Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Konu sadece Almanya’da değil, Avrupa basınında çok yerde manşet… 

Çizmede “Corriere della Sera” örneğin manşete çektiği habere “Erdoğan’a Alman tokadı” başlığıyla içerde tam iki sayfa ayırmış… 

Mülteci anlaşmasını riske atabilecek diplomatik yenilgi, belki de gerçekte bir şans”diyen İtalyan gazetesi şöyle devam ediyor: 

Ankara’nın güçlü adamının Bundestag’ın özgür iradesine ipotek koymasını engellemek, (RTE’nin) otoritarizm ve taleplerinin üstesinden gelemeyeceği sınırlar olduğunu sergilemekle kalmayacak; isteklerine karşı konduğunda, mizaha bile tolerans göstermeyen agresifliğini, ulusuna hakaret diye tanımladığı bir konuda nereye dek götürebileceğini de gösterecek!” 

Berlin’deki “Ermeni soykırımı” oylaması, sırf Almanya’da değil, Erdoğan için Avrupa çapında böyle bir “turnusol testi” olarak görülüyor. 

“Erdoğan bakalım gücünü ne kadar gösterecek” deniyor.

Alman Parlamentosu’nun “soykırım” demesi kesinlikle Erdoğan’ın “başarısı”dır!

Bana kalsa, bu “başarı”yı AKP iktidarının bütününe yazarım, ama AKP’liler istemez. Onlar, memlekette ne yapılıyorsa Erdoğan’a atfedip kendilerini sıfırladıkları için, başlığı böyle atmakta sakınca yok.

Alman Parlamentosu uzun süredir bekleyen ve geçen yıl bütün dünya da “Soykırımın 100. Yılı” kampanyaları yürütülürken, gündeme alınmayan tasarıyı perşembe günü neredeyse oybirliği ile onayladı.

Böyle durumlarda, yapmayı pek sevdiğimiz bir “zamanlama” tartışması vardır. “Neden şimdi?” diye sorar ve zamanlamayı “manidar” buluruz. Bunu her zaman yaptığımız için, zamanlamanın manidarlığı bütün manasını yitirir. “Neden şimdi?” sorusunu, bu karar 10 yıl önce de, 10 yıl sonra da alınsa soruyorsanız; zamandan bağımsız her zaman soruyorsanız, zamanlamanın da bir manası yoktur.

Ortada bir mesele varsa, odaklanılması ve tartışılması gereken odur, zamanlama değil!

Böyle düşündüğüm halde, “Erdoğan’ın başarısı” derken bir “zamanlama”ya işaret ettiğimin farkındayım.

İşler ne zaman boka sarsa…

Hemen boykot çağrısı yapılıyor.

Fransız malını boykot.

İtalyan malını boykot.

Amerikan malını boykot.

Şimdi, Alman malını boykot.

*

Bırakın bu işleri kardeşim…

Ne mal olduğunu bildiğimiz politikacıları boykot edin!

*

Malı götüren…

Hırsız politikacıyı almayın mesela.

Pahalıya mal olan…

Rüşvetçi politikacıyı boykot edin.

*

Ahlaksız, namussuz, şerefsiz politikacıyı evinize sokmayın.

Yalancı, dönek, yalaka, yavşak politikacıyı mecliste barındırmayın.

ALMAN Parlamentosu'nun soykırım kararına karşı TBMM'nin yayınladığı ortak bildiriyi HDP yine imzalamadı, İdris Baluken 'Tarihle yüzleşelim' dedi.

Selahattin Demirtaş öteden beri 1915 olaylarının “soykırım” olduğunu söylüyor, hem de vurgulu ifadelerle.Lozan’ı da yine vurgulu ifadelerle reddediyorlar.Türkiye’yi zaafa uğratacak her siyasi olaya destek veriyorlar, son tavırları da sürpriz değil.

Ben yine de birkaç tarihi gerçeği hatırlatmak isterim.

ERMENİ-KÜRT ÇATIŞMASI

Ermeni meselesinin ortaya çıkmasının temel sebebi, daha 1800’lerin ilk yıllarından itibaren gelişen Ermeni milliyetçiliğidir.

Bunun yanında Doğu Anadolu’daki arazi sorunları da önemli bir faktördür ve genellikle gözden kaçmaktadır.Kürtler göçerlikten yerleşik hayata geçtikçe arazi talepleri artmış ve doğu illerinde Ermenilerin arazilerini ele geçirmek istemişlerdir.

CUMHURBAŞKANIMIZIN, Başbakanımızın, bakanlarımızın, milletvekillerimizin temel görevi...

- Almanya’ya tepki sallamak mıdır?

- Büyükelçi’yi ülkeye çağırmak mıdır?

- “Bunu bize yapmayacaktın Almanya” falan demek midir?

- “Alman gâvuru” falan diye laf sokmak mıdır?

*

İyi ama bunların tümünü yapabilmek için...

Beceriye, birikime, ustalığa, diplomatlığa, siyaset adamlığına falan gerek yok ki.

Memleketi anneannem Nuriye Hanım yönetse bunların tümünü gayet büyük bir muvaffakiyetle yapar.

Yazıklar olsun', 'Dostkırım', 'Dummkopf', 'Nazi ürür kervan yürür', 'Hitler'in çocukları', 'Alman malı', 'Açın kapıları'...

Daha neler neler.

Dünkü gazetelerin Alman meclisinde neredeyse oy birliği ile alınan 'Ermeni Soykırımı' kararıyla ilgili münasip bulduğu başlıklardan sadece bazıları.

Kimileri de 'utanç' kelimesini seçmiş.

Hatta çok 'yaratıcı' bulmuşlar ki, Almancasını da kocaman puntolarla büyütmüşler, gözlere daha çok sokabilmek için.

'Utanç'mış.

Tarihinin bulanık sayfalarından biri yüzüne tutulduğunda, üstelik ülke kitapçılarında konuyla ilgili yüzlerce kitap çıktığı halde okumadan etmeden, şüphe dahi duymadan,utancı başkalarına böyle iade etmek, utanç vesilesinin ta kendisi değilse, acaba nedir?

AKP'nin 13 yılının 'bardağın dolu yanı' kısmına bakıldığında, en azından bu ülkenin insani çözüm ve yüzleşme bekleyen iki sorununda, Osmanlı Ermenilerinin trajedisi ile habire kendisini kan ile yeniden üreten Kürt dramında bir olgunlaşma, bir farkındalık, bir vicdani dil beklemek gerekirdi, değil mi?

Acı içinde farkediyoruz ki, zihniyette milim kıpırdama, ayrışma olmamış.

Ankara, Almanya’nın soykırım kararına sözde tepki gösteriyor:

“Bizce bu karar yok hükmündedir”

Bu tür tepkiler de yok hükmündedir. Hiçbir etkisi olmaz.

Peki ne yapmalı?

CHP eski milletvekili Uluç Gürkan anımsatıyor...

- Alman hükümetinden bu kararı yok saymasını istemeli...

Örneği var mı? Var.. İşte İsveç...

İsveç hükümeti geçen yıl aldığı kararla kendi meclisinin soykırım kararını yok saydı.

2010 yılında kabul edilen kararı “Araştırma yapılmadan parlamento kararıyla bir ülkenin soykırım uyguladığı ilan edilemez” diyerek rafa kaldırdı.

Stefan Lövfen başkanlığındaki hükümet, “uzman tarihçilerden oluşan bağımsız bir kurulun yapacağı araştırmanın sonuçlarına göre” hareket edeceğini bildirdi. Üstelik bu kararı Ermeni ve Süryanilerin yoğun tepkisine rağmen verdi. Alman hükümetine İsveç’in bu kararı örnek gösterilmeli. Türkiye konuyu onur meselesi yapmalı. Ki zaten onur meselesidir.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan artık Batı’da kimsenin ağırlamak istemediği bir lider durumuna düşünce halinden anlayacak başkanların ülkelerine gitmeyi tercih ediyor. Erdoğan 1 Haziran’da seyahat rotasını Afrika’ya kırdı. Uganda ile başlayıp Kenya ve Somali ile devam etti.

Kavgacı ve müdahaleci politikalarla çevresinde komşu bırakmayan bir iktidar, dış politikada seçeneklerini çoğaltma ve yeni pencereler açma ihtiyacı duyuyor. Tabii işin ekonomik boyutları da var. Türkiye, Çin, ABD ve İran gibi ülkelerin keşfe koyulduğu Afrika'da ciddi ekonomik fırsatlar yakalayabileceğini düşünüyor.

Dış gezilere, büyük bir tantana ve halkla ilişkiler kampanyası ile başlamak adet haline geldi. Bu çizgi Afrika çıkarmasında da değişmedi. Ziyaretten büyük anlamlar çıkaran yazı ve beyanatlar yeni bir fetih havasında medyayı işgal etti. Afrika ile ilgili en önemli vurgu: “Türkiye’nin sömürgeci bir geçmişi yok.” Ama Afrika’ya ‘sömürülmüş, ezik, kurtarıcısını bekleyen’ kara kıta muamelesi yapmakta da bir beis yok!

Bir süredir yazı yazamıyorum…

Daha doğrusu bir süredir hiçbir şey yapamıyorum. Hayatlarımıza nasıl normalmiş gibi devam edebildiğimizi düşünmekten başka hiçbir şey yapamıyorum.

Fotoğraflarını dijital baskı dükkanlarına flash bellekle taşıyıp 40 tane A3 çıkış üstüne ‘Ölümsüzdür’ yazarak sokaklarda taşıdığımız‘kahramanlar’ geliyor aklıma hep. Adı belli ölülerimiz için en fazla bir kez daha gaz yediğimiz eylemlerde bulunmaktan gayrı ne gelecek elimizden?

Onların adlarını köşe yazılarına taşımaktan, onları katleden devlete ağzımıza geleni söylemekten, artık çağrılmadığım televizyon programlarında “Ulan bu kötü bir şey be” diye bağırmayı beklemekten daha iyi ne yapabiliriz?

Üstelik artık katledilenlerin bir adı bile kalmadı.

Hanginiz Suruç’ta aramızdan alınanlardan beşinin adını sayabilir ki?

Hanginiz yüzden fazla canın paramparça edildiği Ankara katliamından gençlerin hayatlarına dair iki kelam edebilir?

Kaçının hikayesini biliyoruz söyleyin…

Herkesi amacına ulaştıracak sağlam bir hesaptı. Ne pahasına olursa olsun Erdoğan’ı yıkmaları gerekiyordu.

Bunun ise ancak AK Parti’yi yıkmakla mümkün olacağını herkes biliyordu.

Zira o zaman, iktidarda kim olursa olsun, Paralel’in savaşını engelleyemezdi.

Zaten iktidar gölge etmesin yeterdi. Balyoz ve Ergenekon tecrübelerinin de katkısıyla Erdoğan dahil, istedikleri herkesi mahkum edebilirlerdi!

Senaryo şöyleydi...

AK Parti’yi iktidardan indirmenin tek yolu Meclis’e bir parti daha sokmaktı.

Selo’ya sufle verildi; “Seçime parti olarak gireceğiz” dedi.

Yüzde 6’yı geçemeyen HDP, barajdan çıkabileceğini söylüyordu!

Popüler İçerikler

"Bana Bilmediğim Bir Şey Söyle" Akımına Gelen Tıkanan Muhabbeti Açmalık Bilgiler
Apar Topar Çıkarılmışlardı: Kızılcık Şerbeti'nde Giray ve Heves Ayrılığının Gerçek Nedeni Ortaya Çıktı
Fernando Muslera, Jose Mourinho'yu Hedef Aldı: "İstemiyorsa Gidebilir"