Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

İngiltere’deki referandumdan ayrılalım kararı çıktı. İlk kaybeden Başbakan Cameron oldu, peki tek kaybeden o mu? Peki ya sandığın kazananları?

Başbakan, AB’den çıkmak büyük hata olur diyordu. Ana muhalefet partisinin lideri aynı görüşteydi. Parlamentodaki milletvekillerinin çoğu, Britanya’nın AB’den ayrılmasının ülkeyi felakete sürükleyeceğini düşünüyordu. 

Birleşik Krallık’ın gelmiş geçmiş tüm başbakanları AB’yle yola devam çağrısı yapıyordu. Ekonomistler birbiri ardına Sterlin’in nasıl değer kaybedeceğinden bahsediyor, “Kara çarşambanın da karası gelir, ha!” diyordu. Berlin sokaklarında “Britanya bizi bırakıp gitme” gösterileri yapılıyor, Avrupa’nın başlıca gazetelerinden Londra’ya kalplerle süslenmiş, öpücükle yollanmış mektuplar yazılıyordu. Ama Britanya seçmeni hiçbirini dinlemedi. 

Seçmenlerin yüzde 52’si, “Kontrolü eline al” çağrısının büyüsüne kapıldı. Brüksel’e koca bir nanik yaptı.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, İngiltere referandumuyla ilgili çok net bir öngörüde bulundu.

Hem de referandumdan yaklaşık sekiz saat önce.

Dedi ki Erdoğan:

- Referandumdan Avrupa Birliği’nden çekilmeme kararı çıkacak.

- Ben şimdiden size söylüyorum.

- Ve sonra diyecekler ki “Ne yapalım, İngilizler böyle istedi ve AB’den çekilmedik, yola devam ediyoruz.

- Hayırlı olsun, devam edin. Zaten oradasınız.

Hükümet yanlısı medyaya sesleniyorum:

“Sırf Tayyip Erdoğan’ın öngörüsü çıkmasın diye referandumda böyle bir karar aldılar” diye yorumlar ve analizler patlatmak için daha neyi bekliyorsunuz?

Referandum yapıldı; sonuç belli oldu; İngiltere AB’ye “hayır!” dedi.

Bu kez, oylar verilirken bile sondajlarına devam eden The City anketçileri de yanıldılar.  Ve bizleri de yanılttılar.

Kısaca Johnson kazandı; Jo kaybetti.

Boris Johnson eski Londra belediye başkanıydı. Eton ve Oxford’dan geçmiş has bir İngiliz “seçkini” idi. Oysa kökeni Osmanlıydı. 2. Meşrutiyet yıllarının ünlü gazetecisi Ali Kemal’in torunuydu. O da Mülkiye’de okumuş, uzun yıllar Avrupa’da yaşamış bir Osmanlı “seçkini” idi. 

Ülkesinde de özgürlük savaşına katılmış ve Babıali Baskını’ndan sonra hapishanelerle de tanışmıştı. Ne var ki Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkıp, harekete ve liderine hakaretler yağdırmaya başlayınca halkın nefretini kazanmış ve zaferden sonra da feci bir şekilde linç edilmişti. Bu koşullarda oğlu Osman Kemal de anneannesi tarafından yetiştirildi; İngiltere’ye yerleşti ve Johnny Johnson adını alarak geçmişle bağlarını kopardı. Şimdi yüz yıl kadar sonra bu göçmenin torunu da, tarihin garip bir cilvesi olarak göçmenleri hedef tahtasına oturtuyordu. Ve mesajı da yandaşları arasında daha çok “Türkler” olarak algılanıyordu. Kendi niyeti bu olmasa da, Türkler ve benzerleriyle hesaplaşmak ister gibi bir hali vardı.

İngiltere'nin AB'ne “hayır” demesi, pek çok yeni soru ve tartışmayı, sallantı ve belirsizliği gündeme getirecek.

Batı dünyasında liberal demokrasinin politika ve kurumlarına yönelik bir güvensizlik eğilimi yaşanıyor. Bu dalga ABD'den İngiltere'ye, Avusturya'dan Macaristan'a uzanan geniş hatta, Türkiye'yi de kuşatan bir şekilde, muhafazakar çıkışlara ve “içe kapanma” dalgalarına yol açıyor. Ekonomik durgunluk ve terör saldırıları, göçmen akını, AB kurumlarının yaşadığı temsil krizi, Obama politikalarının görece etkisizliği gibi pek çok faktör bu dalgayı oluşturan nedenler arasında yer alıyor.

Türkiye'ye yansımalarıyla birlikte önümüzdeki günlerde yoğun olarak tartışılacağına şüphe yok.

Bunlar dışında kimi anlamlı gelişmeler de olmuyor değil.

Kolombiya'da hükümet ve Marksist FARC örgütü arasında tarihi bir ateşkes anlaşması imzalanması bu anlamlı gelişmelerden birisi.

Türkiye'nin Kürt sorunu olduğu gibi, etnik, dinsel, ekonomik nitelikli ağır, derin, tarihsel nitelikli çatışmalar, ürettikleri şiddetle, insanlık tarihinin karanlık yüzünü oluşturmaya devam ediyorlar. Ancak, kabul etmek gerekir ki, özellikle son yıllarda bu çatışmaların çözümü konusunda da yol alınıyor. Çatışma çözümleri geliştirilen teknikler, biriktirilen deneyimler hala sürmekte olan çatışmalar için umut ve model oluşturuyor.

Sözleri Kemal Burkay’a ait, Sezen Aksu’nun meşhur şarkılarındandır, bilirsiniz Gülümse… Elbette ne sözlerin yazarı ne de söyleyeni “İklim değişir, Akdeniz olur” derken, iklim değişikliğine vurgu yapmıyordu. Şimdi hem Türkiye’de hem de küresel anlamda iklim değişikliğinin ciddiyetinden bahsederken başlığa denk düştü. Malum, herkes sıcaklardan, havanın bir türlü esmemesinden şikayetçi son günlerde. Esmiyorsa sebebi var!

Türkiye, kalkınmasını ve ekonomik anlamda büyümesini mevcut fosil yakıt kaynaklarını kullanmaya, fosil yakıt yatırımlarını gerçekleştirmeye, bunun yanında inşaat ve altyapı yatırımlarına endekslemesi nedeniyle iklim değişikliğiyle mücadele sürecini bugüne kadar hep en gerilerden takip etti. Türkiye’nin iklim konusunda gerekli adımları atmaması ve mutlak sera gazı emisyonu azaltım hedefine sahip olmaması, elektrik üretiminin yanı sıra ulaşımdan konutlara enerji tüketiminden diğer tüketim alanlarındaki israfa dayanan alışkanlıklarına kadar pek çok alanla ilişkili.

Diğer yandan, Türkiye ısrarla geçmişin artık dünya tarafından terk edilmek üzere olan politikalarıyla gelecek inşa etmeye çalışıyor, haliyle de başarılı olamıyor. Türkiye, büyüme ve kalkınma ile karbon emisyonlarının ülkelerin ekonomiler üzerine yüklediği maliyet arasındaki ilişkiyi hala idrak edebilmiş değil.

Birleşik Krallık’taki AB referandumunun heyecanlı oy sayımının son saatlerinden sonra ortaya çıkan sonuç, sadece İngilizleri değil, Avrupa’yı ve bütün dünyayı şoke etti.

Gerçi bu hiç tahmin edilmeyen bir sonuç değildi.

Anketler AB’de “kalmak” veya Birlik’ten “çıkmak” isteyenlerin başa baş gittiğini gösteriyordu.

Ama son aşamada Britanya’nın AB üyeliğinin devam etmesi lehindeki görüşün hâkim olacağı umuluyordu.

Artık olan oldu. İngilizlerin tarihi kararı çok şey değiştirecek.

Kısa ve orta vadede bu değişikliğin İngiltere’nin hayrına olmayacağı açık.

Aynı şey AB için de söylenebilir.

Ama cin şişeden çıktı bir kere. Halkın iradesi, “çıkmak (Brexit)” yönünde oldu. Buna herkes -referandum kararında “kalmak” fikrinin galip geleceğine inanan Başbakan Cameron da- saygılı davranmak zorunda kalıyor.

Neden “bye-bye”?

Britanya halkının yüzde 52’sinin AB’ye “bye-bye” demek istemesinin ilk bakışta göze çarpan nedenleri, kampanya esnasında çok tartışılan göç ve ekonomik meselelerdir.

“Türkiye AB’ye girerse, İngiltere çöker.”

“Türkiye AB’ye girecek, 15 milyon Türk İngiltere’ye gelecek.”

“Türkiye gelecek, İngiltere batacak.”

İngiltere’deki referandumda AB’den çıkmak isteyenler bütün kampanyayı “Türkiye tehlikesi” üzerine oturtuyor. Tam bir “Türkiye odaklı” kampanya.

Sadece yukarıdaki sloganlar değil, aynı zamanda örneğin, dünyanın en etkili kurumlarından BBC’de yayınlanan dört dakikalık film, tamamen bu tezi işliyor.

Aşırı sağcı “Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi” tarafından hazırlanan ve BBC’de yayınlanan film, Türkiye’nin AB’ye girmekte olduğu tezini ele alarak, bundan İngiltere’nin göreceği zararları anlatıyor.

Zarar sadece “ekonomik boyutlu” değil. Onun ötesinde, filmde Türkiye kaynaklı müthiş bir İslam karşıtlığı işleniyor. Artan imam hatip okulları, türbanlı kadınların hızla artmakta oluşu, Türkiye’de rayından çıkmış demokrasi ve hukuk devletinin İngiltere’ye vereceği zararlar, tam “korku filmi.”

Ve bu tez tutuyor, ilk kez bir üye AB’den çıkıyor.

Avrupa Birliği’nde çanak çömlek patladı. Muhafazakâr Parti içinde zayıflayan liderliğini pekiştirmek için Başbakan Cameron’ın üç yıl önce ortaya attığı bir laf, bugün Birleşik Krallık’ı büyük bir belirsizliğe sürüklediği gibi, 43 yıldır süren AB genişleme macerasının sonuna gelindiğini ilan etti. 

Önümüzdeki yıllarda ne Birleşik Krallık son yirmi-otuz yılda bildiğimiz ülke olacak ne de AB hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam edecek. 

Yazılı anayasası olmayan bir demokrasi olan Birleşik Krallık da halkoylaması geleneklerde olan bir karar alma yöntemi değildir. Birleşik Krallık’ı oluşturan dört ulusta birden ilk halkoylaması 1975’te yapıldı. 

O zaman sorulan soruyla dün yapılan ikinci halkoylamasında sorulan soru aynıydı! Sadece iki yıl önce AB üyesi olmuş Britanyalılar, katılımın yüzde 65 olduğu seçimde o zaman büyük bir çoğunluk (yüzde 67) üyelik lehine oy kullanmıştı. 41 yıl sonra daha büyük bir katılımın (yüzde 70) olduğu oylamada, bu kez AB’den çıkalım diyenler az bir farkla (yüzde 52) öne geçti.

Seçimin ilk büyük mağlubu Cameron oldu. Üç ay içinde parti liderliğini, dolayısıyla başbakanlığı bırakacağını açıkladı. 

Cameron’ın iki kez kazanmasını sağlayan rest çekme yöntemi, bu kez siyasal yaşamının sonu oldu. Birinci resti İskoçya’da ayrılma halkoylamasını kabul ederek çekmişti. Kazandı. İkinci resti, AB üyeliğini halkoylamasına götürme vaadiyle çekti ve 2015 seçimlerinde beklenmedik bir zafer elde etti. Ama çekirge üçüncü kez sıçrayamadı.

Avrupa Birliği'nden çıkıp çıkmamayı referandumda oylayan İngilizler yüzde 52 oyla çıkma kararı verdi.

Bu kararla birlikte AB yaklaşık 3 trilyon dolarlık bir ekonomik büyüklüğü kaybetti. Elbette her yıl İngiltere'den aldığı 19 milyar sterlini de...

Şimdi 4 senaryo gündemde.

1- İngiltere, Türkiye ile benzer şekilde yalnızca Gümrük Birliği üzerinden AB ile bir ilişki yürütebilir.

2- Norveç gibi Avrupa Ekonomik Bölgesi içinde kalabilir.

3- İsviçre gibi sadece ikili anlaşmalarla devam edebilir.

4- AB İngiltere için özel kuralları olan bir anlaşma hazırlayabilir.

Hangi senaryo uygulanırsa uygulansın bugünden itibaren AB artık eski AB değil.

Çünkü ilk kez üye bir ülke Birlik'ten ayrıldı.

Bu da 'tarihin en büyük sivil toplum projesi' olarak anılan AB paradigmasının yeni dönemde ciddi prestij kaybetmesi anlamına geliyor.

Kim bilir, daha birkaç gün önce 'Türkiye belki 3000 yılında AB'ye girer' diyen Başbakan David Cameron'ın ülkesi, adı falan değişirse AB'ye ilerde yine girmek için başvurur.

Zira İskoçlar karara itiraz edip 'biz geleceği AB'de görüyoruz' diye kazan kaldırmaya başladı bile. Birleşik Krallık'ı hareketli günlerin beklediği kesin.

BAŞBAKAN Cameron'ı merak ediyorum, ne düşünüyordur? 'Bak ne iyi ettim Brexit'i oylatmakla' diyor mudur?

AB karşıtları, sayesinde büyük bir zafer kazandı.

Yabancı düşmanlığı güç gösterisi yaptı, hiç olmadığı kadar palazlandı.

Göçmen fobisi, nefret söylemi, içe kapanmacılık ve tam bağımsızlıkçılık rüyasında bile göremeyeceği bir siyasi başarıya ulaştı.

Pakistanlı Müslüman Sadık Han’ın Londra’ya belediye başkanı seçildiği bir dönemde, AB ve göçmen karşıtlığı İngilizlerden yüzde 52 oy aldı.

Geriye bakınca, ‘Hay ağzıma almaz olaydım o referandum sözünü’ diyor mudur pişmanlıktan? Başını Downing Street’teki 10 numaralı binanın duvarlarına vuruyor mudur Cameron?

Popüler İçerikler

Türkiye Kaçıncı Sırada? Bir Ankete Göre En Güzel Kadınların Bulunduğu Ülkeler Açıklandı
TSK'dan Atatürkçü Teğmenlerin Kılıçlı Yemini İçin Açıklama: "Mesele Kılıç Değil, Emre Uyulmaması"
Kılıçlı Yemin Olayında Yeni Gelişme: Teğmenlerden Sonra Komutanlar da Disipline Sevk Edildi