Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

2016’nın üç-dört ayını kapsayan istatistikler yayımlandı. Kuşbakışı bir gezinti yapmanın zamanıdır.

Son bulguların ana öğelerini Hayri Kozanoğlu BirGün’de (14 Haziran) aktardı; süzgeçten geçirdi. Ben de aynı doğrultuda birkaç ek gözlem yapmak istiyorum. 

İyi haber: OECD’de büyüme rekoru! 

Mehmet Şimşek’in keyifle ilan ettiği iyi haberle başlayalım: Milli gelirin Ocak-Mart 2016 tahminleri yayımlandı ve Türkiye ekonomisinin bir önceki yıla göre %4,8’lik bir tempoyla büyümüş olduğu belirlendi. 

Batı ekonomilerine Türkiye, Kore, Şili ve Meksika’yı ekleyin, OECD’nin 34 üye listesine ulaşırsınız. Ekonomi bürokratları, listedeki ülkelerin büyüme verilerine ulaşarak Türkiye’nin 2016’ya ilk sırada girdiği müjdesini Şimşek’e ulaştırmışlar. 

Bu ortalamanın alt öğelerine bakalım. Göreceğiz ki yüksek büyüme temposu tümüyle özel ve kamusal tüketimden kaynaklanmıştır.

Dün CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu aradı.

Şunları söyledi:

- Ben ‘ABD tipi başkanlık sistemini kabul ediyorum’ demedim, ‘Tartışabiliriz’ dedim.

- Binali Yıldırım ABD tipi başkanlık sistemine ‘Evet’ dediklerini açıkladı.

- O zaman tartışalım.

- Binali Yıldırım’a iki soru soruyorum: BİR: Amerika’da eyalet sistemi var. Sen Türkiye’de eyalet sistemini kabul ediyor musun, etmiyor musun? İKİ: Amerika’da her eyaletin ayrı parlamentosu ve yasaları var. Sen Türkiye’de bunu istiyor musun, istemiyor musun?

- Eğer ABD tipi başkanlık sistemini tartışacaksak... Binali Yıldırım’ın bu sorulara yanıt vermesi gerekir.

“Söylediklerinizi yazacağım” dedim, teşekkür ettim ve telefonu kapadım.

Kısacık bir telefon görüşmesinde tartışmayı, itiraz sıralamayı, fikir yarıştırmayı pek münasip bulmadığım için sustum.

Kemal Bey’e telefonda söylemediklerimi buradan tane tane yazıyorum:

- Bakın, Kemal Bey...

'ABD tipi başkanlık sistemi', Tayyip Erdoğan'ın en son isteyeceği şeydir. 'Öyle bir başkanlık sistemi geleceğine parlamenter sistem daha iyi' bile diyebilir. O derece yani.

Eğer yasaklanmaz, zorla engellenmez, saldırıya uğramaz da gerçekleştirilebilirse bu yıl da en gösterişli halleri ve en tatlı edepsizlikleriyle sokağa çıkıp her türlü saldırıyı göze alarak “Biz varız. Hem de bu halimizle varız” diye neşeyle haykıracak olan o bir avuç dev kalabalığa iyi bakın. 

Mümkünse aralarına katılın yakından bakın. 

Onlarla birlikte yürüyün ve o onuru siz de omuzlayın. 

Böyle giderse onları sokaklarda bir daha hiç göremeyeceksiniz. Belki bir süre sonra siz bile “normal” olduğunu sandığınız kendi gündelik halinizle birilerinin ahlak anlayışına uymadığınız gerekçesiyle, dilediğiniz yerde dilediğiniz gibi gezinemeyeceksiniz. 

Çünkü... 

Gerçekten ayıp olduğu halde sorgulamadığınız, kanıksadığınız, hatta parçası olduğunuz şeylerle dolu hayatın içinde aslında gerçekte hiç de ayıp olmayan şeyleri, sırf size öyle belletildi diye sorgulamakta ve yüzyıllardır kendi kuyunuzu kendiniz kazmaktasınız.

Ben yetişkin insanların, kendi rızalarıyla aralarında ne yaptıklarının kimseyi ilgilendirmediğine inanan biriyim.

Ama Türkiye'de ahlak deyince, insanların bacak aralarına sıkışmış bir şeyi anlıyoruz. İki yüzlülüğün, insanların kendi istekleriyle mahrem olarak ne yaptıklarından çok daha vahim bir ahlak sorunu olduğunu göremiyoruz.

***

Sözünü ettiğim iki yüzlülüğün trajik boyutlarını görmek için, küçücük oğlan çocuklarına tecavüz edilmesine gıkını çıkarmayanların, küçücük kızların tecavüzcüleriyle evlendirilmesine isyan etmeyenlerin, cinsel azınlıkların barışçıl toplantı ve gösteri haklarını kullanmaları karşısında gösterdikleri nobranlığa bakın…

Çıkıp bütün ülkenin gözleri önünde “LGBT Onur Yürüyüşü” ne katılacak olanları alenen tehdit ediyorlar; açıkça nefret suçu işleyeceklerini söylüyorlar…

Karaman'da erkek çocukların tecavüze uğraması karşısında isyan etmeyen insanlar da bu kabadayı tehditlerini iştahla izliyor…

Üç cinayetin zanlısı olarak tutuklanan Atalay Filiz’in avukat hamlesi onun ne denli zeki olduğunun göstergesi. 

İnsan öldürmek zekânın değil, gaddarlığın göstergesi. 

Her cinayetten sonra izini kaybettirmek ise zekâ ister. 

Kendine yeni kimlikler çıkarmak, yeni isimlere alışıp, onlar gibi yaşamak, ekonomik olarak ayakta kalmak sıradan insanların yapabilecekleri bir şey değil. 

İzmir’de ihbar sonucu yakalandığında, kaçmaktaki başarısından dolayı Ankara polisinin tebrik ettiği Atalay Filiz’in ilk hamlesi neydi? 

Okuduğu gazetelerden aldığı şifrelerle cinayetleri işlediğini anlatıp, “Akıl sağlığı yerinde değildir” raporu alıp, yırtmak! 

Yasa gereği İstanbul Barosu’nun atadığı avukat, mahkemeden Filiz’in akıl sağlığının tespiti için talepte bulundu. 

Seri katil”in ailesinin tuttuğu avukat yerine İstanbul Barosu’nun atadığı Vildan Yirmibeşoğlu’nu ücretli avukat yapmak istemesi de zekice yaptığı ikinci hamle.

Sanki boşanmak Türkiye’de bir toplumsal statü kaybına yol açmıyormuş, kadının yoksullaşmasının temel dinamiklerinden birini oluşturmuyormuş ve boşanan kadınların da yüzde 74’ü eşinden şiddet görmüyormuş gibi, boşanmak, bir özenti ile gidilebilecek bir heves gibi sunuluyor.

Ak Parti Hükümeti “sıcak aile” söylemlerine sırtını yaslayarak kadınlar üzerinden rejimi tayin etme sevdasından hiç vazgeçmediği için, son 14 yıl kadınlardan ve cinsellikten en çok konuştuğumuz dönem oldu. Bu nedenle ne zaman kadınlarla ilgili bir tartışmanın içine çekilsek, bunun esas olarak bir rejim tartışması olduğunu akılda tutarak, önümüze konanın ötesine geçerek konuşmamız gerekiyor.

Bu günlerde de uzun adıyla “Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu” olan, Ak Parti’nin “Aile Bütünlüğünün Sağlanması” ismi ile duyurduğu, gerçekte ise “Boşanmaların Önlenmesi” olarak faaliyet gösteren Komisyonla aynı gündemin içindeyiz.

Çünkü onların bağışlanmayı dileyecek suçu yok…

*

Dört bin sene karnını öküz sayesinde doyurdu insan…

O ibadetini, sürdüğü toprak ve emeği sarı buğday başakları ile yaptı…

Ama insan; o bir lokma ekmeği yoksullara haram ettiği için…

Beş vakit az…

*

Leylek…

Siz hiç öbürlerinden büyük ve farklı leylek yuvası gördünüz mü?..

Yoksulların evleri başlarına yıkılırken, o yoksulların parası ile yaptırdığı bin odaya sığmayan insandır…

Bağışlanmak için camiden camiye koş tabi…

*

Atların namaz kılmaya ihtiyaçları yoktur…

Yedi bin sene sırtında taşıdı insanı, uygarlıklar onun ayaklarıyla kıtadan kıtaya ulaştı, hiçbir zaman dört nalından başka bir şeyi olmadı atın…

Sen binmişsin insanların sırtına…

Liseli gençlerle bir hasbihal denemesi bu. Bilmem başarabilecek miyim? Sevgili gençler, 

68 yaşındayım. 5 erkek evlat babasıyım.

İmam Hatip kökenliyim. İmam Hatip’te coğrafya hocasını protesto için yazılı sınavda boş kağıt verme eylemini organize edenlerdenim. Milli Güvenlik dersi hocasına itiraz etmişliğim vardır.  

İslam Enstitüsünde, hadi adını vermeyeyim, bir hocanın istifası için koridorlarda “İstifa çağrısı” yapanlardanım.

Haksızlıklara karşı hassas bir insan olduğum, herhalde yazılarımdan da anlaşılır.

Bu arada söyleyeyim, İmam Hatip’in 6’ncı sınıfında 21 dersten 20’sinde (10 - En yüksek puan) almışlığım vardır.

Biliyor musunuz, coğrafya dersinde boş kağıt vermeye sınıf olarak anlaşmıştık, önce ben boş kağıt verdim, ardından iki-üç arkadaş daha geldi, sonrası yok. O sınavdan ben ve iki-üç arkadaş sıfır almakla kaldık.

Tarihte on beşliler ne zaman ayağa kalktıysa, devrim gerçekleşmeden oturmadılar. 

Kurtuluş Savaşı zamanında Kayseri Melik Gazi Lisesi öğrencileri mücadeleye katılmak için okuldan kaçtı.

Çanakkale cephesine giden Galatasaray Lisesi öğrencilerin fedai kültürü sayesinde birçok zafere imza attık.

Heybeliada Deniz Lisesi, Vefa Lisesi, Sivas Lisesi, Karaman Lisesi, Kabataş Erkek Lisesi ve birçok lise vatan savaşında sipere girdiler.

O liseler 100 yıl önce olduğu gibi yine siperdeler, gericiliğe ve bölücülüğe karşı kalemlerini çektiler. 

1968’de ilk isyan liselilerden geldi. Milli Eğitim Bakanlığı öğrencilerin taleplerini kabul etmek zorunda kaldı.

Şifreleme skandalı yaşandığı zaman tüm Türkiye’de kitlesel liseli yürüyüşleri düzenlendi. Karma eğitimin yasaklanması bile gündemlerindeydi.

Binlerce liseli, ‘Atatürk’ü Sildirmeyiz’ pankartı arkasında yürüdü.

Siber ağlar üzerindeki her türlü hareketin kayıt altına alınıp veriye dönüştürülebilmesi, Refah ve Bolluk Çağı’nın başlangıcı mı yoksa Özgürlük ve Mahremiyet Çağı’nın bitişi mi?

Veri sözcüğü için Türk Dil Kurumu sözlüğünde “Bir araştırmanın, bir tartışmanın, bir muhakemenin temeli olan ana öge, done, bilgi, data” gibi karşılıklar yazılmış. İngilizcesi olan data sözcüğü ise, “işlenmemiş, anlamlandırılmamış bilgi” anlamına gelen Latince kökenli datumsözcüğünün çoğuludur, ki bu tanım, 21. yüzyılın giderek dijitalleşen yaşam kültüründeki verisözcüğünün temel kullanım biçimini çok daha iyi kavrar.

İnternet öncesi dönemde veri, daha çok çeşitli kurum ve kuruluşların tekelinde ama nispeten korumalı bir formatta idi. Kimlik, sağlık veya banka bilgileri, harcamalar, varlıklar gibi çeşitli kişisel ya da kurumsal veriler genelde birçok kuruma dağılmış şekilde birbirinden ayrıksı biçimde durur ve arşivlenirdi. Telefon konuşması, mesaj, konum, gibi anlık ve iletişimsel bilgiler ise fiziksel ya da analog ortamın ruhu gereği daha uçucu, mahrem ve (en azından etik ve yasal güvence altında) kayıtlanamaz bir formatta idi.

Popüler İçerikler

Tebliğciler Yine Ortaya Çıktı: Bu Kez Milli Piyango Bileti Satıcısını Taciz Ettiler
Asgari Ücretin Açıklanmasından Sonra Cumhurbaşkanı’na Mesaj Atan Kadir İpek Gözaltına Alındı
Mide Bırakmadınız! Yalı Çapkını'nda Şimdi de Suna ve Ferit Birlikte Oldu!