Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Amerikan askerlerinin, YPG armalı üniforma giymeleri tepkiye neden olmuştu.

Amerikalı komutan Warren’ın, “YPG armalarını taşımaları yetkileri dahilinde değil ve uygunsuz” açıklamasıyla rahatlamıştık.

Ama kafayı kuma gömmenin anlamı yok. Bu bir süreç. Amerikalılar başından beri, PYD ve YPG ile birlikte çalışıyor. PYD’ye plaket verip Rakka’da ortak operasyon yapıyorlar.

Türkiye şimdiye kadar PKK ile PYD’nin aynı örgütler olduğunu anlatma konusunda başarılı olamadı. Çünkü Suriye’de YPG’yi savaştırmayı tercih eden ABD’nin çıkarlarına uygun olanı bu.

PYD’ye verilen silahların PKK’nın eline geçeceği, bunu Türkiye’ye karşı kullanacaklarını savunuyorduk. Silopi’de ABD ordusuna ait Mini İHA çıktı, şehir savaşlarında Amerikan ve Rus ordusuna ait silahların kullanıldığı tespit edildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ey Amerika! Size kaç kere söyledim; siz bizimle beraber misiniz, yoksa bu terör örgütü PYD ile YPG ile mi berabersiniz?”diye seslendi.

Sonuç ne oldu?

ABD Dışişleri Sözcüsü Kirby, “Biz, PYD’yi terör örgütü olarak tanımlamıyoruz” dedi.

Mehmet Şimşek 18 milyon ücretliyi ilgilendiren otomatik katılımlı Bireysel Emeklilik’teki ayrıntıları açıkladı. Ekonomide 100 milyar TL ek tasarruf yaratacak bu sistemi özendirmek için yeni teşvikler gerekiyor. Bu formüller hayata geçerse, asgari ücretli de sistemde kalacaktır.

Yaklaşık 18 milyon ücretliyi ilgilendiren “otomatik katılımlı” tasarruf sistemi bugünlerde en çok konuşulan konular arasında. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in en son açıklamasına göre; 45 yaş altında olan 13 milyon çalışanın otomatik olarak sisteme dâhil edileceği uygulamada, çalışandan alınacak katkı payının asgari 100 TL olması öngörülüyor. 

Otomatik katılımlı bir sistemin 10 yılda ülke ekonomisine 100 milyar TL ek tasarruf yaratacağı Şimşek tarafından ifade ediliyor. Otomatik katılım, bir işyerinde çalışmaya başlayan kişilerin otomatik olarak bir emeklilik planına dâhil edilmesi şeklinde işleyen bir sistem.

Gelir eşitsizliği çağımızın belirleyici meselelerinden biri. Dünyanın dört bir yanında hepimizi etkiliyor. Gelir eşitsizliğinin aniden hızlanarak artması konusunda yıllardır hararetli tartışmalar yapılıyor: Siyasetçiler de, akademisyenler de aktivistler de bunun durmadan yükselmesini durdurmakta hepten aciz kalmaktalar: Sayısız nutuklara, istatistiksel analizlere, birkaç cılız protestoya, çekilen birkaç belgesele rağmen bu böyle. Gene de, sorular havada asılı duruyor: Neden? Neden şimdi?

Panama Belgeleri bu sorulara inandırıcı ve sağlam bir cevap getiriyor: Muazzam, her yanı sarmış yolsuzluk. Cevabın bir hukuk firmasından geliyor olması da rastlantı değil. “Servet yönetimi” çarkının bir dişlisinden ibaret değil bu şirket; onun çok ötesinde dünyanın dört bir tarafında onyıllar boyunca suçluların çıkarları lehine yasaları yazmak ve eğip bükmek için nüfuzunu kullanmış bir şirket bu. Niue adası örneğinde şirket esas olarak başından sonuna kadar bir vergi kaçırma cennetini yönetmekte.

Her yıldönümünde Gezi Direnişi hakkında yazmaya kendimi mecbur hissediyorum. Gezi’den bana kalan da işte bu: Birçok anına tanık olduğum tarihsel önemdeki bir toplumsal hareketin mirası hakkında düşünmek, yarattığı dönüşümün bugünkü ve yarınki durumu hakkında kafa yormak... 

Bu bir mukayese çabası ve “Ne kalmadı, ne kaldı” diye sormayı gerektiriyor. 

“Ne kalmadı” sorusunun bendeki cevabı şu: 

Gezi’den geriye kalmayan, Gezi’nin yerleşik parlamenter siyaset kültürüne yaptığı olumlu etkidir. 

Etki şuydu: Kendiliğinden oluşmuş bir dinamiğin sonucu olarak Gezi, geniş yelpazedeki grupların aralarındaki farklılıkları göz ardı ederek demokrasi değerleri zemininde ortaklık yapabileceklerini kanıtladı ve bu bakımdan muhalefet partilerinin üzerinde müspet tesirlerde bulundu. 

Bunun ilk somut neticesi, 2014’teki iki seçimde görüldü. Gerek yerel seçimlerde CHP’nin İstanbul ve Ankara’da yapmış olduğu aday tercihlerinde, gerekse de cumhurbaşkanı seçimine CHP ve MHP’nin ortak adayla katılmasında Gezi’nin siyasi kültüre etkisi önemli pay sahibi olmuştur.

Günümüz dünyasında devam eden iç savaşların neredeyse tamamı Müslüman ülkelerde yaşanıyor.

Libya'dan Afganistan'a, Nijerya'dan Yemen'e, Irak'tan Suriye'ye Müslümanların yaşadığı neredeyse bütün coğrafyalarda, ama kafası kesilerek, ama bombalarla her gün yüzlerce insan öldürülüyor.

***

Dünyada küçük çocuklar en çok Müslüman ülkelerde ölüyor.

Dünya Bankası'nın istatistiklerine göre, 2011-2015 yılları arasında beş yaşını göremeden ölen çocukların bindelik dağılımı bazı ülkelerde şöyle gerçekleşti:

Somali 137, Mali 115, Afganistan 91, Pakistan 81, Türkiye 14...

Bir de Batılı ülkelere bakın: Norveç 3, İsveç 3, Lüksemburg 2, Finlandiya 2, İzlanda 2...

***

Müslüman pek çok ülkede meydana gelen iş kazalarının doğru düzgün istatistikleri yok. Ama Türkiye'yi Avrupa ülkeleriyle kıyaslayınca tüyler ürpertici bir tablo çıkıyor ortaya...

Türkiye iş kazalarında bütün Avrupa ülkeleri arasında birinci sırada...

Bütün dünyada üçüncü sırada...

Gezi’yi şeytanlaştırma, darbe kalkışması olarak yorumlama çabalarının Meclis’te hala gündeme getirildiğini görmek, aslında Gezi’nin ne kadar güçlü bir çıkış olduğunun kanıtı.

AKP Grup Başkanvekili Naci Bostancı’nın Gezi’yi, ‘sahada, seçim sandığında alt edilemeyen iktidarlara karşı enerjiyi toparlayıp (!??) sokaklarda demokratik iktidarları zor durumda bırakma girişimi, suikast girişimi’ olarak nitelemesi bundan.

Tabii iktidar ne yaparsa yapsın, kanunu, hakkı hukuku hiçe saysın. Ama halkım, sakın ha iktidarını ‘zor durumda’ bırakmasın!

Bu arada parkta müzik yapan, kitap okuyan, sokakta Ramazan sofraları kuran, protesto için ‘durması’ bile yasaklananların ‘suikast girişimi’ne katıldığını iddia etmek, bayağı hayal gücü ister.

Bostancı’nın aynı konuşmadaki tabiriyle “Yegane meşruiyet halk”, ancak dikkat buyrunuz: Halkın meşruiyeti, Gezi’de sokaklara çıkan milyonları kapsamıyor.

Reza Zarrab’ın ABD’de tutuklanışından beri yolunda ve seri şekilde yürüyen bir dava takvimi var. Bunda New York Güney Bölgesi (NYGB) Başsavcısı Preet Bharara’nın ve FBI yetkililerinin yıllardır bu davaya hazırlanmış olmalarının payı büyük. 

Bu hafta Zarrab davasında iki kritik gelişme yaşanacak. Birincisi, Salı günü, 31 Mayıs, Zarrab, avukatı vasıtasıyla kefaletle serbest kalma görüşmesinin yapılacağı 2 Haziran öncesi, ek bir dilekçe sunacak. İlk dilekçesinde daha önce bilinmeyen şekilde Zarrab'ın 4.1 milyon dolarlık bağışlarını, 150 farklı havale ile, Emine Erdoğan’ın Togemder derneğine verdiğini öğrenmiştik. 

New York Güney Bölgesi (NYGB) Başssavcısı Preet Bharara’nın ofisine yakın bazı kaynaklar, Hakim Richard Berman ile birlikte Bharara'nın da Zarrab'ın ek dilekçe sunmasına olumlu baktığını not etmişlerdi. Nitekim Cuma günü Hakim Berman, bu hakkı savunmaya verdi.

Herkes yeni bir anayasamızın mümkün olup olmadığını, ülkenin ayağında bir pranga olan yönetim sistemi krizini çözüp çözemeyeceğimizi merak ediyor.

Daha doğrusu, bunu Meclis aritmetiğine bakarak kestirmeye çalışıyor bir kısım insan.

Bu çok doğal tabii…

Sonuçta Anayasa’nın anayasayı değiştirmeye dair hükümleri belli.

550 kişilik Meclis’te anayasayı değiştirmek veya yeni anayasa yapabilmek için 367 oyu bulmanız gerekiyor. Referanduma gidebilmek için ise an az 330 rey almanız gerekli.

AK Parti’nin (Meclis Başkanı AK Parti’den olduğu için) 316 oyu mevcut. Bu konuda grubumuzda hiçbir sıkıntı olmaz. Dokunulmazlık ve güvenoylamasında tecrübe edildiği gibi

Ancak buna rağmen en az 14 oya ihtiyaç kalıyor. 

Tabii, normal olarak MHP’den destek gelip gelmeyeceği, CHP’den bir kopuş yaşanıp yaşanmayacağı gibi olasılıklar hesaplanıyor.

Sınırların sadece Sykes-Picot’yla değil, onu takip eden yıllarda birçok anlaşma sonucunda çizildiğini biliyoruz.  Ne var ki zaman değişti. O günlerde sınırlar belki büyük oranda masada ve cetvelle çizilebiliyordu. Bugün ise bu artık mümkün değil. Evet düzen yine o gün gibi sil baştan değişiyor. Irak ve Suriye parçalanıyor. Ama bambaşka bir şekilde.

O günlerde büyük güçler doğrudan bu değişime müdahil olmuşlardı. Başta İngiltere ve Fransa, sahadalardı. Tüm dinamikleri tamamen onlar şekillendirmese de, büyük ölçüde belirleyici oldular.

Ancak sonraki yıllarda Batı’nın yaptığı birçok hata, etkisinin zayıflamasına yol açtı. Bunların başında ABD’nin 2003 Irak işgali geliyor. Zira Amerika bu savaşla Irak’ı mezhepçilik ateşinin içine attı. Bağdat’ı Sünnileri dışlayan Şii Başbakan Maliki’ye teslim etti. Dahası, ABD 2007’de El Kaide’ye karşı Sünni aşiretleri silahlandırıp öne sürmesine rağmen, sonrasında Şiiler tarafından dışlanmalarına göz yumdu.

İşte bu yüzden Şiilere düşman olan Sünniler, IŞİD’i doğurdu. Örgüt önce Irak’ta palazlanıp, oradan 2011’de Suriye’ye sıçradı.

Gezi'nin üçüncü yılı…

Geldi-geçti deme sakın, sürprizlerle doludur bu ülke…

38 ilçeden 5 bin otobüs, 21 ilçeden 146 vapur ile insan taşıyıp, 6 bin polis, 300 keskin nişancı, bir firkateyn, bir denizaltı ile Yenikapı'daki sunta kalede kendini “Yeni Fatih” ilan edebilirsin…

Ama Gezi'nin kızı çıkageldi mi, bir kırmızı karanfille tüm dünyayı fetheder…

Şaşırırsın…

*

Ormanları yok ettin, sesi çıkmadı kullarının…

Ama Taksim'de bir ağaç dalından gidersin…

Şapşallaşırsın…

*

Paşaları tavuğa çevirirsin…

Kendine kartondan ordu yaparsın…

Tam zafer sarhoşluğundayken sen…

Gezi Parkı'nda, annesi altını değiştirirken bir bebek gözükür, milyonlar bir anda ordu olur peşinde…

Apışırsın…

Popüler İçerikler

Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı
Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi
YORUMLAR

Selvi "Türkiye şimdiye kadar PKK ile PYD’nin aynı örgütler olduğunu anlatma konusunda başarılı olamadı." diye yazmis. Adama sormazlar mi tam da Cumhuriyet bayraminizda adamlar tanklariyla sizin ulkenizden torenle gecti, ne anlatiyorsun diye?

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ