Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Türkiye'nin Avrupa heyecanı Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun (AET) kuruluşuna ilişkin Roma Anlaşması'nın yürürlüğe girdiği 1958 yılından beri sürüyor. 

Türkiye 1959 yılında bu topluluğa ortaklık müracatında bulundu, 1963 yılında da tam üyelik koşulları gerçekleşinceye dek yürürlükte olacak şekilde Ankara'da Ortaklık Anlaşması imzalandı.

Zaman geçti, AET Avrupa Birliği'ne (AB) dönüştü. Türkiye ile olan ortaklık ilişkileri tam üyeliğe geçiş sürecinde 1996 yılından itibaren yürürlüğe giren Gümrük Birliği ile yeni bir seviye kazandı. Üyelik müzakereleri 2005 yılında başladı. Hala sürüyor. Türkiye'nin Avrupa heyecanı da yakında 60 yaşını dolduracak bir serüven halinde ilerliyor.

Bu uzun süre boyunca Türkiye'de AB'nin nasıl bir proje olduğunu ve ne anlama geldiğini anlayan, bilen ve bu projeye Türkiye'nin de katılmasına samimiyetle inanan insanlar oldu. Hala da var. Ama bu insanlar Türkiye nüfusunun 'azınlık' diye dahi tanımlanamayacak kadar minik bir bölümünü oluşturuyorlar.

Kadın işçi ve memurlar için doğum sonrasında part - time çalışma hakkı söz konusu. Kadın memur ve işçilere birinci doğum sonrasında 2 ay, ikinci doğum sonrasında 4 ay ve üçüncü doğum sonrasında 6 ay boyunca part - time çalışma hakkı tanınıyor. Dahası bu süreler, çoğul doğumlarda 1 ay fazla kullanılabiliyor. Engelli çocuğu olanlar her doğumda 12 ay boyunca part  time çalışabiliyorlar. Ayrıca, evlat edinme halinde de bu haktan yararlanılması mümkün.

Yarım ödenek 

Gerek kamu, gerekse özel sektörde çalışan kadınlar, doğum sonrası ücretli izin hakları sona erdiğinde part - time çalışma hakkını kullanmaya başlayabiliyorlar. Diğer taraftan, part  time çalışma hakkını kullanan kadın işçi ve memura ayrıca süt izni verilmiyor. 

Doğum sonrası part  time çalışan işçiye İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanmak üzere “yarım çalışma ödeneği” ödeniyor. Doğum ve evlat edinme sonrası yarım çalışma ödeneğinin günlük miktarı, günlük asgari ücretin brüt tutarı kadar.

Washington’un Türkiye gündemindeki tek konu Suriye. Aleni saray darbesi ile emekli edilen Davutoğlu’dan sonra kimin başbakan olup olmayacağı ABD’de pek merak uyandırmıyor. Çünkü genel kanaat ‘fark etmez.’ İpler zaten Erdoğan’ın elinde ve an itibarıyla bir rakibi yok. Emin olun, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu görevlerinden uzaklaştırılsaydı daha fazla dert edilirdi. Zira güncel ilişki akışındaki kilit isim onlar. Aslında ABD’deki endişe şu: Saydığım isimler, Erdoğan’ın daha da gözüne girebilmek adına ne kadar ileri gider?

Dediğim gibi Washington’un tek derdi IŞİD. IŞİD ‘yenilgiye uğratılana’ dek, ABD’li yetkililerden Türkiye’de insan hakları, basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı gibi ‘ayrıntılar’ konusunda ‘endişe’ sözcüğünden öte bir tepki beklenmemeli. Hem Mısır’ı cehenneme çeviren Sisi’ye göz yuman Washington, Türkiye’ye neden dil uzatsın ki?

1988 yılından beri Afganistan ve Pakistan’da görev yapan dünyaca ünlü İngiliz savaş muhabiri Christina Lamb’a göre uzatmalı.

İş yaşamından eğitim kurumlarına, sağlık hizmetlerinden karşı cinsle ilişkilere kadar, obez insanlara her yerde ikinci sınıf muamelesi yapılıyor. Ne yazık ki, bu muameleden acı çeken obezleri savunacak yasal düzenlemeler henüz mevcut değil. Dünya obeziteyle savaşırken, obezler de normal insanlarla eşit haklara sahip olmak için mücadele ediyor.

Tüm dünyada ve ülkemizde obezite tüm önlemlere karşın salgın hızında artmaya devam ediyor. Kısaca vücutta fazla yağ depolanması olarak tanımlanabilecek obezite, birçok organ ve sistemi de etkileyerek, bazıları ölümcül olan çok ciddi hastalıklara zemin yaratıyor.

Obezitenin sağlığa zararları ve tedavisi hakkında medyada hemen her gün çok sayıda bilgi paylaşılır ve belli bir toplumsal bilinç geliştirilirken, obezitenin çok önemli bir sosyal etkisi neredeyse görmezden geliniyor.

Geçen hafta, İngiltere yerel seçimleri ile eş zamanlı olarak yapılan Kuzey İrlanda özerk meclisi (Stormont) seçimlerinde antikapitalist sol adaylar önemli bir başarıya imza attılar.

People Before Profit  (Kârdan Önce İnsan) şemsiye partisinden Kuzey İrlanda meclisine iki milletvekili seçildi.

Bu çok önemli bir gelişme. Çünkü savaş yıllarında mezhepsel sınırlara mahkûm olan Kuzey İrlanda politik hayatının, bu sınırlardan çıkmaya başladığını gösteriyor.

Kuzey İrlanda özel bir duruma sahip. Bir yandan Britanya’ya bağlı, ancak diğer yandan adanın güneyindeki İrlanda Cumhuriyeti, Kuzey İrlanda'nın kendilerinin bir parçası olduğu iddiasında.

İlginç olan, bazı politik partilerin ve sendikaların her iki devlette de faaliyet gösteriyor olmaları. Örneğin, IRA’nın politik yerini dolduranSinn Fein ve antikapitalist solda duran People Before Profit hem Kuzey İrlanda’da hem de İrlanda Cumhuriyeti’nde seçimlere katılıyor.

Canlı yayında söyleyinceye kadar “Düşük Profilli” kelimesi öyle kendi halinde, sessiz, sakin, samimi, vakur, mütevazı, işine odaklanmış, dikkat çekmeden ilerleyen, yani düşük profilli bir kelimeydi. Her kelime anlam kaymasına uğrar. “Düşük Profilli” kelimesi de birden bire Türkçe'nin en galiz hakaretlerinden birine dönüştü. İnsanlar birbirlerini artık düşük profilli olmakla suçluyor, “bizim içimizde düşük profilli yok” açıklamaları yapılıyor. İngilizce “Low Profile” kelimesinin çevirisi olarak Türkçe'ye geçmiş “Düşük Profilli” kelimesi henüz sözlüklerimizde yer almıyor; ancak bu aşamadan sonra bir hakaret ifadesi olarak anlamlandırılacağına şüphe yok. Öncelikle bu talihsiz kelimeye, manasının değişmesine vasıta olduğum için özür borçluyum.

*** 

Low Profile (düşük profil) isimli Türkiye'de de faaliyet gösteren uluslararası bir marka var. Marka değerlerine zarar verdiysem onlardan da özür dilerim.

Ülkemizin çocuk ve genç suçları son 5 yıldır yüksek bir tırmanışta. Yapılan araştırmalar; son beş yılda çocuk ve genç suçlarının %45 arttığını, özellikle 11-18 yaş arası suçluların %95’e yakınının İstanbul başta olmak üzere metropol şehirlerden olduğunu gösteriyor.

Türk İstatistik Kurumu’nun yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre 2008’den bugüne suç oranları yaklaşık %50 artışta ve bu artış yüzdesi ülkenin çocuk ve genç nüfusunun artış yüzdesinin üzerinde. Beraat ile sonuçlanan pek çok dava da olduğunu düşünecek olursak yüzdelerin Türk İstatistik Kurumu’nun verilerinden de yüksek olduğu şüphesiz. 2008-2010 arasında suça bulaşan çocuk sayısının 427 bin olduğuna dair Adalet Bakanlığı’nın kamuoyuna sunduğu rakamlar da bunu doğrular nitelikte.

Batı ülkeleriyle ülkemizi kıyasladığımızda gördüğümüz şey; Batıda gençler arasında toplu suç işlemenin ilk sıralarda olduğu, ülkemizde ise bireysel suçların başta geldiği. Türkiye’de kişilere yönelik suçlar gençlerde ilk sıradayken, çocukların ise öncelikle mala karşı suç işlediği raporlar arasında.

Validebağ korusu, İstanbul Anadolu yakasının yeşil alan olarak kalmış tek bölgesiydi. Asırlık anıt ağaçlarla birlikte hatıraları da barındırıyordu. Bezmialem Valide Sultan tarafından botanik bahçesine dönüştürülmüş, Atatürk tarafından öğretmenleri onurlandırmak için milli eğitim bakanlığına tahsis edilmişti. Popüler kültürümüzün efsane parçalarından biriydi, çünkü, repliklerini bile ezbere bildiğimiz Hababam Sınıfı filmleri, bu korunun içindeki Adile Sultan Kasrı'nda çekilmişti. SİT alanıydı. Çivi bile çakılamazdı.

*

Akp, buraya cami yapmaya karar verdi.

*

İstanbul büyükşehir belediyesi kafasına göre plan tadilatı onayladı, Validebağ korusunun gözüne kestirdiği bölümünü “yeşil alan”dan çıkardı, “dini tesis alanı” ilan etti. Üsküdar belediyesi de şak diye ruhsat verdi.

Kiralık işçilik yasalaştı. İşçi simsarlığının önünde artık yasal bir engel yok. Özel istihdam büroları aracılığıyla işçi kiralamanın önü açıldı. Türkiye nur topu gibi yeni bir güvencesiz çalışma biçimine kavuştu. Kiralık işçiler, çalışma hayatının en alttakileri olacak. Kiralık işçilik çalışma hayatında bileşik kaplar etkisi yaratacak ve çalışma standartlarını tüm işçiler için daha da aşağıya çekecek.

Kiralık işçiliğin sınırlı bir işçi kitlesini ilgilendirdiğini düşünenler, bu çalışma biçiminin dünyada sınırlı bir uygulama alanı bulduğunu düşünenler yanılıyor. Evet kiralık işçiliğin toplam istihdam içindeki payı halen sınırlı. Ancak unutulmaması gereken husus bu payın hızla artmakta olduğu. Dahası, kiralık işçilik gibi esnek ve güvencesiz çalışma biçimlerinin adeta bir virüs gibi çalışma hayatının bütününü tehdit ettiği gözden uzak tutulamaz.

Kiralık işçilik çalışma hayatında “dibe doğru yarış” (race to bottom) olarak bilinen süreci tetikleyecek.

Zamana karşı dayanıksız mecraların sonuncusu ve en güçlüsü Snapchat demiştik. Bunun böyle olmasının bir sebebi, mecraların zamana karşı dayanıksızlık eğiliminin yarattığı trend. Diğer iki sebep ise mahremiyet ve kalıcılık.

Mahremiyetten kastımız, online sosyal mecralarda yaptığımız paylaşımların, aslında paylaşımlarımızla etkileşime girmemesini istediğimiz hısım akraba tarafından görülmesi, beğenilmesi. Yani ‘halam fotolarımı beğeniyor’ sorunsalı…

Kalıcılıktan kastımız ise şu: Günümüz iletişim mecralarının, ekseriyetle zamana karşı dayanıksız olduğunu belirtmiştik. Ancak, bu dayanıksızlık, içeriğin gözden yitmesi anlamına geliyor. Belli bir tarihin gerisindeki Tweet’lere kolayca erişemememiz, Facebook’ta 3 gün önce ‘like’ ettiğimiz yorumu bulmak için yarım saat harcamak durumunda kalmamız gibi

Popüler İçerikler

Kızılcık Şerbeti'nde Giray'ı Canlandıran Kaan Taşaner Dizide Rol Almaktan Duyduğu Pişmanlığı İtiraf Etti
"Bana Bilmediğim Bir Şey Söyle" Akımına Gelen Tıkanan Muhabbeti Açmalık Bilgiler
Narin Güran'ın Babası Arif Güran İlk Mahkeme Sonrası Konuştu: "Kızımı Nevzat Bahtiyar Katletti"