Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Oylama gizli yapıldığı için, kim olduklarını yalnızca kendileri biliyor.  Ki, o gizlilik de yine lafta kaldı. İçtüzük resmen çiğnendi.  AKP milletvekilleri, CHP’lilerin itirazlarına ve oturumu yöneten Meclis Başkanı’nın uyarısına rağmen genel kurul salonunda “hayır” demediklerini “göstermenin” yolunu yine buldular.  Konuya geleyim: 20 CHP’li milletvekilinden söz ediyorum. 

376 kabul oyunun bize gösterdiği kadarıyla, dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin anayasa değişiklik teklifinin yasalaşmasında, 20 CHP’li milletvekilinin “evet” desteği bulunuyor.  

Başka bir deyişle, AKP-MHP blokunun (356 milletvekili) referandumsuz kabul için, CHP Grubu’ndan ihtiyaç duyduğu 11 evet oyu fazlasıyla verilmiş oldu.  20 CHP milletvekilinin gönülleri, “Teröristlere destek vermediklerine” inandıkları için rahat olmalı.  Ne var ki, AKP rejimine verdikleri destek, basit bir matematikten çok fazlası. Yakın gelecekte bunun sonuçlarını daha güçlü hissedeceğiz.  Görünen ilk sonuç şu:  Teklife evet diyen 20 milletvekili; HDP’yle yan yana görünmemek adına, 12.5 milyon seçmenin oy verdiği ana muhalefet partisini, fiili olarak, başkanlığa destek verir duruma düşürmüşlerdir.

Yok, İngiltere’de “Tayyip Erdoğan’ı hicveden en iyi şiir yarışması” düzenlenmiş. Yok, yarışmayı Londra eski Belediye Başkanı Boris Johnson kazanmış.  Yok, Boris Johnson Osmanlı’nın son dönemlerinde, ülkesine ihanet eden Damat Ferit Paşa kabinesinde “Nazırlık” (Bakanlık) yapan, Milli Mücadeleye şiddetle karşı çıkan Ali Kemal’in öz torununun oğluymuş.  

Yok, hiciv yarışmasını kazanana bin 300 Avro tutarında ödül konulmuş.  Yok, yine Erdoğan aleyhine şiir yazan, Erdoğan’ın girişimiyle yargılanan TV sunucusu Böhmermann’ın o şiiri Alman Parlamentosu'nda okunmuş.  Yok, bir Amerikan TV’sinde yine Erdoğan mizahi bir dille eleştirilmiş.  Yok, Cenevre’de bir sergi açılışında Erdoğan aleyhine pankart asılmış.  Yok, Batı medyası ve politikacıları Erdoğan’ı değişik açılardan sık sık eleştiriyormuş.  Bunların hepsi gerçek. Ama, bir başka gerçek daha var, Erdoğan atı almış, Üsküdar’ı geçmeye çalışıyor, yani Başkanlık hayali.  Dün dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla birlikte bu yönde ciddi bir kazanım elde ediyor.

Bu kararın uzun vadede, zaten temsilde adalet sorunu yaşayan Meclis’in sicilinde bir çentik olarak duracağı da görülebiliyor.

Bu kararın dışarıda da yansımaları olacaktır; özellikle de Avrupa Birliği’yle (AB) ilişkilerde.

Erdoğan da muhtemelen AB’nin terörle mücadeledeki eksiklerini eleştirecek ve asıl değişmesi gerekenin kendileri olduğunu söyleyecektir.

Keşke işler bu noktaya hiç gelmeseydi. Keşke Dolmabahçe masası devrilmese, PKK yeniden terör eylemleriyle diyaloga son vermiş olmasa, keşke bu kadar insan ölmeseydi.

Keşke seçilmiş vekiller PKK’ya yardım suçlamasıyla karşı karşıya kalmasa, şimdi dokunulmazlıkların kaldırılmasını değil, Erdoğan’ın zamanındaki deyimiyle ‘barış sürecini’ başarmayı konuşuyor olsaydık.

Keşke işler bu noktaya hiç gelmeseydi.

12 Eylül rejimi, temsilî yoldan da olsa siyasete/yönetime katılma, sesini duyurma/sözünü dinletmenin barışçıl yollarını büyük ölçüde kapattı.

“PKK’yı dört kere bitirdik”le başlayıp, sonra bu sayıyı beşe, altıya çıkarttılar; şimdi de yedincinin eşiğine gelmişlermiş.

Siyasete katılmak isteyenleri terör yandaşı/destekçisi/yardımcısı/yatakçısı diye zulme uğratıp, fiziken yok ettiler.

Fiziken yok ettiler; ama, hiç değilse bu cinayetleri gizlide işleyip ‘faili meçhul’ bırakma gayretini gösterirlerdi.

Şimdi ise, artık toplu cinayetler işlenmekte; insanlar kendi evlerinde açlığa, susuzluğa, ilaçsızlığa, doktorsuzluğa mahkûm edilmekte; mahzenlerde gazlanıp, yakılıp parça parça edilmekte. Şehitliği yüceltme adına ölüm, tabiî öldürmek üzere öldürme, kısacası savaş, yani kurumsallaşmış toplu cinayetler teşvik edilmenin de ötesinde mecburî hâle getirilmekte: “Şehitlik bitmeyecek; ama, bire karşı on öldürerek”.

En komikçe/şapşalozca lâf, “doksanlara mı dönüyoruz?”. Doksanlarda yargısız infazlar vardı; ama, şimdi artık infazın yargısı var; çırılçıplak soyulmuş paramparça edilmiş insan vücutları eskiden gözlerden uzak ücra köylerde helikopterden atılır, araçlara bağlanıp sürüklenirdi; ortaya çıktığında da, inkâr edilme yoluna gidilirdi. Oysa şimdi, daha vahşiceleri kentlerde yapılıp sanal medya üzerinden yayınlanıyor, bizzat caniler tarafından.

Kimse CHP’deki yüksek stratejinin ne olduğunu anlayabilmiş değil. 

CHP’liler dahil... 

Demokrasi tarihine kara leke olarak geçecek dokunulmazlık oylamasının yapıldığı saatlerde, Ankara Temsilcimiz Erdem Gül’le Meclis bahçesinde bir grup CHP’liyle sohbet ediyorduk. İlhan Cihaner, Sezgin Tanrıkulu, Enis Berberoğlu gibi kamuoyunun tanıdığı 6-7 kişi. Hepsi dertliydi. 

CHP’li vekillerin kahir ekseriyeti, dokunulmazlıkların kalkmasının Türkiye’yi bir felakete sürükleyeceğinin farkında. Çoğunluk bu yönde “Hayır” oyu kullandı. 

Ancak ne olduysa dünkü oylamada, bir anda genel merkezin yönlendirmesiyle 20’ye yakın CHP’li, dokunulmazlıkların kaldırılmasına “Evet” dedi. 

Böylece dokunulmazlıklar, bir grup CHP’nin iktidarla hareket etmesi sayesinde kalktı.

Yarın önemli bir gün olacak. AK Parti'nin 2. Olağanüstü Kongresi yeni bir dönemi başlatacak. Bu yeni dönemin diğerleri arasında dikkat kesilmek gereken iki hassas noktası bulunuyor. İlki demokratik dengeler ve usulle ilgili. Bu ilk hassas nokta, hem cumhurbaşkanı-başbakan-hükümet arasındaki, hem cumhurbaşkanı-AK Parti teşkilatı arasındaki ilişkilerin yeni modeli çerçevesinde karşımıza çıkacaktır. 

Erdoğan'ın siyasi iradenin fiilen yegane temsilcisi olacağı, yürütme organına fiilen reislik yapacağı bir sayfanın açılacağı tartışma götürmez. Ancak, özellikle devlet-siyaset, devlet organı siyasi parti organları arasındaki fiili ilişkiler ne kadar derinleşecek, bu yeni model nasıl işlenecek ve nasıl işleyecek gibi kritik sorulara yanıtı zaman ve uygulama verecektir. 

Bu sorular ve yanıtlarının Türkiye'nin demokratik kalitesi ve istikametiyle ilgili ipuçları içereceğine ve temel tartışma konularımızdan birisini oluşturduğuna ve oluşturacağına da hiç şüphe yok.

Kardeşim Kaddafi diyordu. Suratını taşla eze eze linç edenlere uçak dolusu para gönderdi. Kardeşim Esad diyordu. Katil Eset diyor. Muhterem hocaefendi diyordu. Terör örgütü lideri yaptı. Zekeriya Öz'ün altına kendi zırhlı makam mercedesini vermişti. 

Hapse tıkmak için kırmızı bültenle arıyor. Zaman gazetesi için, temiz gazete, meslek ahlakını yüceltti diyordu. Zaman'a el koydu. Açılımı polis akademisinde açmıştı. Polis akademisini kapattı. Özel yetkili mahkemeleri kurdu. Özel yetkili mahkemeleri lağvetti. Yahudi cesaret madalyası aldı. Van münüts dedi. 

Suriyeliler için, kucağımızı açtık, bağrımıza bastık, bizim Anadolu büyüklüğünde vicdanımız var, ne pahasına olursa olsun bu kardeşlerimizin yanında olacağız diyordu. Bizim alnımızda enayi yazmıyor, bindirir göndeririz diyor.

Kürtler merkez siyasete 1991 seçiminde SHP listelerinde yer alarak girdiler. Sonra 1994’te enselerinden tutularak önce Meclis’ten atıldılar, sonra hapse kondular.   Sonra ne olduğunu hatırlayanlar bilmeyenlere anlatsın. “90’lar” diye andığımız o kâbus dönemini hep birlikte yaşadık.   Meclis dün yine Kürtlerin merkez siyasetten atılması için el kaldırdı. Muhtemelen 40’ın üzerindeki HDP’li milletvekili “teröre destek” suçlamasıyla yargılanacak, tutuklanacak.   

Böylece Meclis, merkez siyaset, demokratik siyaset bir kez daha Kürtlere kapanacak, HDP’ye verilmiş olan 5 milyon oy Meclis’in dışında kalacak.   Asıl önemlisi, Kürtlerle Ankara arasındaki mesafe biraz daha büyümüş olacak, konuşma yolları tıkanacak.   

Eğer HDP’ye oy vermeyen, hatta Ak Parti’ye oy veren Kürtlerin HDP’lilerin içeri atılmasından memnun olacaklarını zannedenler varsa, bunlar fena halde yanılıyorlar.

Cumhurbaşkanı her şeyin tereyağından kıl çeker gibi bu kadar kolay olacağını tahmin etmiş miydi acaba?

Dünkü Rize konuşması 'durmak yol yola devam' rahatlığında olduğuna göre, bundan hiç kuşku yok.

6 küsur milyon seçmenin oyuyla Meclis'te üçüncü parti konumundaki HDP'yi yapayalnız bırakan CHP ve MHP, 'gibi' yaparak, sanki doğru siyaset oyunu oynuyormuş gibi, boyunlarına ilmeği kendileri geçirdiler, sandalyeye çıktılar ve...

...bastılar tekmeyi.

Kendisini merkezde muhalefet yapıyor sanan, taşra kafalı siyaset esnafı da böylece halk önünde 'kendini intihar etmiş' oldu.

Ama şuursuzlukları öylesine had safhada ki, sorulduğu vakit bize hala mantıklı şeyler söylediklerini sanıyorlar.

Hızlandırılmış bir 'kişisel darbe' sürecinin tam ortasında, kendilerine biçilmiş olan figüranlık rolünü başarıyla ifa etmiş olduklarının farkında değiller.

Dün yazdığım 'Harbiye Açıkhava Tiyatrosu yıkılacak' yazısını İstanbul Büyükşehir Belediyesi yalanladı... 

Daha da ötesi, 'Kültür Daire Başkanı Abdurrahman Şen'in böyle bir açıklaması olmamıştır' denildi... Vallahi bravo... Ben de diyorum ki, eğer Çırağan'daki yemekte Şen böyle bir açıklama yapmadıysa ben bu mesleği bugün itibariyle bırakmaya hazırım... Çünkü masada 5 şahidim daha var... 

Bu yemek Abdurrahman Şen'in Hürriyet ekibiyle bir araya geldiği bir yemek olarak planlanmıştı... 

Masada benim dışımda Hürriyet Magazin Müdürü Selim Akçin ve Ömür Gedik de vardı... Yemeğe Ahmet Hakan da katılacaktı ama son dakika işi çıktığı için yetişemedi... 

Onun dışında masamızda Şen'in sanat danışmanı olan Hakan Peker'in eşi Arzu Peker ve İBB'nin iki basın sorumlusu daha vardı...

Popüler İçerikler

Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
YORUMLAR
21.05.2016

Yılmaz Özdil gibi orijinal ve kaliteli bir yazar daha yok

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ