Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Memlekette bir Yunanların vatan haini ilan edilmediği kalmıştı. O da oldu!

Yeni Asır gazetesinin mikrofon uzattığı Ege Turistik İşletmeler ve Konaklamalar Birliği Başkanı Mehmet İşler, “Yunan adaları daha ucuz” diyenlere isyan etmiş.

Meğer bizimkiler en pahalı suyu kullanıyorlar, en pahalı katı atık bedelini ödüyorlar, vergi veriyorlar, balığı faturalı alıyorlar, çalışanlarının sosyal güvenliğini ödüyorlarmış. Sıkı durun, kreşendo geliyor: “Çünkü biz vatanseveriz! Yunan adalarında bunların hiçbiri yapılmıyor.”

Sanırım artık memleket sınırları içinde kazıklanmaktan yıldığımız için biz de bu Yunan vatan hainlerinin ekmeğine yağ sürmüş oluyoruz!

İzmit Körfezi geçişini 2 saatten 4 dakikaya indirecek, yeryüzünün en uzun açıklıklı dördüncü köprüsü olan Osmangazi Köprüsü 30 Haziran’da açıldı. 

İktidar, “köprüler yaptırdım beleş geçmeye” türküsünü çığırabilsin diye, Tayyip Bey’in emri ile on gün süreyle, vatandaş köprüden bedava geçti. Çok da mutlu oldu. Hatta köprü girişlerine arabasını park edip bedava geçişi cep telefonuyla fotoğraflayarak, beleşi ölümsüzleştirirken trafiği tıkadı, tehlikeli durumlar da yarattı. Vatandaşımız beleşe bayılır, oyunu isteyen de onu sürekli beleşle kazıklar. Osmangazi Köprüsü de onun bir parçasını oluşturduğu ve kalkış ile varış noktaları arasındaki süreyi 3.5 saate indireceği söylenen İstanbul İzmir otoyolu projesi de, bu beleşle kazıklamanın canlı örneğidir. 

“Yap - işlet - devret” (YİD) modeliyle yapılan otoyol ve köprü için ilk bakışta kimsenin cebinden para çıkmamaktadır. Devlet bu iş için yükleniciye beş para ödememekte, yalnızca bir süreliğine işletmeyi vermektedir.

Bu hafta sonu Varşova’da NATO Zirvesi yapılıyor. Ana gündem maddesi nedir diye bakıldığında üye ülkelerin tehdit algılarının değiştiği görülüyor. Avrupalı ortaklar ve ABD için önemli gündem Rusya’dan kaynaklanan tehdit iken, Türkiye uluslararası terörizme karşı müttefiklerinden dayanışma bekliyor.

1949 yılında kurulan NATO’nun temel amacı o dönemde büyük bir güç olarak ortaya çıkan ve Avrupa’yı tehdit ettiği düşünülen Sovyetler Birliği’ne karşı bir savunma duvarı oluşturmaktı. Soğuk Savaş sona erdiğinde bir süre NATO’nun varlığının devam edip etmemesi tartışıldı. Fransa’nın başı çektiği bazı Avrupalı üyeler artık Sovyet tehdidi ortadan kalktığına göre ABD desteğine ihtiyaç duymadıklarını söyleyip, ABD’nin dominant pozisyona sahip olduğu NATO yerine AB çatısı altında bir savunma mekanizması kurmak istediler. Buna karşılık İngiltere’nin önderliğindeki çok sayıdaki ülke ise başta uluslararası terörizm olmak üzere Avrupa’ya yönelik çok sayıda yeni tehdit olduğunu ve Avrupa’nın bu tehditlere karşı tek başına mücadele edemeyeceğini savunup ABD’nin Avrupa güvenliğine katkısının devam etmesi gerektiğini ileri sürdüler.

Kediye ciğer emanet etmek misâli, “Yeni Türkiye”nin eğitim politikası ve değerler eğitimi de Ensar Vakfı’na emanet ediliyor, hatta edildi bile. Ensar Vakfı ile birlikte, Bilal Erdoğan’ın yöneticileri arasında bulunduğu TÜGVA, Eğitim şuralarındaki etkisiyle tanınan Eğitim Bir-Sen ve İlim Yayma Cemiyeti’nin katıldıkları MEB Çalıştayı'nda alınan istişarî mahiyetteki kararlar, hiç kuşkunuz olmasın, önümüzdeki günlerde adım adım uygulanmaya başlanacak. 

Bu öneriler/kararlar arasında Kuran-ı Kerim dersinin seçmeli değil zorunlu olması, din öğretiminin okul öncesinden başlaması, zekî ve başarılı öğrencilerin İmam Hatip’lere yönlendirilmesi için seferberlik, imamların ve öğretmenlerin öğrencileri okul dışında da izlemesi ve de “değerler eğitimi”nin 0-6 yaştan başlaması, iki yaşından sonra mutlaka verilmesi var.

Ankara’nın son bazı açılımları, Türk dış politikasında bir değişiklik belirtisi olarak görülüyor.

Bu açılımlar İsrail ve Rusya ile ilişkilerin normalleştirilmesi için varılan anlaşmalarla başladı. Bunun hemen ardından bir Mısır açılımının işareti geldi. Şimdi de sırada İran’ın yer aldığı görülüyor.

Bütün bu gelişmelerin hükümet değişikliğinden sonra, yeni Başbakan Binali Yıldırım’ın ilk konuşmasında “Daha çok dost, daha az düşman” sloganını ortaya atması üzerine gerçekleşmiş olması, zihinlerde bazı soruların belirmesine yol açıyor.

Örneğin, bu yeni durumun hükümet değişikliği, yani Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlıktan çekilmesiyle bir ilintisi var mı? Ayrıca dış politikada tam olarak değişen nedir?

AKP yutarken salkımı, halka talkımı vermeyi sürdürüyor. 

Son hazırladıkları tasarı yeşillenmiş sermayenin yararına. İşçilerin alacakları ve işe geri dönüş için açacakları davalarda, arabuluculuk zorunlu hale getiriliyor. Arabulucuya gidilmeden açılacak davalar kabul edilmeyecek. Arabulucu karar verirse, işçiler aynı konuda bir kez daha dava açamayacaklar. 

Genel-İş Sendikası, yeni tasarıyı kısaca şöyle özetliyor: 

“İşten atıldınız işe iade davası açtınız, temyiz yolu kapalı, Yargıtay yasak! Toplu iş sözleşmenizin bir maddesinde uyuşmazlık çıktı sendikanız yorum davası açtı, temyiz yolu kapalı, Yargıtay yasak! İşyerinizde grev var. İşveren kanuna aykırı diye dava açtı, temyiz yolu kapalı, Yargıtay yasak!” 

Özetle yeşillenmiş patron, bastıracak parayı, arabulucuya gidecek, işçi de havasını alıp cebine koyacak!

Kulaklar aşinadır:

“… Türkiyemiz kuşatılıyor, milletimiz yargılanıyor, üniter yapı sarsılıyor, değerlerimiz tartışılıyor, tarihimiz sorgulanıyor, beraberliğimiz parçalanıyor, vatanımız hançerleniyor…”

Sözler Bahçeli'nin 2006 MHP Kurultay konuşmasından...

Bu, aslında, dünden bugüne, kendisini biteviye tekrar eden, kâh askerin, kâh CHP'nin, kâh MHP'nin, kâh AK Parti'nin diline pelesenk olmuş, her birinde türlü ve farklı biçimler alan bir “siyasi tını”dır.

Ülkedeki her gerilimi, her sıkıntıyı, her sorunu dış kaynaklı planlarla, Türkiye'ye, Türk milletine, onun değerlerine karşı planlı ve sistemli saldırılarla açıklayan, her soruyu, sorguyu, eleştiriyi bunlarla özdeşleştiren “tehdit, tehlike, dış düşman bağımlılığı”nın tınısı...

Başbakanlar değişse de, AKP’nin “müjde” geleneği baki. Son olarak, aradan geçen 4 yıla rağmen, iş güvenliği yasasının hâlâ tam olarak yürürlüğe girmeyecek olması da “bayram müjdesi” kapsamında duyuruldu.

Sermaye için vergi muafiyetinden borç ödeme kolaylığına, yeşil pasaporttan kredi teşvikine kadar bir dizi düzenlemenin yer aldığı yeni ekonomi paketinden işçiler için ise iş güvenliği yasasının bir dizi hükmünün en az 1 yıl daha ertelenmesi çıktı.

İşçilerin bayram müjdesi, “Küçük bir-iki şeye henüz alt yapı hazır değil, bir zamana ihtiyacımız var” ifadeleriyle duyuruldu.

İşçinin doğrudan can güvenliğine tekabül eden bu “küçük bir-iki şey” kapsamında da, madenlerde işçilerin yer üstüne güvenli bir şekilde çıkmasını sağlayacak hayat hattı ve personel takip sisteminin kurulması en az 1 yıl daha ertelendi.

Göz göre göre gelen Soma’dan, Ermenek’ten ve nice iş cinayetlerinden biliyoruz ki; güvenli çalışmaya dair her erteleme -özellikle de madenlerde- iktidarın “ihtiyacım var” dediği zamanın doğrudan işçinin ömrüyle karşılanması ihtimalini beraberinde getiriyor. Tıpkı patronun tasarruf ihtiyacı karşılanırken olduğu gibi.

Sadece İngiltere değil, bütün dünya 6 Temmuz'da açıklanan bir raporla çalkalanıyor.

Irak Soruşturma Raporu, ya da soruşturma heyetinin başkanı Sir John Chilcot’a atfedilerek Chilcot Raporu, 19 Mart 2003’te ABD öncülüğünde başlatılan Irak’ı işgal harekatı ve sonrasında İngiltere’nin rolünü ortaya döktü.

Sonuçlarını şöyle özetlemek mümkün:

1- Eski Irak lideri Saddam Hüseyin, İngiltere’ye (Birleşik Krallık) çıkalarına acil bir tehdit oluşturmamaktaydı,

2- Saddam’ın elinde Kitle İmha Silahları (KİS) bulunduğuna dair istihbarat, olmadığı kadar kesinmiş gibi sunulmuştu,

3- Savaşın barışçıl seçenekleri tamamen tüketilmemişti,

4- İngiltere, ABD ile birlikte Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin otoritesinin altını oydu,

5- Askeri müdahalenin hukuki zeminini tanımlayan süreç tatmin edici olmaktan çok uzaktı,

6- Ve nihayet, 2003’te Irak’ın işgali gereksizdi.

Lady Leyla Gemisi, İsrail limanına gitti. İsrail askerlerinin gözetiminde, denetiminde yükünü boşalttı. 10 bin ton gıda; pirinç, şeker, yağ, un, makarna. Çocuklara 10 bin oyuncak, babalarına ayakkabı, annelerine etek, bluz… İsrail askeri yükü teslim aldı. TIR'lara yükleyip Gazze'de Filistinlilere verecek.

Lady Leyla!

Teslimat gemisi oldu.

Mavi Marmara Gemisi de; un, şeker, pirinç, makarna, çocuklara oyuncak, babalara ayakkabı, annelere etek götürmüştü. Mavi Marmara gemisinin organizatörleri, “yardımı ben kendim Filistinliye vereceğim” demeseydi; ne çatışma çıkacak, ne 10 kişi ölecek, ne İsrail ile Türkiye'nin arası kanlı-bıçaklı olacaktı.

Mavi Marmara!

Tahrik gemisiydi.

İsrail'i tahrik edecek.

Alkışı Erdoğan toplayacaktı. Aynen öyle oldu fakat yapılan işin adı; “Gazze'de din kardeşlerimizin yardımına koşmak” konuldu.

Popüler İçerikler

Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt
İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!
Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman