Bugün 19 Mayıs 1919’un, yani Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak basışının 97. yıldönümünü kutluyoruz.
Bazıları bu tarihi, Kurtuluş Savaşı’nın, hatta modern Türkiye’nin başlangıcı olarak kabul ederler.
Oysa daha Mustafa Kemal Samsun’a çıkmadan önce de Anadolu’nun dört bir yanında çoban ateşleri misali, bağımsızlık tutkusunun meşaleleri kongreler toplanmaya başlamış, halkın bağrından “reddi ilhak” ve bağımsızlık çığlıkları yükselmişti.
Daha önce de çeşitli vesilelerle belirtmeye çalıştığım gibi, ulusal bir hareketi tek kişinin irade ve eylemlerine indirgemeye kalkmak, kabul edilemez bir yanlıştır.
Tarihimizi, Osmanlı’nın yüzyıllar süren ataleti ve onun üzerine ölü toprağı serptiği toplumun meskeneti ve sonra da bir dâhinin şimşek gibi zekâsı ve azmi ile bu olguları tersine çevirmesi çelişkisiyle yorumlarsak hem onu hiç anlamamış, hem de karşı karşıya bulunduğumuz sorunları aşacak yöntemlerden de mahrum kalmış oluruz.
Toplumsal olayların çözümündeki anahtar tümce “Nasıl çözülür” olmalıdır, “Kim çözer” değil.
Zaten modern toplumları kadim toplumlardan ayıran başlıca öğelerden biri de budur.