Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Bugün 19 Mayıs 1919’un, yani Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak basışının 97. yıldönümünü kutluyoruz. 

Bazıları bu tarihi, Kurtuluş Savaşı’nın, hatta modern Türkiye’nin başlangıcı olarak kabul ederler. 

Oysa daha Mustafa Kemal Samsun’a çıkmadan önce de Anadolu’nun dört bir yanında çoban ateşleri misali, bağımsızlık tutkusunun meşaleleri kongreler toplanmaya başlamış, halkın bağrından “reddi ilhak” ve bağımsızlık çığlıkları yükselmişti. 

Daha önce de çeşitli vesilelerle belirtmeye çalıştığım gibi, ulusal bir hareketi tek kişinin irade ve eylemlerine indirgemeye kalkmak, kabul edilemez bir yanlıştır. 

Tarihimizi, Osmanlı’nın yüzyıllar süren ataleti ve onun üzerine ölü toprağı serptiği toplumun meskeneti ve sonra da bir dâhinin şimşek gibi zekâsı ve azmi ile bu olguları tersine çevirmesi çelişkisiyle yorumlarsak hem onu hiç anlamamış, hem de karşı karşıya bulunduğumuz sorunları aşacak yöntemlerden de mahrum kalmış oluruz. 

Toplumsal olayların çözümündeki anahtar tümce “Nasıl çözülür” olmalıdır, “Kim çözer” değil. 

Zaten modern toplumları kadim toplumlardan ayıran başlıca öğelerden biri de budur.

Dokunulmazlık oylaması nedeniyle Meclis çok hareketliydi.

Genel kurul salonunda oylama heyecanı yaşanırken, iktidar kulisinde başbakanlık konuşuluyordu. Milletvekillerinin bir kısmı ise Meclis bahçesini tercih etmişti.

Akşam saatleriydi. AK Parti kulisine adım attığımız anda bir hareketlilik yaşandı. Gelen, Başbakan Ahmet Davutoğlu’ydu. Davutoğlu, doğrudan genel kurul salonuna girmek yerine, kuliste oturmayı tercih etti. Etrafında parti yöneticileri ve bazı bakanlar vardı. Siyasetin merkezindeydiler ama siyaset konuşmadılar. AK Parti Ankara Milletvekili Mücahit Arslan isminin nüfusa kaydettirilmesinin hikâyesini anlattı. Başbakan, “Kalkan” olan soyadının babası tarafından “Davutoğlu” olarak değiştirildiğinden söz etti. Başbakan’ın memleketi olan Taşkent’te, “Davutlar Odası”var. Başbakan olarak Taşkent’e gittiğinde de hemşerilerine, “Ben Davutların Ahmet” diye seslenmişti. Davutoğlu’nun çok hüzünlü bir hikâyesi var. Taşkent’te anlatmıştı:

4 yaşında bir çocukken, annesi rahatsızlanmış. Ancak yollar kötü, hastane yok.

Siyasi kulislere düşen bilgi bu.. Önceki gün de Meclis’e genel başkan havasında gelmiş..

Müstakbel başbakan gibi karşılanmış.. 

Başbakan gibi kısmını kenara koyalım.. Birazdan döneriz..

Temayül yoklamasından Binali Yıldırım’ın çıkmasıyla başlayalım..

Başka kim çıkacaktı?

Cumhurbaşkanı’na en yakın isim kim?

Cumhurbaşkanı’nın neredeyse hep yanında olan kim?

Eylüldeki kongrede Davutoğlu’na karşı 900 imza kim için toplandı?

Davutoğlu yelkenleri suya indirmeseydi, Saray’a biat etmeseydi, eylülde AKP’nin başına kim geçecekti?

Binali Yıldırım..

Eeee..

*

Ben diyorum ki; Binali Bey temayül yoklamasına girmedi ki çıksın..

Binali Bey zaten ordaydı..

Zaten bir numaralı adaydı.. 

Yeni yapılanma, yeni yönetim şekli onun üzerinden şekillendirildi..

Yeni başbakan modelinin mimarı olacak..

Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın'ı dinliyorum gözlerim kocaman açık...

18 Mayıs'taki açıklamasında, 'İnsani konunun istismarı, gayrimilli duruştur' diyor. İnsani konu, 14 Mayıs günü yapılan düğün, pardon 'nikah'. Ve 'istismar', 'gayrimilli duruş' da, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ın bu 'nikaha' katılmasına yönelik eleştiriler.

Kalın, ayrıca, Akar'ın evlenen taraflar ile 'ailecek' görüştüğü detayını da, açıklamasına nişane gibi konduruyor.

Genelkurmay Başkanı, kendi kişisel ve profesyonel muhasebesinde, devlet erkanı ve savunma sanayi ile ilişkilerini birinci plana koyuyor olabilir; kendi seçimidir.

Ama...

Dünyanın her yerinde, 10 ayda 600'e yakın güvenlik görevlisinin ölümüne yol açan yakıcı bir çatışma yaşanırken; üstelik tam da, sekiz askerin cenazenin kalktığı gün bir Genelkurmay Başkanı, 'devlet protokolü' diyerek, Cumhurbaşkanı'nınki de olsa, bir düğüne katılırsa eleştiri alır. Bu eleştirilere de, 'insani ve vicdani olmaktan uzak' denemez.

Ali Şamil.

1 metre 10 santimdi.

Enver paşa'ya hediye edildi.

Köle gibi.

“Soytarı” yaptılar onu.

Tuhaf kıyafetler giydirdiler.

Sırmalı cepkenler,

cartlak renkli şalvarlar,

kafasından büyük sarıklar….

Kadınları eğlendirdi.

Çocukları güldürdü.

Birinci dünya savaşında çarşı karıştı, Enver apar topar İstanbul'dan ayrıldı, biraz da onlara kahkaha attırsın diye, Vahdettin'in kızı Ulviye sultan'ın sarayına verdi Ali Şamil'i… Ulviye sultan'ın eşi İsmail Hakkı bey mert adamdı, tavla arkadaşı yaptı bu küçük boylu insanı, alay ettirmedi, ezdirmedi, korudu kolladı. Gel zaman git zaman… Milli mücadele başladı. Yurtseverler Anadolu'ya akıyordu. Padişah'ın damadı İsmail Hakkı bey de onlardan biriydi, Mustafa Kemal'e katılmak için gizli gizli hazırlık yapıyordu. Saray'ın damadı kuvayi milliyeye katılacak, olacak şey değildi tabii…

50 milyon seçmen bilgilerinden sonra şimdi de Türkiye’deki sağlık kayıtları internete sızdı. Açıklamayı YouTube üzerinden Anonymous yaptı. Yayınlanan 7MB boyutunda bir örnek dosya ve 2GB boyutunda bir dosya linki üzerinde hassas bilgiler mesela HIV sonuçları ya da Kürtaj bilgileri var. 

Tam da turk-internet.com'da üst üste yapılan 'kişisel sağlık verileri' toplantılarının notlarını ilettiğimiz bugünlerde, olayın önemini ortaya koyan bir haber olarak çıktı. Anlaşılan birileri bu verileri satıyor ya da verilerin saklanması için gerekli özeni göstermiyor. 

Anonymous, Youtube üzerinden yayınladığı bir videoda, Hollywood’daki Presbyterian Sağlık Merkezi ve Methodist Hastanesi’nin veritabanına Türk hackerlar tarafından yapılan siber saldırının intikamını almayı amaçladığını açıkladı. 2 hastanenin veritabanına şubat ayındaki sızılma olayını bazı Türk hacker grupları üstlenmiş, bu eylemi Barack Obama yönetiminin Kürtlere verdiği destek nedeniyle yaptıklarını açıklamışlardı.

Uzun zamandır mesele olmaktan çıkardığımız laiklik konusu geçen haftalarda yeniden gündemdeydi. Aslında İsmail Kahraman’ın çıkışının herhangi bir ‘normal’ demokraside ciddiye alınabilmesi pek mümkün değildi. Demokrasiyi geçelim, bugünün dünyasında toplumları çeşitlenmemeye mahkum etmenin yolu olmadığına ve her çeşitlenme kaçınılmaz olarak inanç alanını da kapsadığına göre, isteseniz de istemeseniz de laik bir yönetim sistemi kurmak zorundasınız. Bunun tek alternatifi dini totalitarizm ki öyle bir durumda kimsenin çıkıp laikliğe karşı bir şey söylemesi gerekmez. Ayrıca Kahraman’ın da böyle bir devletten yana olduğunu öne sürmek hakkaniyete sığmaz.

Ama yine de konu ciddiye alındı ve ‘tartışıldı’. Öte yandan ortada gerçek bir tartışma yoktu… Herkes aynı şeyleri yazıp söyledi. Hükümet yetkilileri, sözcüleri ve Cumhurbaşkanı da aynı minvalde konuşup güven tazelediler. Yeni anayasanın özgürlükçü bir laiklik anlayışına yer vereceği, laikliğin bir toplumsal hakemlik kurumu olarak görüldüğü vurgulandı…

İslamcıların kafalarının içinde müthiş maharetli bir illüzyonist var.

Bu illüzyonist, onlar hayatın içinde gerçekte ne yapıyor olurlarsa olsunlar, her zaman kendilerini iyi ve haklı olarak görmelerini sağlıyor.

***

Soma'da yere düşen acılı bir işçiyi tekmelediklerinde, çocuğu polis tarafından öldürülmüş acılı bir anneyi yuhaladıklarında, Roboski'de uçaklardan atılan bombalarla parçalanan çocukların annelerinden basit bir özrü esirgediklerinde hep bu ilüzyonist devreye girip, hayatın içinde ortaya çıkan acımasızlığı, empati yoksunluğunu usta bir ressamın fırça darbeleriyle yok edip, kendilerini müşfik, sevecen, cefakâr insanlar olarak görmelerini sağlıyor.

***

Bu illüzyonist; davranışlar, söylenenler ve yapılanlar arasındaki muazzam çelişkileri görünmez kılıyor.

***

Bu illüzyonist sayesinde, dün sonuna kadar barış derken, neden bugün sonuna kadar savaş deniliyor diye sormuyorlar.

Bu yazı yayımlandığında, dokunulmazlıkların geçici olarak kaldırılmasını öngören anayasa değişikliği oylamasının ikinci turu ‘yapılmak üzere’ olacak. Bu tür ara günlerde yazı yazmak riskli olsa da, konuya değinmeden olmaz. Salı akşamı yapılan ilk tur oylamalarda ‘evet’ oyları referandum aralığında, yani 330 ile 367 arasında kaldı. Teklifi gündeme alıp almama oylamasında 348, teklifin birinci maddesi için yapılan oylamada 350, ikinci madde için yapılan oylamada ise 357 ‘evet’ oyu çıktı. Maddelere geçildiğinde, ‘evet’ oylarının arttığı, ‘hayır’ oylarının ise değişmediği görülüyor.

Oylama üzerine epey analiz yapıldı. Belli olan şu ki, CHP’den epey bir ‘hayır’ oyu çıkmış. Başta “Anayasa’ya aykırı olsa da evet diyeceğiz” diyen CHP’nin, Erdoğan rejimin gidişatını fark edip bu gidişata fren olmaya karar verdiği düşünülebilir. Bunun da ötesinde, teklif zaten hukuki açıdan izah edilebilir değil (sadece belli bir süreye kadar olan geriye dönük dosyaları kapsaması...) ve bir kere bu dokunulmazlıklar kaldırıldığında ardından ne geleceği belirsiz, daha doğrusu endişe verici.

Dünyayı değiştirecek biyoteknoloji girişimcileri neden Türkiye'den çıkmasın. İşte TEPAV ve TOBB'un desteğiyle genç biyoteknoloji girişimcileri ürün ve fikirlerini ABD'nin ve dünyanın en önemli biyoteknoloji fuarında sunacaklar. 

GENÇ biyoteknoloji girişimcileri ürün ve fikirlerini, ABD’de dünyanın en önemli biyoteknoloji platformunda sunma imkanı kazandı. 

TEPAV biyoteknoloji girişimcilerini San Francisco‘da 6-9 Haziran tarihlerinde yapılacak 2016 BIO International Convention’a götürme amacıyla, Türkiye’nin ilk ve tek Biyoteknoloji Hızlandırıcı Programı’nı başlattı. TEPAV ve Viveka işbirliğinde düzenlenen bu program kapsamında başvuruları alınan biyoteknoloji firma ve fikir aşaması girişimleri 8 Mayıs Pazar günü yarıştılar. Bir ürün ve bir fikir ABD’ye götürülmek üzere seçilirken, en fazla oyu olan birkaç girişimcinin daha programa dahil edilmesine çalışılacak.

Yapılan sunumları ve değerlendirmeleri izleme olanağı buldum. Hepsi genç, heyecanlı girişimcileri dinledikçe her şeye rağmen ülke geleceği için umutlandığımı söylemeliyim.

Popüler İçerikler

Teğmen Ebru Eroğlu İle İlgili Skandal Karar: Küfür ve Taciz İfade Özgürlüğü Sayıldı
Askerlerine Cinsel Saldırıda Bulunan Komutana 38 Yıl 70 Ay Hapis Cezası Verildi
Montella Görevini Bırakırsa A Milli Takım'ın Başına Kim Geçmeli?