Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun sözlerinin 'provoke edildiğini' söyledi.

Hatırlayacaksınız, Kemal Kılıçdaroğlu, CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın programında cezaevlerindeki tutuklu ve mahkûmları ziyaret ettiklerini söyleyince kıyamet kopmuştu.

Cumhurbaşkanı, bu ziyaretlerde AKP’li milletvekillerinin de bulunduğunu öğrendikten sonra şu açıklamayı yaptı:

“Televizyondaki açıklamaları ben de dinledim. ‘Biz PKK’lı mahkûmları da ziyaret ederiz, DHKP-C’li mahkûmları da ziyaret ederiz’den kastedilenin, cezaevleri ile ilgili insan hakları komisyonu üyelerinin ziyareti olduğu iyi belirtilse, ifade yumuşatılmış olurdu. Ama parti olarak ziyaret ederiz ifadesini kullandığınız zaman olay tamamen provoke edildi. İfade provoke edildi. Mesela yardımcısı onu çeviriyor. Yani bu, o gece o yayını yapan TV’de de dinlendi. Daha sonra diğer TV’ler de aynen alıntı yapmak suretiyle bunu yayınlamış oldular. Burada, ana muhalefette istikametini kaybeden bir siyaset anlayışı olduğunu görüyoruz. Bu, tabii ki iyi bir gelişme değil. Temenni ederim ki toparlanırlar.”

Hani ‘üst akıl’ diye bir şeyden söz ediyorlar. Hâlihazırdaki akıl ve kurallarla açıklayamadıkları işleri yapanların sığınağı durumunda şimdilerde. Memleketin başına taş düşse, üst akıldan buluyorlar.

Böylesi fanteziler, özellikle otoriter rejim inşasında son derece işlevsel tabii. Hiç kimsenin anlamayacağı, ancak dile getirenin ‘dinleyici’ gözünde başka bir yere konulmasını sağlayan bir jargon, üst akıl.

İşin püf noktası, apaçık görünenin inkâr edilmesindeki ısrarda. Herkesin görebildiği bazı somut gerçeklerin ‘aslında öyle olmadıklarına’ başka türlü nasıl ikna edeceksiniz kitleleri? Lobiler vs. dahi daha ‘görünür’ unsurlar. Oysa üst akıl dediğinizde akan sular duruyor.

Hele ki bizler gibi Türk milli eğitiminin tornasından geçmiş, olup biteni sorgulama yeteneği gelişmemiş toplumlar açısından, bulunmaz nimet.

BTK cumartesi günü bir açıklama yapınca, aklımıza II.Meşrutiyet döneminin Milli Eğitim Bakanı Emrullah Efendi'nin 'Şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim'[1] cümlesi geldi. BTK da galiba bunu diyor artık. AB uyumu kapsamında 5809 sayılı kanunla getirilen 'Telekom Pazarına Girişte Kolaylaştırma' felsefesinin tam tersine dönüştürüldüğünü görüyoruz. 

Çünkü hem şartlar ağırlaştırılıyor, hem de şimdiye kadar lisans almış firmaların lisanslarının iptal edilmelerinin ve hatta bazılarına belki kayyum atamanın da önü açılıyor.

Önce BTK'nın cumartesi günü yayınladığı basın açıklamasına bakalım[2]. Açıklamanın geçtiğimiz günlerde 134 internet erişim sağlayıcı firmasının lisansının bir gecede iptal edilmesi[3] ile ilgili detaylar veriyor ve bazı konulara açıklık getiriyor..Önce bu açıklamanın ve de yeni yönetmeliğin[4] önemli kalemlerine bakalım. Sonra bunun analizini yapacağız.

İslam dünyasına liderlik iddiasındaki Türk siyasetinin kendini ispat çabası tuhaf hezimetlerle karşılaşıyor. Kendi kendini madara eden bu döngü, son olarak dünya boks şampiyonu Muhammed Ali Clay’in cenazesinde tekrarlandı.

Her şey Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Louisville’deki cenaze töreninde konuşma yapma talebiyle başladı. Önce kabul edilen talebin sonradan reddedilmesi Erdoğan’ın itibarı açısından nazik bir durum oluşturdu. Muhtemelen Erdoğan’ı önleme adına konuşma talebi reddedilen ikinci lider Ürdün Kralı Abdullah ise ABD’ye gitmedi.

Planında değişiklik yapmayan Erdoğan’ın yanında götürdüğü Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in naaşın başında Kuran okuması talebi de reddedildi.

Dahası Erdoğan tabutun üzerine konulması için Kâbe’nin örtüsünden bir parça getirmişti. Töreni yöneten İmam Zaid Şakir tabutun kutsallığı olduğunu belirterek buna izin vermedi.

Cenaze namazı sırasında tabut ile cemaat arasına güvenlik görevlilerinin dizilmesi de Erdoğan’ın canını sıktı.

İyi kötü demokratik olduklarında hemfikir olunması zor olmayan ülkelerde olağanüstü hal uygulamalarının giderek yaygınlaşması ve sıradanlaşmasıyla, azgınlaşmış iktisadi liberalizm arasında yakın bir ilişki var. Küresel ölçekte mutlak kapitalizm veya piyasa toplumu olarak tanımlayabileceğimiz bu azgınlaşmış liberalizmin yarattığı toplumsal tepkilerin bastırılması için, güvenlik devleti uygulamaları birçok yerde devreye giriyor. 

Güvenlik gerekçesiyle demokrasi ilkelerini çiğneyen bu uygulamalar, demokratik kural ve geleneklerin son derece cılız kaldığı Türkiye gibi bir ülkede, çok daha vahim bir tablo ortaya çıkarıyor. Üstelik iktidardaki güç, ilkel kapitalizmin yağma, el koyma, zor kullanarak rant yaratma yöntemlerini kullanmaya devam ederken, buna ilaveten, hem etnik temelli bir çatışma hem din/medeniyet temelli bir kültür savaşı yürütüyorsa, kalıcı bir olağanüstü hal yönetimine başvurması kaçınılmaz. Güvensizleştirmeyi bir hâkimiyet aracı olarak kullanan dikta amaçlı güvenlik devleti, olağanüstü halin olağanlaşması demektir. Plebisiter demokrasi üzerinden iş gören otokrat bir lidere, iktidarını rakipsiz, iri ve diri tutmak için her türlü olanağı sağlar.

Tunceli Ovacık'ta patlama meydana geldi. Akla ilk gelen, bombalı araç Lice'den mi gitti sorusu oldu.

PKK geçen hafta İstanbul Vezneciler ve Mardin Midyat’ta bomba yüklü araçlarla saldırıda bulunmuştu.

Midyat’ta kullanılan bomba yüklü araç Lice’den gönderildi. Daha önce Diyarbakır’da ve Ankara’daki bomba yüklü araçların da Lice’de hazırlandığı ortaya çıkmıştı.

‘Peki bu Lice’de PKK’nın nasıl bir yeri var, araçlara bomba nerede yükleniyor’ sorularının peşine düştüm. Güvenlik birimleriyle konuştum. Bu çalışmam beni PKK’nın kır yapılanmasında yaptığı yeni düzenlemeye ulaştırdı.

PKK’nın, Diyarbakır’da Lice-Kulp ve Hazro arasındaki Şenyayla mevkisinde kampı var. Örgütün ‘Amed’ olarak isimlendirdiği bölgedeki eylemlerin sevk ve idaresi Şenyayla mevkisinden yapılıyor. Suriye konjonktürü ortaya çıkmadan önce, Şenyayla kampı terör eylemlerinden ziyade lojistik merkezi gibi kullanılıyor.

Beş kentten 22 liseden öğrenciler, ‘karanlığa karşı’ bildiri yayımladı. Devamı da gelecek gibi.

Muhalif öğretmenlerinin bir günde görevden alınmasından,

Okuldaki yaşam alanlarının kısıtlılığından,

Kadın öğrencilere ayrımcılıktan,

Kendi etkinliklerini engelleyen idarenin dini içerikli etkinliklerine maruz kalmaktan,

Bilimsel eğitimden uzaklaşmaktan,

AKP’nin sürekli karşılarına çıkmasından bıkmışlar.

Henüz çok gençler, bizden daha umut dolu, daha cesurlar. Radikaller, netler. Ne istediklerini biliyorlar.

Örneğin, bu bildiri İstanbul Erkek Lisesi’nden:

“Karanlığı ve esareti gördük. Onların esaretinden, cesaret biriktirdik paltomuza. Karanlığı yok etmek için okuduk, kurtulduk dogmalarımızdan. Düştük, kaldırdı abilerimiz, ablalarımız.

Türkiye-İsrail ilişkilerinde normalleşme haberi her an gelebilir. Ama normalleşmenin önündeki en büyük engel olarak görülen “karşılıklı güven eksikliğine” bir de İsrail’in yeni dışişleri bakanı, aşırı sağcı Lieberman eklendi.

Bugün Orta Doğu ciddi bir kriz döneminden geçiyor, bölgedeki dört Arap ülkesinde (Suriye, Irak, Yemen ve Libya) iç savaş yaşanıyor, hatta bölgede uluslararası sınırların değişmesi tehlikesi bile söz konusu.

Orta Doğu’da İran ile Suudi Arabistan arasında bütün bölgeyi etkileyen ve bölgedeki mezhep ve etnik bölünmeleri de derinleştiren bir güç mücadelesi yaşanıyor. ABD ve Rusya başta olmak üzere küresel güçlerin de bölge sorunlarına doğrudan müdahalesi sonucu, bölgedeki mevcut dengelerin tamamen değişmesi ciddi bir olasılık olarak ortaya çıkıyor.

Bu karamsar tablo içinde uluslararası kamuoyunun Arap-İsrail çatışması ve bu çatışmanın temelinde yatan Filistin sorununa olan ilgisinin geri planlara düştüğü ise bir gerçek.

Albay olduğu dönemlerde ünlendi. 

Adı ilk kez Hanefi Avcı'nın Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı olduğu dönemde Susurluk Komisyonu'na verdiği ifadede duyuldu. Avcı, bu albayın, binbaşı Cem Ersever'le birlikte Susurluk'un, yani “devlet merkezli gayri meşru araç ve eylemler sistemi”nin jandarma ve asker ayağını organize edip, temsil ettiğini söylüyordu. 

Çatlı'yla defalarca telefon görüşmesi yaptığı ortaya çıktı.

Susurluk kazasında Çatlı'nın cesedini teslim alan ve gizli tutan Jandarma Alay Komutanı oydu...

Devletin hazırlattığı Susurluk raporunda faili meçhul cinayetlerin baş ismi olarak bilinen Yeşil'in cep telefon numarasının onda kayıtlı olduğu iddia edildi.

TBMM Susurluk Komisyonu'na ifade vermeyi reddetti… 

Tüm bu tartışmalara rağmen albaylıktan tuğgeneralliğe yükseltildi.

Orlando katliamı, IŞİD’in gaylere ilk saldırısı değil. Bunu biliyoruz, bilmesek de tahmin etmek zor değil.

Ağustos 2015’te Birleşmiş Milletler Uluslararası Gay ve Lezbiyen İnsan Hakları Komisyonu’nun yaptığı açıklamaya göre en az 30 kişi eşcinsel olduğu gerekçesiyle IŞİD tarafından infaz edildi.

Gözleri ve ayakları bağlanan bu kişiler inşaatların en üst katına çıkarılarak aşağı bırakıldı. Düştüğünde ölmeyenler taşlanarak öldürüldü. İnternette bu şekilde öldürülen beş kişinin videosu yayınlandı.

IŞİD, Suriye ve Irak’ta kurduğu mahkemelerde eşcinsel erkekleri sodomi* suçuyla yargılıyorlar, ateş açarak, kafa keserek, taşlayarak, çatılardan aşağı iterek ceza veriyorlar. Yakaladıkları kişilerin telefonlarından tüm arkadaş listesini döküyor, tek tek eşcinsel erkek avlıyorlar. Lezbiyen ve transseksüellere cinsel saldırıda bulunuyorlar. İnfazları çocukların olduğu meydanlarda, çocuklara yaptırıyorlar.

Popüler İçerikler

Ayliz Duman Çok Sade Kaldı: Miss Universe 2024'te Gelmiş Geçmiş En Çarpıcı Ulusal Kostümler Giyildi!
İki Torunlu Mücevher Kralı 30 Yıllık Eşinden Genç Sevgilisi İçin Tek Celsede Boşandı
ATM’lerde 200 TL Krizi: Fatih Altaylı’dan 5 Bin Liralık Banknot Önerisi