Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Türkiye'de son bir yılda sivilleri hedef alan 10'dan fazla terör saldırısında 300'e yakın insan can verdi. 

Suruç’taki saldırı ve Güneydoğu illerinde süren çatışmaların yarattığı üzüntü belki bölge sınırları içinde kalmasa da, malum, travmayı daha fazla yaşayanlar olaylara daha yakından, daha uzun süre maruz kalanlar ve onların yakınlarıdır.

Ama artık toplumun geneline yayılan bir üzüntüden ve travmadan söz edebiliriz. Zira 10 Ekim’den sonra şiddet büyük şehirlere sıçradı. Çok iyi korunduğunu, istihbaratın güçlü olduğunu varsaydığımız Ankara ile İstanbul’un göbeğindeki saldırılar psikolojimizi altüst etti.

Endişeliyiz, korkuyoruz.

Biz hadi neyse... Ya çocuklar?

Şiddetle içli dışlı yaşamak zorunda kalan çocukların hasarlı yetişkinler olmamasını nasıl sağlayacağız?

Mızrak çuvala sığmadığında ne yaparsınız? Ya mızrağı çıkaracaksınız, yahut çuval delik deşik olacak. Bizim siyasal İslamcı rejim şimdilik mızrağı çuvaldan çıkarmaya çalışırken elini, kolunu, yüzünü yaralar görünümünde. 

İsrail ile “normalleşme anlaşması” ve Rusya’dan dilenen özürle başlayan süreç baş döndürücü. Başbakan Binali Yıldırım, “İlişkilerimizi Karadeniz ve Akdeniz çevresindeki tüm ülkelerle geliştirmeyi hedefliyoruz” diyerek İran, Mısır, Irak ve hatta Suriye’ye sinyal yolladı. Bir hafta içinde jet hızla değişen retorik ve adımlar, bir yandan “zararın neresinden dönülse kârdır” dedirtiyor; diğer yandan “hangi bedellerle” sorusunu sorduruyor. Zira Türkiye Cumhuriyeti’nin başına tarihinde görmediği belalar açtılar. 

Siyasi iktidarlar hatalı tasarruflarından döner, dış politikalarını revize ederler. Bunu yapmanın yolu yordamı da vardır. Bizde “sıfır sorun”dan “sırf sorun”a dönen dış politika, iç politikada ideolojik hegemonya aracına dönüştürülerek o denli ileri gidildi ki, çark etmek aynı ölçüde sancılı.

Irkçılık derin bir hastalıktır ve yazık ki tedavisi mümkün değildir. Genellikle bu hastalığa tutulanlar tedaviyi kabul etmez zaten. Kendi ırkını en güçlü, en değerli, en becerili, en yetkin, en güzel, en akıllı sanmak olağan koşullarda aptallık göstergesidir. Ama ilginçtir ki, toplum birlikte hastalığa tutulduğunda, bu sanıyı elbirliğiyle iktidara taşır. Naziler bunun en örgütlü örneğidir ve en dehşet verici uygulamaları yapandır.

Otoriter liderler; milliyetçiliğin en saldırgan halini dillerine dolayarak kudret devşirir duygulardan. Esasen kendi dışında kimseyle meşgul değildir bu kişiler. Dev aynasında kendilerini gördükçe daha bir âşık oldukları için, esasen ne millet, ne de herhangi birinin önemi yoktur onlar için. Ruhuna milliyetçilik zerk edilerek uyuşmuş toplum, bir çılgının peşinden gönüllü gider ve intihar eder. Milliyetçilik çatışmayla güçlenir. Sürekli düşman yaratmak zalimi güçlendirir. Diyeceğim o ki, güruh gerçek suçlu yerine, düşkün, güçsüz olan zavallı insanları ezmek için iştahla saldırır.

Erciş ve Midyat'ın il olacağını yazıp, bayram müjdesi vermek isterim.

Ama şimdilik iki il kuruluyor.

Hakkâri’nin yerine Yüksekova, Şırnak’ın yerine Cizre il olacak.

Başbakanlığı sırasında Ahmet Davutoğlu açıklamıştı.

İçişleri Bakanı Efkan Ala, AK Parti MKYK’daki terör konulu sunumu sırasında, Cizre ve Yüksekova’nın il olması hedefinden vazgeçmediklerini ifade ediyor.

Peki Erciş ve Midyat’ın il olması haberleri nereden çıktı?

AK Parti’de bir grup Erciş ve Midyat’ın il olmasını savunuyor.

Fırsat buldukları her zeminde gündeme getiriyorlar. Erciş ve Midyat’ın il olmayı hak ettiği yönünde bir kanaat var. Ama Midyat ve Erciş için yürütülen bir çalışma yok. Şimdilik Yüksekova ve Cizre gündemde.

TERÖRİSTLE MÜCADELEDEN TERÖRLE MÜCADELEYE GEÇİLİYOR

Bu arada hem Bakanlar Kurulu’nda, AK Parti’nin yetkili kurullarında yapılan değerlendirmeler ışığında şunu söyleyebilirim; terörle mücadelede yeni bir süreç yaşanıyor.

Atatürk Havalimanı’ndaki terör eylemini gerçekleştirenlerin eski Sovyet coğrafyasından olduğu anlaşılıyor. Peki, orada IŞİD’e insan kaynağı sağlayan örgütler hangileri? Rusya onlarla nasıl mücadele ediyor? Avrasya uzmanı Orhan Gafarlı Al Jazeera'ye yazdı.

28 Haziran günü, 44 kişinin ölümüne sebep olan Atatürk Havalimanı’nda terör eylemi gerçekleştiren üç kişinin yabancı uyruklu olduğu resmi kaynaklarca açıklandı. Saldırganlardan biri Dağıstanlı Vadim Osmanov. İkinci saldırganın Rus pasaportlu Rakim Bulgarov olduğu yönünde açıklamalar var. Şüpheler diğer iki kişinin Özbekistan ve Kırgızistan kökenli olduğu yönünde. Bu bilgiler kesin olmasa da şaşırtıcı da değil çünkü eski Sovyet coğrafyasında, Orta Asya’da DAEŞ’e (IŞİD) yakın duran sempatizanların, örgütlerin sayısı az değil.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye iç savaşı nedeniyle ülkesini terk ederek Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan 2,5 milyondan fazla Suriyeli mülteciye, talep etmeleri halinde vatandaşlık hakkı verileceğini açıkladı. 

Suriye’deki gelişmeler, Ülkemize sığınanların bir daha yurtlarına, evlerine, topraklarına dönemeyeceklerini açıkça gösteriyordu; zira kanlı iç savaşta mültecilerin dönebilecekleri ne bir ülke ne bir devlet ne de ev kaldı geriye.  

Türkiye’nin milyonlarca Suriyeliye kucak açması; onlara bir yurt, yeni bir vatan sunması, tarihe geçecek nitelikte bir insanlık ve fedakarlık örneğidir.

Suriyelilerin aşımıza, işimize ortak olması Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını eksiltmez, küçültmez; aksine zenginleştirir, güçlendirir. İşsizlik, kişi başına düşen gelirin azalması vs. gibi gerekçeler öne sürülerek “Suriyelilere vatandaşlık” verilmesine itiraz edenler olacaktır; kültür farklılığından dem vurup yeni sosyal çatışmalara işaret edilecektir; sığınmacıların neden olduğu asayiş sorunlarına dikkat çekilerek karşı çıkışlar yaşanacaktır; ama unutulmamalı ki Türkiye toprakları bağrında nice savaş sığınmacısı ve artık Türkiye vatandaşı olmuş insan taşımaktadır.

Dış politikada Rusya ve İsrail ile anlaşma konusu, “dün onu söylüyordun, bugün bunu söylüyorsun” eksenine oturdu gibi. Oysa asıl mesele o değil, asıl mesele, dış siyaset alanında yaşanan bu bu değişimlerin aslı faslı, mahiyeti, maliyeti. Rusya ile anlaşmanın neresindeyiz o belli değil, ama velev ki işler bu rayda aksamadan devam etsin, rahatça domates satmaya başlayabilelim; işin orası kolay da “cihatçı satmak” domates satmaya benzemez, bu konu çok başımızı ağrıtacak. Nitekim, İstanbul havalimanı patlaması işaret fişeği niteliğinde değil mi? Patlamayı gerçekleştiren IŞİD’lilerin Rus vatandaşı olan “cihatçılar” çıkması tesadüf sayılabilir mi? 

Türkiye’nin, Rusya’nın baş düşman saydığı radikal Çeçen savaşçılara verdiği destek, AK Partisi iktidarı ile başlamadı. Soğuk Savaş dönemi sona erdiğinde, Rusya’nın dağılma sürecinde, Türkiye bu parçalanma sürecine balıklama atlamıştı.

Sansür koyulaşıyor.

Bu hızla giderse pek yakında sadece 'sahibinin sesi' ile baş başa kalmamız an meselesi.

AKP'yle ihale işlerinde başı çeken bazı iş adamlarıyla ilgili Panama Belgeleri'ni yayınlayan Cumhuriyet, Sözcü, Journo sitelerine konan yasakların ardından dün Diken, Evrensel, T24, Onedio ve İlerihaber'de yer alan 12. Hormonlu Domates Ödülleri haberine de erişim engeli getirildi.

Yarına Bakış, Yeni Hayat gibi gazetelere ve iktidarı eleştiren bazı haber sitelerine dün girmeye çalışanlar da boşuna uğraştılar.

Yetkili makamlar IŞİD'in terör saldırısının ardından sorular soran ve güvenlik boyutunu eleştiren bu gazetelere erişimi topyekûn engellemek suretiyle, 'paket çözümle işi bitirmiş'ti.

Türkiye’de özellikle ekonomik-siyasi denklemdeki son gelişmeleri sorgulayanlar, hala klasik sistem üzerinden sebep-sonuç ilişkisi kurmaya çalışıyorlarsa ve hala eski alışkanlıklara göre çıkarımlar yapıyorlarsa, çıkarımlara varmaları çok zor ! Lineer gözlemler ve lineer sorgulamalar, sıçrama yapan GERÇEĞİMİZİ anlamanıza imkan vermez !

Sevgili dostlar, gelişmelerin odağında “değişenler” var ! Herşeyden önce sistem değişiyor ve YENİ DENKLEMİN merkezinde “SEÇİLMİŞ CUMHURBAŞKANI” gerçeği var...

Peki “lineer-doğrusal sebep-sonuç ilişkisi” kuranlar yaşananları neden analiz edemiyorlar ?

Sevgili dostlarım, gelişmeleri eski anlayış ve alışkanlık ile analiz edip de “sonuca” varamayanlar, değişen denklem ve gerçeği idrak edemedikleri için zorlanıyorlar...SEÇİLMİŞ CUMHURBAŞKANLIĞI gerçeği idrak edilip denklemler buna göre sorgulanınca başta güç merkezleri dahil birçok tanımlama değişiyor...

Britanya’daki referandumu önemsiyorum: Britanya’nın bundan sonraki gidişatına yapacağını tahmin ettiğim etkiler nedeniyle; Avrupa Birliği’nin geleceğinin biçimlenmesinde oynayacağını sandığım rol nedeniyle; ve dünya siyasetinde açmış olduğundan korktuğum kapı nedeniyle.

Bir perşembe günü referandum yapıldı. “Leave” ( ayrıl ) diyenlerin yüzde 52’yi bulduğu anlaşıldı. Demek ki “Remain” ( kal ) diyenler yüzde 48’de “kal”mıştı. Bunu umanlar vardı; ama “bekleyen” pek yoktu. Onun için sonuçlar her şeyden önce bir şaşkınlık yarattı. İlginç olay, en azından görünüşte en fazla şaşıranların “Avrupa’dan çıkalım” hareketinin önde gelen sözcüleri olması.

Bu kahramanlardan Johnson, “50. maddeyi işletmeye koymakta acele etmeyelim” diyor; ötekiler, sağlık örgütlenmesine, ilân ettiklerinden çok daha az (lafı edilmeye değmez oranda) fon ayrılabileceğini itiraf ediyor; biri, televizyonda göçmen sayısında umulan düşmanın olamayacağını ilân ediyor.

Popüler İçerikler

Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı
Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt