Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Cumhurbaşkanı Erdoğan el attığı her meseleyi daha da büyük bir sorun haline getiriyor. Var olan sorunları çözmeye kalktığında toplumu daha da ayrıştırıyor.

Çünkü meseleleri ele alış biçimi, üslubu ve bu yaklaşımıyla yarattığı ‘Kendi çıkarı için yapıyor’ algısı, iyi bir şey yapsa bile toplumun bir kesiminde yapacağı o işe karşı güçlü bir direncin oluşmasına neden oluyor. Onun bu tarzına, üslubuna, var sayılan niyetine, yaklaşımına duyulan öfke ve nefret, el attığı konulara, o konuların aktörlerine öfke ve nefrete dönüşüyor.

Son olarak bunu Suriyeliler meselesinde gördük.

Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık vereceğiz”, “Boş TOKİ konutlarına Suriyelileri yerleştireceğiz” sözleri birdenbire Suriyelileri toplumda nefret odağı yaptı.

Daha birkaç ay önce AB’ye, “Kızdırmayın beni, mültecileri otobüslere doldurur kapınıza gönderirim” diyen bir siyasetçinin, meseleyi vatandaşlık vermek gibi en uç noktaya taşıması hakikaten de sorun. Çünkü bu savrulmalar meseleleri kendi siyasi çıkarının malzemesi yaptığının bir göstergesi.

Türkiye, kamuoyunu şaşırtmayı seven Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık verileceğine dair açıklamasıyla bomba gibi bir gündeme yuvarlandı. Suriye politikasının bedelini ödemeye başlayan ülkenin milliyetçi damarları hemen kabardı. Vatandaşlık vaadine ırkçılığa varan tepkiler verildi. Özellikle sosyal medyada nefret söylemi tavan yaptı.

Ne oldu da Avrupa’ya 'Alnımızda enayi yazmıyor, mültecileri otobüslere doldurur Avrupa'ya göndeririz' diye şantaj yapan Erdoğan birden bire milyonlarca sığınmacıyı vatandaş yapmaya karar verdi?

Daha önce Kafkasya ve Balkanlar’dan gelen akraba topluluklara vatandaşlık vermekten kaçınan iktidar neden birden bire çok daha büyük bir kitleye yeşil ışık yaktı?

Doğrusu sığınmacılar için yapılabilecek ilk iyilik, onlara mülteci statüsü tanımaktır. Malum Türkiye 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne imza atarken Avrupa ülkeleri hariç dışarıdan gelenlere mülteci statüsü vermeyeceği şartını koşmuştu. Bu nedenle Ankara diğer coğrafyalardan gelenlerle ilgili sadece ‘geçici koruma’ sorumluluğunu üstleniyor.

Türkiye belki de tarihinin en ciddi sınavlarından birini veriyor. 

Son günlerde Suriye'lilere vatandaşlık verileceğine dair ortaya atılan görüş ve bunun yarattığı tartışmalar zaten bölünmüş ve kutuplaşmış olan Türkiye toplumunda yeni bir bölünme zemini daha yarattı.

Türkiye toplumu uzun bir zamandan beri en önemli özelliği olan 'hoşgörü'yü kaybetti. Kendi yurdunuzda bin yıldır ortak yaşam alanını paylaştığınız Kürt, Ermeni, Rum, Yahudi ve daha nice nice etnik ve milli unsurları küçümser, kötüler ve yabancılaştırırsanız sonunda olacağı budur. Bunda da Suriyelilerin bir suçu yoktur.

Nedir bu vatandaşlık tartışması? Herşeyden önce, iktidar Suriye'li mülteciler konusunda yaptığı yanlışın geç de olsa farkına vardı. Öyle Mevlana gibi her gelene kucak açan, 'kim olursan ol, gel yine gel' diyerek sınır kapılarını elek gibi geçişken hale getiren politikaların sonunda ülke Suriye'den gelen ve tam olarak sayısı bilinemediği için bir kaynaktan diğerine farklılıklar gösteren, ortalama üç milyon dolayında mülteciyi barındırmak zorunda bırakıldı.

Suriyeli vatandaşlar” konusuna takıldı kaldı Türkiye gündemi. Konunun bence en önemli boyutu, vatandaşlığın neden şimdi, birden gündeme geliverdiği. Geçen haftalarda, birden gündeme geliveren “özel güvenlikçiler yasa tasarısını” bir anımsayalım. Bu tasarı, “Türkiye vatandaşı olmayanların, özel güvenlik firmalarında çalışabilmesine” imkân tanımayı öngörüyordu. Ayrıca, özel güvenlikçilerde, eğitim şartı da aranmayacaktı. Bu tasarının, Suriye’deki savaştan “emekli” olacaklara, Türkiye’de legal bir hayata geçme şansı tanıyabileceğini daha önce dile getirmiştim.

Ankara’da bir projeler pişiyor ve politik bakımından, giderek artan dozda olduğu gibi, şeffaflıktan uzak tavırlar söz konusu. Olan bitenin arka perdesinde, gene bir hesaplar var.

Biz, işin “Ankara aklı” bölümüne değil, sosyal kısmına bakalım.

Araştırma dört yıl önce yapılmış… Ancak ben henüz daha yenisine rastlamadım. Bahçeşehir Üniversitesi'nden bir ekip ülkemize sığınmış olan Suriyeli çocukların durumlarını araştırmış. (BAU'nun web sitesinden, 'Haberler' sekmesinden araştırma sonuçlarına ulaşmak mümkün) 

Bilenler için tekrar olursa kusura bakmasınlar. Aslında sık sık tekrarlanmasında, yeni araştırmalarla mevcut durumun daha da derinlemesine incelenmesinde yarar var. Çünkü rakamlar bize ciddî toplumsal sorumluluklar yüklüyor. Hem Suriyeli kardeşlerimizin hem de onları bağrına basmış tüm Türkiye vatandaşlarının geleceği ve selameti adına…

Konuyu Doç. Dr. Serap Özer'in koordinasyonunda bir ekip araştırmış. New York Üniversitesi'nden Doç. Dr. Selçuk Şirin, Norveç Kamu Sağlığı Enstitüsü'nden Dr. Brit Oppeda da danışman olarak görev almışlar.

Suriyelilere vatandaşlık hakkı tartışmasında iktidar, niteliklilerin alınacağını ve bunun Türkiye’ye faydalı olacağını söylüyor, muhalefet ise sayıları 3.5 milyonu bulan Suriyelilerin tamamını kapsayacağını savunarak, vatana ihanet suçlaması yapıyor. Bu arada da 2 kişinin ölümüyle sonuçlanan Konya ve Şanlıurfa ile İzmir-Buca’yı karıştıran örneklerde olduğu gibi Türkiye ve Suriyeli gençler arasında karşılıklı öfke patlamaları yaşanıyor. Dahası, sosyal medyadaki “Ülkemde Suriyeli istemiyorum” içerikli kampanyalar destek buluyor. Yani “Bombalardan, cellatlardan kaçanlara kucağımızı açtık” havası yerine toplumsal çatışmalar, nefretin körüklenmesi yabancı düşmanlığı ile Suriyelilerin kendi içinde çeteleşme görüntüleri ivme kazanmış durumda ve patlama sinyali veriyor. Tıpkı ateşin üzerinde unutulan düdüklü tencere gibi... Çünkü Suriye olaylarının başlangıcı kabul edilen 15 Mart 2011 tarihinden günümüze kadar ülkemiz yoğun bir göç akınına maruz kalmasına rağmen pek önemsemedik. Misafir mantığıyla “Nasıl olsa dönecekler” dedik, hatta döndüklerinde Türkiye adına iyi niyet elçileri olacağını sandık.

Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık verilmesi konusu ülke gündeminin bir numaralı maddesi oldu. Erdoğan; “O kardeşlerimize vatandaşlığı vereceğiz… (Kalifiye Suriyelileri) Biz almayalım da, İngiltere’ye Kanada’ya mı gitsin?” diye soralı beri bütün partiler bunu tartışıyor.

AKP, bu konuda da kamuoyu yoklamaları yaptı; vatandaşlık ve TOKİ’den ev önerisine dönük tepkileri minimize edecek yollar arıyor. Bir yandan, yalnızca nitelikli olanlara, ülkeye sermaye getireceklere vatandaşlık verileceğini, Suriyelilerin “Türklerin yapmadığı işleri yapacağını” söylerken, araya “Ahıska Türkleri”ni de katarak milliyetçi tepkileri yumuşatmaya çalışıyor.

Yabancılar, sığınmacılar, mülteciler… Kısacası “ötekiler”, 11 Eylül’de İkiz Kuleler’in vurulmasından bu yana, medyanın da katkısıyla, küresel bir “güvenlik meselesi” haline getirildi. Bizde de, son günlerle Suriyelilerin karıştığı öldürme yaralama olayları sıkça haber olmaya başladı.

Suriyeliler konusu, demokratlığın ve sol olmanın da turnusoluna dönüşüyor.

Bayramda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’deki Suriyelilere vatandaşlık vaadini okuyunca aklıma gelen ilk cümle “Yahu önce Cizrelilere vatandaşlık verseydiniz” oldu. Hani neresinden baksanız yüzlerce yıldır bu topraklarda yaşıyorlar... 

Eh tabii kâğıt üzerinde Cizrelilerin vatandaşlık hakkı var. Ama gel sen bunu orada sınava giremeyen, okula gidemeyen, evi sanki Halep kırsalındaymış gibi yerle yeksan olan insanlara anlat. 

Tam da Erdoğan’ın demecini okumadan önce Human Rights Watch, namı diğer İnsan Hakları Gözlemevi’nin, Cizre raporunu okumuştum. Üzülerek. Gazeteciliğe ilk başladığım yıllarda tıfıl bir muhabir olarak Human Rights Watch’ın Türkiye’deki köy boşaltmalarla ilgili raporunun basın toplantısına gitmiştim. Yazdığım ilk haberlerden olmalı. Aradan yıllar geçti, 360 derece dönüp yine insan hakları kuruluşlarının mercek altına aldığı ülkede gazetecilik yapıyorum .Üzülmemek mümkün mü? 

Erdoğan’ın lafları kişisel olarak hepimizi bir ikileme soktu. Ben şahsen zorlanıyorum.

Sözcü gazetesi ve yazarlarının Suriyeli istemiyoruz kampanyası, ırkçılığın en pespaye örneklerinden birisini ortaya koyuyor.

Hiç gizlemeden saklamadan, damardan giriştikleri bu ırkçılık, insanı hakikaten hayret ve dehşet duygusuyla baş başa bırakıyor.

Argümanlarını akla büründürme gereği bile duymuyorlar.

***

Türkiye'deki bütün Suriyelileri, ülkesini savunmaktan kaçmış hain, bombalar altında çoğalmaya devam eden sefahat düşkünleri, cahil, zevksiz, mendebur ilan ediyorlar.

O Suriyeliler ki, Türklerin işine, aşına göz koymuşlarmış; Türkler sürüm sürüm sürünürken, onlar bir elleri yağda bir elleri balda yaşıyorlarmış!

Suriyelilerden rahatı yokmuş ülkemizde!

Hatay Reyhanlı’da olağan bir gelişme olarak yaşanan patlamanın ardından bir milletvekili, halkın Suriyeliler içinde kimin mazlum sığınmacı kimin cihatçı katil olduğunu bilmemenin tedirginliğini yaşadığını söylemiş. Doğru, ama biraz eksik. Halk, kendi hemşehrileri içinde parmakla gösterebileceği yüzlerce kişinin IŞİD’e katıldığını bilmenin tedirginliğini de yaşıyor. Yani Suriyeliler sorunu cihatçılar sorunundan ibaret olmadığı gibi, cihatçılar sorunu da Suriyelilerden ibaret değil.

Dört ay önce Reyhanlılı işçilerle yaptığımız görüşmeleri aktardığımız, “Reyhanlı savaşı bekliyor: Belki gene bir bomba patlar” başlıklı bir yazı yazmıştık.

Beklenen bombalardan ilki patladı. İki cihatçı hazırladıkları bomba düzeneğini bir elektrik süpürgesi içine yerleştirmeye çalışırken yaşanan patlamada öldü. Yanlarında bir adet susturucu ve tabanca da bulundu.

Bu iki cihatçının Nusra Cephesi ile bağlantılı olabileceği ve daha önce Antakya’da bir ÖSO komutanına yönelik gerçekleşen saldırıyla da ilgileri olabileceği yazıldı. Sendika.Org’un ilgili haberindeyse birkaç ay önce Reyhanlı’da susturuculu tabanca ile gerçekleştirilen bir suikast girişimine dikkat çekildi.

Popüler İçerikler

HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
Müge Anlı'da Yeni Bir Fenomen Doğdu: Habibe Kendine Has Tarzı ve Tavrıyla Hepimizi Fena Gaza Getirdi!