Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Önce gazeteciliğin temel kuralı 5N1K’yi uygulayalım. 

Kim: Ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu

Ne: Mermili saldırı.

Neden: Şehit cenazesi törenine katıldığı için. 

Ne zaman: Cenaze namazı başlamadan az önce. 

Nerede: Camide. 

Nasıl: Başbakan’la konuştuktan hemen sonra ve polislerin gözü önünde.

Şimdi haberi açalım: 

Kılıçdaroğlu’nun ayağının dibine atılan mermi kime? 

Hepimize. 

Hepimiz? 

Sadece CHP’ye oy vermiş 12.5 milyon kişiyi değil; nicelik ve nitelik olarak bu zemini aşan bir kitle. 

Neden? 

Çünkü o merminin hedefi, AKP rejiminin, hezimetine fatura adresi olarak seçtiği CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu değil sadece. Gericiliğe, çocukların, gençlerin öldürülmesine, istismar edilmesine, şehirlerinin yıkılmasına, ilçelerinin talan edilip ranta açılmasına, işkenceye, gözaltında kayıplara, kadının özel yaşamına fütursuzca dalınmasına, her türlü faşizan yönetim anlayışına itiraz eden, hukuk devletini savunan, sebepsiz zenginleşmeye karşı duran herkes.

Gayri Safi Yurtiçi Hasıla yılın ilk 3 ayında yüzde 4.8 oranında büyüdü. İlk çeyrekte dış talep artmadı ancak iç talepteki artışla büyüme rakamı uçuşa geçti. Tarım yüzde 2.7 büyürken, sanayide üretim artışı 5.9 oldu

Halkın tüketimi yüzde 6.9, devletin tüketimi yüzde 10.9 artınca, yılın ilk 3 ayında yüzde 4.8 büyüdük.

Büyüme, üretime dayanır. Üretim artınca ekonomi büyür. Üretimin artmasıysa talebe bağlıdır. Talep (1) İç talep ve (2) Dış talep-ihracat diye ikiye ayrılır. Yılın ilk 3 ayında dış talep-ihracat artmadı. Ama iç talep o kadar çok arttı ki bu sayede büyümede “uçmuş durumdayız”.

İç talep büyümesi eğer yatırıma dayalı büyümeyse, sağlıklı büyümedir. Ne var ki yılın ilk 3 ayında yatırım talebinde artış yok. Yüzde 0.1 gerileme var. Artış halkımızın tüketiminde görüldü. Halkımız tüketimi artırınca üretim artıyor.

Koskoca memleketi gün geçtikçe cehenneme çeviriyorsun.

Farkında değil misin?

Yoksa bilhassa mı yapıyorsun?

Türkiye cehenneme döndükçe...

Kutuplaşma keskinleştikçe...

Ülke düşman kamplara bölündükçe...

Senin despotluk da garanti, öyle mi?

Yüzde 50’lik oylar çantada keklik, öyle mi?

Demek, düşman cepheler sana çalışıyor.

Demek, düşmanlıktan çıkar elde ediyorsun.

Demek, siyaset meydanında düşmanlık ve husumeti körükleyerekdiktatörlük kapılarının ardına kadar açılacağını sanıyorsun.

Demek, bunun için Kılıçdaroğlu’na yönelik iğrenç saldırılar umurunda değil.

Demek, bunun için sesin çıkmıyor.

Demek, bunun için Saray savcıları Kılıçdaroğlu’na saldıranları hemen serbest bırakıyor.

Demek, bunun için vız geliyor tırıs gidiyor, derinleşmekte olan cehennem çukuru...

Demek, bütün bunlar tek adamlık için...

Ama şunu iyi bil.

Çıktığın bu yol yol değil.

Muhammed Ali'nin cenaze törenine katılan asrın liderimiz, “bunlar olağan şeylerdir, literatürde vardır, fıtratında var” dedi. 1862'de İngiltere'de, 1743'te Fransa'da ölen boksörlerden örnekler verdi.

*

Bu tuhaf konuşma üzerine Muhammed Ali'nin komşuları yuhalamaya başladı. Yuhalamaya sinirlenen asrın liderimiz, yol kenarında biriken kalabalığın üstüne yürüdü, “yuh çekersen tokadı yersin” diye bağırdı.

*

Yuhalama arttı. Korumalar paniğe kapıldı, asrın liderimizi ittire ittire bir markete soktular, skandal daha da büyüdü, asrın liderimiz markette denk gelen gariban bir Amerikalıya yumruk attı.

*

Taziyeye gidip, cenaze sahiplerini yumruklayan dünyadaki ilk politikacıydı.

*

O sırada, asrın liderimizin özel kalem müdürü de, Muhammed Ali'nin yere yatırılan teyzeoğluna tekme attı iyi mi… Amerika Amerika olalı, böyle rezalet görülmemişti. Tekmeci özel kalem müdürü, utanmadı doktor ayarladı, “ayağım zarar gördü” diyerek bir hafta çalışamaz raporu aldı.

Sayın Erdoğan, Muhammed Ali’nin cenazesinde ufak çaplı bir halkla ilişkiler faciası yaşadı. Basına yansıyanlara göre Ali’nin ailesi konuşma yapmasına müsaade etmedi ve Diyanet İşleri Başkanı’yla beraber cenazede Kuran okuma talebi reddedildi.

Müslümanların küresel lideri, neo-halife olma çabasında balta taşa vurulmuş oldu. Koca memleketin Cumhurbaşkanı apar topar Amerikalara gitti, kibarca refüze edilerek gerisin geri evinin yolunu tuttu. Sayın Cumhurbaşkanı ve danışmanları bu acullukları ve hazırlıksızlıklarıyla ülkemizin imajını da sarsmış bulundular. 

Cumhurbaşkanı’nın kendini bu pozisyona düşürmesinden bir vatandaş olarak utanç duydum. Zannederim cumhurbaşkanlığı mevkiine gelmiş birinin en çok dikkat etmesi gereken vatandaşlarını utandırmamak ve ülkesinin itibarını sarsmamak olmalı.

Kılıçdaroğlu, “Biz hapiste hasta yatan PKK’lıya da gittik, DHKP-C’liye de, İslami kesimden mahkûmlara da gittik” dedi diye kıyamet koptu.

Vay efendim hasta da olsa bir DHKP-C’li veya PKK’lı mahpus nasıl ziyaret edilirmiş.

İnsanlar hapse ölmeleri için değil, cezalarını çekmeleri için konuyor oysa.

Bir kere, ister terörist olsun, ister seri katil, mahpuslar hapishaneler dışındaki toplumda var olanlara eş bir sağlık hizmetinden yararlanma hakkına sahiptir.

Muhalefet partisi temsilcilerinin, DHKP-C’li de olsa, PKK’lı da olsa, İslami kesimden de olsa, hapishaneleri ziyaret ederek hasta mahpuslarla görüşmeleri ve vaziyeti araştırıp öğrenmeleri en doğrusudur.

Evet, gelişmişlik, bir ülkenin mahpuslarına ne raddede insan muamelesi yaptığıyla da ilgilidir çünkü.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ dün müjdeyi yetiştirdi:

“152 milletvekiline yargı yolu açıldı. Dün 117 dosyayı ilgili savcılıklara gönderdik!”

Şahane.

Fevkalade.

Gerçekten bravo.

Kutluyoruz.

Adalet ve yargı sistemimizin ne kadar etkili, ne kadar hızlı, ne kadar kapsamlı çalıştığını bir kez daha dünya âleme ilan ettik böylece.

Yedi düvel çatlasın.

Hrant Dink davası dokuz senedir bir oraya bir buraya yatırılarak tamamen çürütüldü ama olsun. Hristiyan misyonerleri katledenler, onları azmettirenler tahliye edilerek aramıza katıldılar ama önemli değil.

Her gün en az bir gazeteci, zatıalilerine 'hakaret'ten ceza alıyormuş; mahkemelik olmayan gazeteci kalmamış, ne fark eder. 

Seri beraatlerle buharlaştırılan faili meçhul davaları, zorla medya kayyımlamalar, Balyoz'u Ergenekon'u 180 derece dönen rüzgârgülüne çevirmeler, keyfi tevkifatlar vs?

Rahat olun canım.

Hükümetlerin “kamu düzeni” ifadesine Kobane olaylarından sonra sarıldığı malum.

Tabir, PKK'nın askeri, sivil, siyasi yapılarının devletimsi etkinlerine seferber ettiği sokak hareketlerine son vermesi/verilmesini kastediliyordu.

İç Güvenlik yasası bu koşullarda gündeme geldi.

Pek çok güvenlik düzenlemesi gibi bu yasa da, idareye temel hak ve özgürlükler alanına doğrudan müdahale imkanı veriyordu. Yasanın getirdiği, yargı kararı olmadan, emniyetin polis şefi ya da mülki amirin inisiyatifiyle olaylara el koyma, gözaltına alma, geniş arama yapma yetkisi, o dönemde ciddi olarak tartışıldı ve haklı olarak eleştirildi. Bu yasanın sistemdeki eksik hukuki denetimi daha da azaltacağı, keyfiliğe ve hak ihlallerine yol açacağı vurgulandı.

Temmuz ayı sonrası terör olaylarının artması, PKK'nin şehir savaşları aralanan bu kapıyı daha açtı.

Bir demokrasiyi hele daha kurumsallaşmamış, yaraları bereleri sarılmamış bir demokrasiyi hasta etmek kolaydır. Tek bir mesele vücudu baştan ayağa sarar, hareket ettiremez hale getirir. Kürt meselesi böyledir…

Yönetilemezse, yanlış yönetilirse ve hele yanlışta ısrar edilirse süreç kontrolden çıkar, bir süre sonra hatayı nerede yaptığınızı bilemezsiniz.

Kürt meselesi ve PKK terörü hükümetleri sıradanlaştırır, pırıltısızlaştırır, devletleştirir, milletten uzaklaştırır. Sert önlemler kaçınılmazdır ama bu kaçınılmazlık zaman geçtikçe hükümetlerin yüzündeki sempatiyi dağıtır. Eli ağır, suratı asık hale getirir.

Çareler yetmez olur, hukuk rafa kalkar, zırh yasaları yapılır, asker hayatın ve siyasetin parçası olur.

Öyle zamanlar gelir ki başkasından duysanız hicap edeceğiniz hamaset dilinize pelesenk olur, bazen şoven bazen ırkçı bile olursunuz, anlayamazsınız.

Evet, kendi derdimiz büyük.

Ama kafamızı da deve kuşu gibi kuma gömdük, etrafı görmez olduk.

Etrafımızda askeri yığınak giderek artıyor.

Sadece Suriye’den bahsetmiyorum, hem Akdeniz’de, hem Karadeniz’de artıyor.

Rusya Dışişleri Bakanlığı dün, yani 10 Haziran’da Karadeniz’e açılan Amerikan füze-atar savaş gemisi USS Porter’a karşı “tedbirler alacağı” uyarısında bulundu; tedbirlerin ne olduğunu söylemedi.

Porter destroyeri İstanbul Boğazı’nda Karadeniz’e 6 Haziran günü açılmıştı.

Aynı gün (Türkiye’nin da dâhil olduğu) NATO orduları Rusya’nın Batı komşusu Polonya’da Soğuk Savaşın sona ermesinden, yani 1992’den bu yana en büyük askeri tatbikata başlamıştı.

Rusya, bu hareketi kendisine karşı Ukrayna ve Suriye konusunda NATO’nun gözdağı vermesi olarak algılıyor, Polonya sınırına birlik sevk ediyor.

Popüler İçerikler

Apar Topar Çıkarılmışlardı: Kızılcık Şerbeti'nde Giray ve Heves Ayrılığının Gerçek Nedeni Ortaya Çıktı
Fernando Muslera, Jose Mourinho'yu Hedef Aldı: "İstemiyorsa Gidebilir"
Yeni Sezonda TV Ekranları Fena Karıştı: 5 Dizinin Ertelendiği Sezonda 6 Dizi Şimdiden Final Yaptı!