil yakalandılar, 30 bin dolar dediler, halbuki perakende fiyatı 10 bin 600 küsur” dedi. Türkiye seninle gurur duyuyor diye alkışlandı.

Gazeteciler peşini bırakmayıp, kurcalamaya devam edince, hediye gerdanlığın kuyumcuya iade edildiği açıklandı. İpek halı ise, başbakanlık envanterine kaydedildi. Hediye halının kayıt numarası kaçtı biliyor musunuz? 001’di.

İlkti.

Başka kayıt yoktu.

002 asla olmadı.

Bir takım haberlerde, “YAŞ ihraçları hazırlandığı” iddia edilmişti.

Genelkurmay “TSK içinde yer aldığı iddia edilen paralel yapılanmaya yönelik MGK kararı olduğu, YAŞ toplantısında ihraçlar olacağına yönelik haberler gerçek dışıdır” dedi.

Bu mevzuu bilmiyorum açıkçası.

Bildiğim ise şu:

YAŞ bitse de, Kuru yanmaya devam ediyor!

Kuru, tuzu kuru değil; Kuru, kutu ve kasalardaki döviz kuru, Havuz Kuru da değil.

Kuru; kurumuş yaprak gibi bir fiskede yere düşürülen, un ufak edilen, diğer tüm ezilenler gibi ezilenlerden askerler.

Sıvasız hanelerin kavruk, kuru çocukları!

Şimdi şu belgeleri okuyalım:

Göreve başladığınız günden itibaren, 1. Komando Bölüğü Manevra Unsur Komutanı olarak görevinizi üstün vazife anlayışı içerisinde mesai mefhumu gözetmeksizin büyük gayret, liyakat, feragat ve görev heyecanı ile yürütmeniz tarafımdan memnuniyetle karşılanmıştır.

Özellikle;

Temelinde karşılıklı saygı ve sevgi bulunan birlik içi dayanışma ruhunun yaratılması ve hedefe yönlendirilmesindeki liderlik vasfınız;

Ast ve üstlerinizle tesis ettiğiniz iyi diyalog ve düşüncelerinizi askeri kurallar içerisinde açıkça ifade edişiniz;

Yaygın sorumluluk bilincini benimseyip bunu uygulamaya geçirmeniz takdire şayandır.

Sizi büyük sorumluluk duygusu içerisinde örnek çalışmalarınızdan ötürü takdir ve tebrik eder, başarılı faaliyetlerinizin bundan sonra da devamını dilerim.

Rica ederim.

Tabur Komutanı …

Efsaneyi bilirsiniz:

Kral Midas, iki tanrı arasındaki çalgı yarışmasında jüridir.

Çobanların ve kırların tanrısı Pan, kaval çalar; güneşin ve ateşin tanrısı Apollon ise lir...

Midas, Pan’dan yana kullanır oyunu...

Apollon da kızıp onun kulaklarını eşek kulağı yapar.

Midas utancından bir külahla örter başını...

Ama

berbere gittiğinde kulakları açığa çıkar. Berbere, bu sırrı

saklayacağına dair yemin ettirir. Lakin sır, iki dudağın kepengi ardında

kilitlenecek gibi değildir. Sonunda dayanamaz berber... Gider, sazların

arasına bir kuyu kazar ve kuyuya usulca fısıldar:

“Midas’ın kulakları eşek kulakları...

Midas’ın kulakları eşek kulakları...”

Sesler kuyuda yankılanır. Sonra sazlıklara doğru havalanır ve yel estikçe oradan tüm kente yayılır.

Kral’ın sırrı, artık herkesin dilindedir.

Bizim Kral” da eski ortağıyla yolları ayırınca ortaya saçıldı sırları...

“Sıfırlayın

talimatını verdiği telefon konuşmaları, yakın çevresinin yolsuzluk

vakıfları, komşu ülkede savaş tezgâhlayan dinleme kayıtları...

Onun günahlarını gizleyecek külahı yoktu; kendi kulakları yerine, bizim kulaklarımızı örttü.

Duymayız sandı.

Lakin tüm yasağa, baskıya, karartmaya rağmen işitenler oldu.

Bir avuç asi gazete, bir grup cesur gazeteci, duyduklarını bağırdı küçücük kuyulara, Hırsız var” diye...

Kralın hırsızlığının belgeleri, rüzgârın kanadına tutunup sazlıklardan yükseldi, dilden dile, kulaktan kulağa gezdi.

Tüm ülkede herkesin bildiği bir sır haline geldi.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken tartışmaların ekseninde AKP’nin adayının kim, daha doğrusu Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan’dan hangisi olacağı var. Aslında burada tartışılacak çok fazla bir şey yok zira kime neyi ne derece danışırsa danışsın, kararı Erdoğan verecek. Dolayısıyla herkes AKP liderinin kararını merakla bekliyor.

Halbuki bu seçime tek kişi, yani AKP’nin adayı katılmayacak. Söz konusu olan, adı üzerinde seçim. Bu nedenle Meclis’te grubu bulunan üç parti de ayrı ayrı adaylarla seçime katılabilecek durumda. HDP (eski BDP) sözcülerinin açıklamalarından bu partinin, en azından kendi gücünü ölçmek için bir aday çıkarmada kararlı olduğunu anlıyoruz. Normal olanı da bu. Fakat Başbakan Erdoğan’ın, kendisi veya değil, partisinin adayının ilk turda seçilmesi konusunu fazlaca öne çıkartması HDP’nin aday çıkarmayıp tabanına AKP adayını işaret edebileceği spekülasyonlarına yol açmıştı. HDP sözcülerinin bu rivayetlerden, haklı olarak, fazlasıyla şikâyetçi oldukları anlaşılıyor.

CHP ile MHP’nin durumuysa hâlâ belirsiz. Ortada bazı isimler dolaşmakla birlikte bu iki muhalefet partisinin ilk tura ayrı ayrı adaylarla mı, yoksa tek bir isimle mi katılacağı henüz netleşmiş değil. Normal şartlarda CHP’nin “ortak aday“ arayışına girmesi, MHP’ninse buna mesafeli durması beklenirdi, fakat tam tersi oldu. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, basın mensuplarına “gece gündüz üzerinde düşündüğü formül”ü geometriye başvurarak izah etti. (Formülün detaylarını Hürriyet yazarı Şükrü Küçükşahin‘in şu haberinde bulabilirsiniz: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26367460.asp)

Kürt sorunu artık sadece can yakan bir sorun değil, bir can simidi, bir umut aralığı. Türkiye'nin demokrasiyle, demokratik geri dönüş imkanıyla, demokratik gelecek tasavvuruyla arasındaki en önemli köprü, en önemli bağ.

Barış süreci, Kürt meselesinde, Türk siyasi modelinin elden geçirilmesi ve demokratikleştirilmesiyle eş değer. Sadece yerel yönetimler düzeyinde yaşanacak bir yeniden yapılanma, yerel yetki artırımı, Avrupa Yerel Yönetimler Şartı'nın ilgili hükümlerine kapı açılması bile bu açıdan tek başına anlam taşır.

Bunu takiben geçen yıl Nevruz'da silah yerine siyaset ilkesini açıklamış olan Kürt Siyasi Hareketi'nin silahtan arındırılması, mensuplarıyla ilgili geçişli, kademeli bir entegrasyon planının uygulanması Kürt sorununda çözüm yolunun büyük bir kısmını oluşturur.

Kabul etmek gerekir ki, Türkiye bu konuda kendisine oranla önemli bir yol aldı.

Özellikle AK Parti dönemi, kim ne derse desin, kültürel haklar, siyasi ifade ve örgütlenme, barış sürecinin alt yapısının oluşturulması gibi konularla önemli gelişmelere tanıklık yaptı. Hükümetin iniş çıkışları, zaman zaman güvenlik politikasına ve güvenlikçi söyleme sarılması, KCK davalarından hapiste olan yüzlerce kişi ve Terörle Mücadale Kanunu'nun varlığı ve yarattığı ağır tahribata rağmen bu temel olarak böyle.

Geçen yıl bahar ayında açılan yeni sayfa bu açıdan bir kilometre taşıydı ve önemliydi.

ESKİ bakan Egemen Bağış ’ın “bakara–makara” ve “Google’dan bir ayet seçip sallıyorum” konuşmaları ile ilgili olarak “suç duyurusunda” bulunulmuş, savcılık da durumu inceleyip takipsizlik kararı vermiş.

Bir vatandaş, bu telefon kaydı ile ilgili suç duyurusunda bulunmuş ve “halkın İslam dinine mensup kesiminin kutsal kitabı olan Kuran ayetlerinin bir kısmına yönelik alaycı ifadeleri dolayısıyla bu dine mensup insanları rencide ettiği ve benimsediği dini değerleri aşağıladığının söylenebileceğini” iddia etmiş.

Gerçekten tuhaf bir memlekette yaşıyoruz.

“Suç duyurusunda bulunmak” bir ulusal spor haline gelmiş durumda ve herkes birbiri ile ilgili suç duyurusunda bulunmaya dayanılmaz bir istek duyuyor.

İki kişi arasında geçen bir telefon konuşması bu. “Aleni” hale gelmesi ise yasadışı bir eylemin sonucu.

Savcılık doğrusunu yapmış ve takipsizlik kararı vermiş. Memleketimizde bırakın telefonlarda konuşmayı, kahvehanede bile iki kişinin arasında geçen konuşmaları takip edecek olursanız hapse girmeyecek kimse kalmaz!

Bu sadece onları ilgilendirir, başkasını değil.

Ancak Egemen Bağış ’ın durumunda bir farklılık var.

Kendisi bir siyasetçi ve son TBMM konuşmasında olduğu gibi dilinden din–iman meseleleri hiç düşmüyor. Evet, o konuşmasının açıklanması yasalarımıza göre suç ve alenileşmiş olması da bu nedenle bir hukuki sonuç doğurmaz ama siyasi sorumluluk diye de bir şey var.

Bir boş anına gelip böyle şeyler söylemiş olması nedeniyle onu hapse tıkmayacağız elbette ama inançlı insanların bir özür beklemek de haklarıdır.

O sallanan kâğıdı görmek istiyorum!

ESKİ bakanlardan Zafer Çağlayan, TBMM’deki görüşmelerde kürsüye çıktığında elinde bir kâğıt sallayıp duruyordu. Konu malum: Reza Zarrab ’dan alınan, gümrük vergisinin ödenip ödenmediğini bilmediğimiz saatin parasının ödenip ödenmediği ile ilgili!

O kâğıtta ne yazılıydı, hiçbirimiz görmedik.

Ama Çağlayan kâğıdı sallarken, parayı ödediğini, saatin garanti belgesinin de kendi üzerine olduğunu söylüyordu.

Garantinin bir kişi üzerine olamayacağını, yani Çağlayan ’ın bu konuda doğru söylemediğini de öğrendik.

O günden beri merak ediyorum, acaba o kâğıtta ne yazılıydı? Yazdım, Zafer Bey ’e dedim ki lütfen bu belgeleri gönderin, ben de bu köşede yayınlayayım, torba ağızlı olanların bile ağızlarını büzelim!

Ama heyhat, tık yok!

Popüler İçerikler

Tolunay Kafkas, "El Sıkmama" Olayına Müdahil Oldu: Hedefinde Volkan Demirel Var
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt