Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Onca efelenmeden, posta koymadan sonra İsrail ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkiler normalleştiriliyor. Ekonomi tıkırındaydı zaten. Resmin siyasi görünümünün de tamamlanması icap ediyordu. Türkiye’nin siyasal İslamcı rejimi ise el mahkûm tavizlerle “vuslata eriyor”... 

Peki, tarafların dün bu satırları yazılırken Roma’da son şeklini vermesi, birkaç hafta içinde imzalaması beklenen anlaşma ne getiriyor, ne götürüyor?

***

Türkiye 2010 Mavi Marmara vakası sonrası ilişkilerin normalleşmesi için üç koşul koymuştu: 

Resmi özür: ABD Başkanı’nın zorlamasıyla Mart 2013’te İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu tarafından dilendi. Diplomatik lisanla İsrail tarafı bunu “üzüntü beyanı” olarak algılıyor.

Uluslararası Çocuk Merkezi (ICC), Hacettepe Üniversitesi Halk Sağlığı Enstitüsü ve Halk Sağlığı Uzmanları Derneği, ECPAT International ve ECPAT Hollanda işbirliğiyle Türkiye'de Turizm ve Seyahatte Çocukların Cinsel Sömürüsü araştırması gerçekleştirdi. 

Daha önce bir toplantıda gazetecilerin bilgilendirilmesi sonucu ufak tefek haber olan araştırmanın tümünü okuma fırsatım oldu.

Araştırma hem Türkiye’de seyahat ve turizmde çocukların cinsel anlamda sömürüldüğünü hem de Türkiye vatandaşları arasında bu fiilleri ülke dışında gerçekleştirenler olduğunu ortaya koyuyor.

Türkiye’den Doğu Avrupa’ya seyahate giden kişilerin çocukların cinsel istismarı olaylarına karıştıklarına dair bildirimler artıyor.

Örneğin, Türkiye’den Moldova’ya gidenler hafta sonlarına özel kiralanmış dairelerde bir bedel karşılığında çocukları istismar ediyor.

İçişleri Bakanlığı kaynaklarına göre Güneydoğu’da ağır kayıplar veren; askeri operasyonlarla şehir ve kırsaldan temizlenen PKK, bu gidişatı durdurabilmek için iktidar partisi milletvekili ve siyasetçilere suikasta hazırlanıyor. 

İçişleri Bakanlığı’nın uyarılarına göre Kandil, dokunulmazlıkların kaldırılmasına ve PKK denetimindeki belediyelere yönelik Yargı’nın müdahale hazırlıklarına misilleme olarak, sivil siyasetçilere yönelik suikast kararı aldı. Güneydoğu’da iktidar partisi yöneticilerini “hedef” olarak belirleyen örgüt, dokunulmazlıkları ve belediyelere yönelik müdahaleleri bahane ederek harekete geçecek. 

HDP’nin ise 6-8 Ekim olayları gibi toplu linç ve katliama ortam sağlamak için “uygun zaman” kolladığı belirtiliyor. 

PKK’nın askeri kolu olan HPG’nin başındaki Murat Karayılan’ın geçen hafta örgüt medyasına yaptığı, “HDP’li belediyelere atanacak isimler öldürülecek” şeklindeki açıklama ile HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın mahkemelerin çağrılarına uymayacaklarına dair sözleri ve halkı sokağa çıkmaya hazırlayan mesajları, İçişleri Bakanlığı’nın uyarılarını doğrular nitelikte.

Bilgi Üniversitesi geçende bir duyuru yaptı. Kısaca diyor ki; RTE’nin hedef gösterdiği ve hakkında dava açılan öğretim üyelerimizle bağımızı kestik. Yani; biz bir üniversite falan değiliz, ticarethaneyiz, ifade özgürlüğü, hukukun üstünlüğü, bilimsel ölçütler falan bizim için bir anlam taşımaz! Bu üniversite ikinci cumhuriyetçilerin kalesiydi bir zaman. Anlaşılan kale düştü. Sıradan bir örnek aslında… Piyasalaşan eğitim hayatımızda doğal bir sonuç. Vakıf üniversitesi yalancılığının ibretlik sonucu bu! Buranın patronları için bir diyeceğim yok… Ama öğrencilere, velilere ve hocalara diyeceklerim var.

Bir insan çocuğunu niçin üniversiteye gönderir? Yazık ki bunun yanıtı bizde ya iş sahibi olsundur, ya askerden tüysündür ya da benzer başka yararcı cümledir. Oysa üniversite insanlığın ortak birikimini taşıyan, ölçütleri evrensel olan ve hiçbir tabu, dogma karşısında teslim olmayan bir kurumdur.

British exit depremi (Brexit)..

- Yabana atılacak..

- Dalga geçilecek..

- Kıs kıs gülünecek..

- Bizi almadınız, beter olun denilecek..

- Avrupa Birliği’nde ayrılık rüzgârları esiyor diye sevinilecek..

- Hıristiyan kulübü çöküyor diye göbek atılacak..

- Haçlı dünyası çatırdıyor keyfini çıkaralım denilecek..

Hadise değil..

Çok ciddi, çok önemli..

***

İlk gün yapılan yorumlar işin ciddiyetini yansıtmıyordu..

Ankara’da bıyık altından gülme hali vardı.. İngiltere’yle kafa bulma eğlencesi  vardı.. ‘Türkiye  30 yıl daha AB’ye giremez’  diyen Cameron’a nanik yapma  keyfi vardı..

Oysa zevkini çıkarılacak bi gelişme yok..

Yalova’daki son deprem, bir ülke ölçeğindeki İstanbul’a, beklenen büyük depremi hatırlattı. 

Biliyorsunuz değil mi? 

Beklenen o büyük deprem gerçekleştiğinde, başka bir şey konuşamaz hale geleceğiz. Eğer hayatta kalırsak tabii. 

Ne yıkıcı başkanlık ihtirası, ne çatışma, ne Brexit, ne o ne bu. 

Depremin, evimizde, kendimizde ve ruhlarımızda bırakacağı enkazdan başka bir konu kalmayacak hayatımızda. 

Ve aynı yalanları onlarca kez tedavüle sokmaktan utanmayan siyasetçisinden doymak bilmeyen müteahhidine, küfürbaz işadamından, kalemini, ruhunu satmış “gazeteci”sine kadar, o felakette çalarak ya da susarak payı olan herkes ama herkes sorumluluğu yokmuş gibi davranacak.

***

Tabii ki haklısınız. Tabii ki ağzımdan ve klavyemden yel alsın. Ve bu depremin hiç gerçekleşmemesini dileyelim.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 23 Haziran Perşembe günü, Doğu ve Güneydoğu'dan gelen kanaat önderlerine iftar verdi.

İftara katılanlarla konuştum. Cumhurbaşkanı Erdoğan’la girdikleri diyaloglara ulaşmaya çalıştım. Çünkü bu iftar sıradan bir iftar değildi. Özal, cumhurbaşkanı olduğunda bir tabuyu kırmış ve aşiret liderlerini Çankaya Köşkü’nde ağırlamıştı.

Bir de Tansu Çiller, başbakanlığı döneminde kanaat önderleriyle bir araya gelmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan iftarda yeni konseptin kodlarını verdi.

Muhatap bölge halkı.

PKK'ya sesinizi yükseltin

Cumhurbaşkanı’nın masasındaki isimlerden olan ve Kürt sorunu konusunda kitapları bulunan Ömer Vehbi Hatipoğlu, Erdoğan’ın mesajındaki farklı bir noktaya dikkat çekti. “Cumhurbaşkanı bölge insanlarına ‘PKK’ya karşı sesinizi yükseltin’ dedi. ‘Yerel inisiyatifin sesini yükseltmesi lazım’ dedi. Devlet halkın arkasında durursa, sesini çıkarır. Bu yeni bir durum.”

Britanya, tarihinin belki de en büyük ahmaklığını yaparak, kendisini muhtemelen parçalanmaya kadar götürecek bir karar verip Avrupa’dan çıkacağını açıklaması, Avrupa’nın bütün “yabancı düşmanı ve İslam karşıtı” faşist partilerini sevince boğdu.

Müslümanların ne işine yaradığını kimsenin anlamadığı kanlı bir İslam radikalizminin “büyük yardımlarıyla” patlayan Avrupa faşizmi, “Avrupa Birliği demokrasisinin” kenara itilip bütün yabancıların sınır dışı edileceğini, “saf Avrupalı” ırkın yaşayacağı bir kara parçasına sahip olacaklarını düşünerek seviniyorlar.

Avrupa’da “Müslüman ve yabancı” olmak ciddi bir eziyete dönüşecek bu faşizmin gelişmesiyle.

IŞİD’in, El Kaide’nin, El Nusra’nın ve onların türevlerinin yarattığı nefret Avrupa faşizminin alevlerini yükselttikçe yükseltiyor.

Kültürel zenginliği değil “kültürel tekliği” savunan Avrupalı faşistlerin niye sevindiklerini anlayabiliyorsunuz.

Döndüler dolaştılar, siyaseti yazboz tahtasına çevirdiler.

'Deneme-yanılma', Türkiye gibi kocaman, karmaşık bir ülkeyi yönetme aczinin alamet-i farikası oldu.

Karşılarına çıkan her problemi, halüsinasyonlar içinde yüzerken, akla en son gelecek tedbirlerle, 'Hadi deneyelim bakalım inşallah' sergüzeşti ile deniyor, ve habire yanılıyorlar.

Nasreddin Hoca misali habire 'göle maya çalmak' suretiyle dünyaya eğlence malzemesi haline gelmiş durumdalar.

Öyle bir acz hali ki bu, neresini çevirip baksanız cehalet, aymazlık, inat, basiretsizlik, ufuksuzluk fışkırıyor üstünüze başınıza.

'Üç kırmızı çizgimiz!' diye yeri göğü inlettiğimiz İsrail krizi, kapalı kapılar ardında gizli kapaklı bir anlaşma ile çözülecekmiş şimdi.

Biliyorsunuz Bilgi Üniversitesi, Profesör Zeynep Sayın’ın görevine son verdi. 

Gerekçe: Profesör Sayın’ın ders arasında (sırasında değil arasında) öğrencileriyle Cumhurbaşkanı ve AKP üstüne kişisel görüşlerini paylaşması. 

Uludağ Üniversitesi’nde Profesör Şermin Önder Külahoğlu’na derslerden el çektirildi. 

Gerekçe: Ders sırasında devlet aleyhine propaganda yapmak. 

Her iki profesör de o sırada sınıfta bulunan bir öğrencinin gizlice kaydedilip sonra da üniversite yönetimine ihbarıyla üniversitelerinden kovuldular ya da ders vermeleri yasaklandı. 

Bunlar gazetelere yansıyanlar. Bir de gazeteciye yollanan ve “Lütfen yayımlamayın. İşimden olmak istemiyorum. Ama hiç olmazsa siz bilin istedim” notuyla yollananlar var. Yazıya oturmadan tutup saydım 13 e-mektup üç aşağı beş yukarı bu içerikte. 

“İçerik” dediğim pek kısa özetlenebilir: Sınıfta, okulda bazı öğrenciler beni (bizleri) izliyor, cep telefonuyla ses kaydı yapıyor ve sonra da dekanlığa ya da doğrudan rektörlüğe ihbar ediyor.

Popüler İçerikler

HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu
Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı
Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti