Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Türkiye'nin dış politikasında tıkanıklığa yol açan bir çok sorun var ancak bunların arasında İsrail ve Rusya ile olan ilişkiler dikkati en fazla çeken konular olarak öne çıkıyor.

Türkiye-İsrail ilişkilerinde Mavi Marmara trajedisi nedeniyle yaşanan durgunluk altıncı yılını geride bıraktı. Türkiye Doğu Akdeniz dengeleri açısından İsrail ile olan ilişkilerinde her zaman dikkatli olmuştur.

Ortadoğu bölgesinde izlediği dış politika ile tarafsız, sorunların tüm aktörlerine eşit mesafede duran ve çözüm önerileriyle barışı kolaylaştırma faaliyetlerinde daima katkısı aranan bir ülke olma özelliği Türkiye'nin hem İslam dünyası ve Arap ülkeleriyle hem İsrail ile ilişkilerini bir arada sürdürebilmesiyle mümkün olmuştur. 2010 yılından beri bu özelliğini kaybeden Türkiye'nin Ortadoğu politikasındaki gediklerden biri İsrail ile ilişkilerin yeniden normalleşmesiyle kapanabilecek.

Türkiye'de politika, tamamen 'Cumhurbaşkanlığı’nın Başkanlığa dönüştürülmesi' fikri ve hedefinin çevresinde dönen, dönen ve dönen bir uyduya dönüşmüş durumda. Başkanlık sisteminin 'yasamadan yaşanması' dönemini yaşıyoruz. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, 31 Mayıs'ta 'light diktatörlük' olarak tanınan Uganda'ya gitmeden önce yaptığı şu açıklama, Türkiye'nin yeni sistemi olarak öngörülen başkanlığın tanımı gibiydi:

'Halkının yüzde 52'sinin oyunu alarak seçilmiş bir Cumhurbaşkanı’yım. Yargı organının da Cumhurbaşkanı’yım, yürütmenin de Cumhurbaşkanı’yım, yasama organının da Cumhurbaşkanı’yım... Daha çok böyle devletin milletle kaynaştığı şeyleri görecekler'.

'Devlet ile milletin kaynaşması', Cumhurbaşkanı'nın konuşmalarında son dönemde sık sık geçen bir niteleme. Bununla da kastedilen, 'milletin', yani Erdoğan'da vücut bulan/bulabilen/bulmaya itirazı olmayan toplum kitlesinin, devletin imkânlarından yararlanması, 'vatandaş' olma imkânlarından istifade edebilmesi, 'insan sayılması', 'insan yerine konması'.

Bir ABD’li savcı, altın kaçakçılığı ile suçlanan İran ve Türkiye vatandaşı bir işadamı ve onun rüşvet verdiği iddia edilen üst düzey siyasiler ve yöneticiler… Bugünlerde Türkiye piyasalarına yatırım yapanlar, hiç beklemedikleri şekilde Atlantik’in öte yakasındaki bir hukuk savaşından yara alıyor.

ABD’de tutuklanan işadamı Reza Zarrab’a yönelik savcı Preet Bharara’nın hazırladığı iddianame Türkiye’de üstü kapatılan bir soruşturmayı yeniden gündeme getirirken sadece siyasi tartışmaları alevlendirmedi.

Zarrab’ın İran’a yönelik ABD ambargosunu delmek için ülkenin ikinci büyük kamu bankası Halkbank yetkililerine rüşvet verdiği iddiası piyasaları huzursuz ediyor. Zarrab’ın tutuklandığını haberinin geldiği 22 Mart tarihinden bu yana Halkbank hisseleri yüzde 16 değer kaybetti. Tutuklama haberinin geldiği gün yüzde beş düşen Halkbank hisseleri, Bharara’nın iddianamesinin detaylarının ortaya çıkmasıyla birlikte 26 Mayıs’ta da yüzde üçe yakın düştü.

Üzerindeki çarşafın üst kısmını kaldırıyor. Her tarafı delik deşik. Kürtçe konuşuyor, çeviriyorlar. Adı Cemile Acar. Evinin içinde bomba patlamış. Bütün elbiseleri paramparça olmuş. DBP Cizre İlçe Başkanlığı’nın bahçesinde oturuyoruz. Acar gibi sokağa çıkma yasağı ilan edilen yerlerde oturan herkesin sağlam bir giysisi kalmadığını öğreniyoruz. Cemile Acar, anlatmaya devam ediyor. Ankara’ya bol “sitemli” konuşmasını “Bize yardımcı olun” diye bitiriyor.

Diyarbakır’dan Cizre’ye İdil üzerinden gidiyoruz. Nusaybin’deki abluka nedeniyle İpek Yolu kapalı. Yol boyu kaç kez durdurulup arandığımızı hatırlamıyorum bile. Her ilçenin giriş ve çıkışları abluka altında. Şehir merkezleri zırhlı araçlarla dolu. Olağan bir olağanüstü hal havası. Jandarma özel harekât ve polis özel harekât ekipleri, elleri tetikte güvenlik görevlileri, gazetecilerin rahat çalışmasına izin vermedikleri için basın kartımızı göstermeden giriyoruz Cizre’ye.

Şu sıralarda iç siyaset açısından en çok merak edilen soru şu: 'MHP'de ne olacak?' Hiç hesapta olmayan bir noktaya gelindiği açık. Bunda parti içi demokrasi veya istişare geleneğinin zayıflığı kadar, siyaset mühendisliğinin de katkısı var. Bu yüzden de geçmişte parti içi küçük çaplı çıkışlar ve kavgalar yaşansa da MHP'de derin bir kopuş olmamıştı. Ama artık parti derin bir kopuşun eşiğinde.

Her ihtimalde, ister muhalefetin arzuladığı 19 Haziran'da, ister MHP yönetiminin önerdiği 10 Temmuz'da bir kurultay yapılsın, sonu kopuşla bitecek. Çünkü MHP gibi ideolojik bir kitle partisinde daha çok da sol kitle partilerinde görülen sert 'hizipleşme' hiç de 'sakin' geçecek gibi değil. Basit adaylıklarda bile ürkütücü kavgalar yaşanırken, derin siyasi ayrılıkların nelere yol açabileceği kestirilemiyor.

'10 Temmuz bir tuzaktır' 

İşin içine bir de siyaset mühendisliği ve algı operasyonları girince 'makul bir yol' bulmak ve süreci sakin atlatmak kolay görünmüyor.

Başbakanlıktan sorumlu vazifeli Binali Yıldırım’ın Ermeni soykırımı için “sıradan bir olaydı” demesiyle, Zirve Katliamı’nın son tutuklu sanığının da doğal ortamına salınması aynı güne denk geldi. 

Yüz binlerce insanın plan-program yapılıp katledilmesi ve sürülmesinin sıradanlaştırılması, kendi başına da her türlü “flaş”lığı, “son dakika”lığı hak ederdi şüphesiz. Ama kötülüğü sıradanlaştırmayı becermiş toplumuz. Bakarsınız, arada kaynar giderdi de.

Aynı şekilde, üç insanı uzun işkencelerle, gırtlaklarını keserek katleden adamların cezalandırılmayıp ödüllendirilmesi de, sıradan kötülüğün sıradanlığı kültürümüzde ufak bir pürüz olsun yaratmaksızın, cızırtı, parazit, en ufak ses çıkarmaksızın geçip sıradanlık sıralarında yerini alıverirdi.

Bunlar geçiştirdiğimiz olaylardır. Sıkıya gelirsek inkâr ettiklerimizden. İkisinin ortak yönü, bizim ruhumuzun derinliklerine dokunur. Oranın bir tat bir kokusudur.

Turizmdeki daralmanın istihdam üzerindeki etkileri daha da belirginleşmeye başlayacak. Rakamlar gelir ve istihdam yönünden ekonomide ciddi bir iniş yönünü şimdiden işaret ediyor.

Geçtiğimiz hafta Japonya'nın ev sahipliğinde gerçekleştirilen G7 toplantısında her gündem başlığının alt satırlarında bir anti-küreselleşme eğiliminin varlığından bahsediliyordu. Bu ‘anti küreselleşme’, küreselleşme karşıtı gibi algılanmasın, lakin dünya artan gelir adaletsizliği merkez kapitalist ülkeler üzerinde bir yük yaratmaya başladığı anda ‘korumacı’ anlayışlar gündeme gelecek, adeta bugün mültecilere örülen dikenli teller az gelirli ekonomilere de örülmeye başlayacaktır. İngiltere Brexit’i bu gidişatın bir yansıması olarak gözlenebilir. Dolayısıyla küresel iklim için bugün söylenebilecek vaziyet, bağımlı-kırılgan ülkeler için geleceğin giderek karardığına ilişkindir. Bugün yozlaşmış, çarpık modelinin her yanında çöküşlerin yaşandığı Türkiye ekonomisinde de ilaveten dışarıdan gelen etkilerle oluşan risklerin de bu bakımdan ağırlaştığını söylemek mümkün.

Tam 1 Kasım'da yeniden tek başına iktidar olan AKP'nin yeni hükümetinin açıklanacağı gündü.

Herkes “kimler bakan olur” diye tahminler yaparken Türk F-16'larının sınırımızı ihlal eden bir Rus uçağını düşürdüğünü öğrendik.

Haber önemliydi, sonrası tehlikeli gelişmelere yol açabilirdi, bu nedenle herkeste bir tedirginlik vardı.

Haberi ilk veren kişi Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu.

Sonra hükümetten açıklamalar geldi.

Ardından Genelkurmay sınırımızı ihlal eden Rus uçağının izlediği rotayı, 10 dakika içinde Türk sınırını kaç kez ihlal ettiğini ayrıntılarıyla açıklayan bir “iz haritası” yayınladı.

Türkiye'nin tezi çok basitti.

Angajman kuralları ilan edilmişti. Buna göre Türk hava sahasının ihlal edilmesi karşılık verilmesini gerektiriyordu. Rus uçağı da 10 dakika içinde hava sahamızı defalarca ihlal etmiş, bütün uyarılara rağmen bunu sürdürmüştü.

Çare kalmamıştı, uçak düşürülmüştü.

İşte bu yüzden hayvanat bahçesi diye bir şeyin olmaması gerekiyor. Siz dünya güzeli hayvanları doğal yaşam alanlarından koparıp hapsedeceksiniz. Kafesin ne kadar geniş, ‘vahşi doğa’ya ne kadar benzer olduğunun önemi yok, hapis hayatı o. 

Ondan sonra kendi yavrularınıza “Bak evladım, dünyada bir de bunlar yaşıyor” diye göstermek için gezintiler düzenleyeceksiniz o hapishanelere. Bir de sahip çıkamayacaksınız çocuğunuza üstelik, gorilin kafesine düşecek gözünüzün önünde. Ve olan o güzelim gorile olacak. Çocuğa zarar verirse diye hayvancağızı vurup öldüreceksiniz. 

Fotoğraflar içler acısı, Haranbe adlı dişi goril muhtemelen çocuğu suya kapılmaktan kurtarmak istiyor sadece. Zaten doğada özellikle dişi hayvanlar başka türlerin yavrularına karşı da şefkatli, insan gibi acımasız değil.

Kalıcı olmayan içerik yapısının verdiği rahatlık ve dijital göçmenleri dışlayan kullanıcı deneyimi ile sosyal medyada ebeveyn tacizinden kurtulma imkânı sunan Snapchat, bu vasıfları sayesinde yeni nesil için güvenli bir liman olmayı başardı. Yakın gelecekte, önemi daha da artacak gibi duruyor.

Mayıs 2016 itibarı ile Snapchat’e günlük olarak yüklenen video sayısı 10 milyar! Bu sayı, daha 2 ay öncesinde 8 milyardı. Daha da ilginci, bu videolar Snapchat’in 100 milyon aktif kullanıcısı tarafından yükleniyor; yani hepsi orijinal, el emeği, göz nuru içerikler. Kullanıcılar sadece video yüklemiyor tabii; kısa metinler, fotoğraflar, emoji’lerle, ince ince, nakış gibi işliyorlar snap’lerini. 24 saat içinde buharlaşıp, dijital ebediyete uçup gideceklerini bile bile… Öte yandan Facebook ise özgün içerik sıkıntısı çekiyor. Kronolojik feed akışından, algoritmik akışa geçen Facebook, bildiğimiz anlamda bir sosyal medya olmanın ötesinde, önceliği reklam verenler olan, ana-akım bir dijital mecraya dönüşmüş durumda.

Popüler İçerikler

Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı
Bahis Reklamı ve Teşvik İçin Soruşturma Başlatılmıştı: RTÜK Başkanı TV8 İçin İnceleme Başlatıldığını Açıkladı!
İş Kadını Olan Eski Eşinden Aldığı Nafakayla Düğün Yapan Damat, Düğünden Sonra Nafaka İstemeye Devam Etti