Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Ne gündü ama... Mahkeme heyeti karar için birkaç saat ara verince, çay içmeye dışarı çıktık.

Yanımda Dilek ve CHP Çanakkale Milletvekili Muharrem Erkek vardı

C Kapısı’ndan çıkınca merdivenlerin başında NTV muhabiri Yağız Şenkal karşıladı bizi... Ne olduğunu sordu, mahkemenin ara verdiğini söyledim

Birlikte merdivenleri çıktık.

Gazeteci ve kameraman arkadaşlar orada bekliyordu. Dilek ve Muharrem Bey ilerlerken ben basına bilgi vermek üzere kameralara doğru yürüdüm. Onlar da bana doğru yöneldiler.

Tam o sırada onların hemen arkasından birinin, “Vatan hainisin” diye bağırdığını duydum

Birkaç metreden gördüğümse, kindar bir yüzdü; yeni nesilden..

Sonra bir tabancanın parıltısı ve patırtısı...

Havaya dağılan barut kokusu...

O sırada refleks halinde Yağız’ın yanına, polis bariyerlerine doğru seğirttim.

Yağız, “Hedef sensin, uzaklaş” diye bağırıyordu

Birkaç metre uzaklaşıp geriye döndüğümde birkaç silahlı adam daha gördüm. O telaşta bu sivillerin saldırgan mı, polis mi olduğunu anlayamadım. Sonradan koruma olduğunu anladığım birileri beni hızla oradan uzaklaştırırken geriye bakıp Dilek’i fark ettim.

Saldırganın yakasına yapışmış, ceketini çekiyordu.

Hain ilan ettin durdun Can Dündar’ı. Vatan haini dedin sevgili Can’a. Satılmış dedin. Alçak dedin. Casus dedin. Yetmedi. “Bunu senin yanına bırakmayacağım” diye tehdit ettin. “Bunu sana ödeteceğim” dedin. Defalarca tehdit ettin. Yetmedi. Yargı bağımsızlığını ayaklar altına alarak savcılara talimat verdin. Yetmedi. Demokrasinin özü olan güçler ayrılığını yerle bir ederek mahkemelere çağrı yaptın: “Can Dündar’ı tutuklayın, içeri atın!” diye. 

Yetmedi. İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimliği'nin tutuklama kararını hukuka uygun bulmayan Anayasa Mahkemesi’ni topa tuttun. Bir kez daha yargı bağımsızlığı ile güçler ayrılığını ayaklar altına aldın. Yetmedi. Bu kez mahkemeye: “Anayasa Mahkemesi’nin kararını dinlemeyin, direnin!” diye çağrı yaptın. Yargıçlar, hukuku hiçe sayan bu direniş çağrını dinlemediler. Tahliye kararı verdiler. 

Yetmedi. Can’la Erdem’in yargılanması tutuksuz devam ederken de, hain diye, casus diye defalarca tehdit etmeye, hedef göstermeye devam ettin. Dün de Çağlayan Adliyesi’nin önünde adamın biri silahını çekti ve vatan haini diyerek Can Dündar’ın üstüne ateşledi.

Rejim açısından önemli siyasi sonuçları olacak bir andayız. Ülke fiili başkanlık sistemine ya da fiili partili cumhurbaşkanı sistemine doğru hareket ediyor, böyle bir geçişin eşiğinde bulunuyor. Yürütme organının cumhurbaşkanının fiili denetimine girmesi bu geçişin önemli bir eşiği. Ancak geçişte asıl kritik noktayı cumhurbaşkanının AK Parti liderlik ve teşkilat yapısındaki fiili yeri oluşturuyor. Bakın nasıl? 2014'te cumhurbaşkanı ilk kez halk tarafından seçildi. Bu durumun cumhurbaşkanlığının temsil gücünü arttığına şüphe yoktur. Buna uygun olarak siyasi ağırlığının artması da son derece doğaldır. Ayrıca son 14 yılda hakim parti haline gelmiş, oy oranını sürekli arttıran bir siyasi partiyle özdeşleşmiş bir liderin cumhurbaşkanlığı bu ağırlığı daha da arttırmıştır. Sosyolojik ve siyasi dengeler de bu istikamette seyretmiştir. . Bu yeni durumun uygulamadaki karşılığı ya da kuralı ne olmalıdır? “Sorun”, işte bu “soru”dan ileri gelmektedir. Cumhurbaşkanın halk tarafından seçilmesine rağmen anayasada icracı bir yetkiyle donatılmadığı açık.

Ahmet Davutoğlu'nun konuşmasını dinlerken... İlk tepkim şöyle olmuştu:   - Bu ne ya! Net bir şekilde isyan etmiyor.   - Bu ne ya! Doğru dürüst bir sitem bile etmiyor.   - Bu ne ya! Haksızlığa haksızlık bile demiyor.   

Sonra biraz düşününce...   Aslında Davutoğlu’nun...   Çok zekice, çok akıllıca, çok hesaplı, çok ince bir taktik izlediğini fark ettim.   

Çünkü Ahmet Davutoğlu, aldığı tutumla şu sonuçların ortaya çıkmasını sağlamış oluyordu:  

Dost, düşman herkese... “Adamcağızın tek bir kabahati yokken görevine son verdiler” dedirtiyordu... Mağdur oluyordu yani... Mazlum oluyordu.

Asrın liderimizin danışmanı açık açık izah etti, “bundan sonra gelecek olan başbakanın profili daha düşük olacak” dedi. * Seçim mitingleri şöyle olabilir yani… * – Muhterem vatandaşlarım, sizi temin ederim, benim kadar kişiliksiz, omurgasız, karaktersiz birini zor bulursunuz. – Bravooo, şak şak şak şak – Otur derse otururum, kalk derse kalkarım, enseme vurup lokmamı alabilir, kösele gibiyimdir, yüzüme tükürse yarabbi şükür derim, o derece kaypağım. – Yaşaaa, şak şak şak şak – Öylesine şahsiyetsiz, öylesine silik biriyimdir ki, aynaya baktığımda bile kendimi göremem, varlığımla yokluğum birdir, yani kendimim diye söylemiyorum, ben ömrümde kendim kadar basiretsiz birine rastlamadım, yeter ki o koltukta oturayım, büzülürüm, ilişirim, yılışırım, her şekle girerim, ne utanırım ne sıkılırım, her türlü ikiyüzlülüğü, her türlü yüzsüzlüğü yaparım, binbir suratım. – Nurolll, şak şak şak şak

Özel İstihdam Büroları ve Kiralık İşçilik Yasa Tasarısı, önceki gece TBMM Genel Kurulundan geçirilerek yasalaştırıldı.

Sendikacılara hayırlı olsun; başarılarından dolayı kutlamayı hak ettiler, kendilerini kutlarız!

Neden sendikacılara kutlu olsun! 

Çünkü; 

* Hükümet sermayenin hükümetidir ve böyle bir tasarıyı, çeyrek yüzyıldan beri patronların hayali olan bu yasayı, sermaye partilerinin ve hükümetlerin Meclise getirmeye cesaret edemediği bu yasayı rafine bir sermaye partisi olan AKP Hükümeti Meclise getirmiştir.  Getirmesi de normaldir. Sonuçta kendini halkın hükümeti gibi gösterse de Hükümet açıkça sermaye hükümetidir. Bu nedenle de Kiralık İşçilik ve Özel İstihdam Büroları Yasası’nı Meclise getirmesi de doğaldır; hükümetin doğasının gereğidir!

* Meclis de büyük çoğunluğu ile sermaye partilerinin milletvekillerinden oluşmuştur ve o vekiller işçilerin oyuyla seçilmiş olsa da sonuçta sermayenin temsilcisidirler. Bu milletvekillerinin böyle bir yasaya oy vermeleri de gayet doğaldır.

* Cumhurbaşkanı da eli titremeden bu yasayı imzalayacaktır. Çünkü o da halktan aldığı oyla seçildiğini söyleyip bununla övünse de bir avuç sermaye sahibinin çıkarlarını savunan bir siyasetin lideri olduğu için bu yasayı imzalamakta tereddüt etmeyecektir.

AK Parti, 22 Mayıs'ta kongreye gidiyor. Cumhurbaşkanı'nın, kimi Başbakan atayacağınadair çeşitli söylentiler var. Ama, aslında kimin Başbakan olacağı artık hiç önemli değil. Erdoğan'a yakın isimlerin değerlendirmelerinden anlıyoruz ki, “düşük profilli” ve“kişiliksiz” bir aday aranıyor. “Reisçilerden” en açık konuşan Cemil BarlasAhmet Davutoğlu'nu eleştirirken, “Başbakan olmaya çalıştı” diyor. Herhâlde “Kapıkulu” gibi davranmayı unuttuğunu” ifade etmek istiyor.

“Başbakanlık artık yok; bu müessese artık bitmiş. Bunun tescili lazım. Ya TBMM, ya da millet, anayasa değişikliğiyle tescil edecek.” Bu sözlerin sahibi de, Canan Barlas'ın AHaber'deki programına katılan Takvim gazetesi yazarı Bülent Erandaç.

Sırası mıydı bu hengâmede, etraf ateş çemberiyken ne acelesi vardı şimdi bu değişikliğin derseniz... Anlamlı, mantıklı ve tutarlı bir açıklaması henüz bulunamadı derim.   Devletin tepesinde derin görüş ayrılıkları mı vardı, hayır. Hatta Davutoğlu’na göre Cumhurbaşkanı Erdoğan’la aralarında milim fark yoktu.   AK Parti içinde esasa dair büyük fikri ayrışmalar mı yaşandı, bildiğimiz kadarıyla onun karşılığı da hayır.   Fakat bilmediğimiz bir şey var.   O bilmediğimiz etken nedeniyle Davutoğlu’nun gitmesi aciliyet kazandı, apar topar bırakması icap etti.   Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın milletvekilleriyle görüşmesinde “Uzaması sıkıntı yaratırdı. Nasıl olsa olacaktı. Böyle olması daha iyi oldu” dediği naklediliyor.   Şu saate dek de yalanlanmadı.

Önce koordinatlarını vereyim.

Enlemi 37 derece 05 dakika doğu.

Boylamı 36 derece 44 dakika kuzey.

Kuzeyinde Gaziantep güneyinde ise Suriye var. İki komşulu bir il.

Bu il Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde.

Yabancı bir ülke değil.

Ve bu il günlerdir IŞİD bombardımanı altında kalmaktan perişan olmuş “gazete ilanlarıyla” yardım bekliyor.

Kimden? Türkiye'den.

Ülkemizin geldiği hale bakar mısınız? Türkiye Cumhuriyeti topraklarındaki bir ilin halkı ağır bombardımana karşı kendi devletine, kendi hükümetine çağrı yaparak “kurtarın bizi” diye feryat ediyor.

Böyle bir şey yanılmıyorsam dünyada bir ilk.

Evet, dünyada ilk kez bir kentin sakinleri devleti yönetenlere “Burada bombalanıyoruz, çoluğumuz çocuğumuz ölüyor” diye ilanla haber veriyor.

Ankara duyuyor mu acaba?

Başbakan, veda konuşmasında, Cumhurbaşkanı’nın, kendisine 20 ay önce görevi devrederkenki, “Emanetçi Başbakan” istemediği yönündeki açıklamalarını hatırlattı.

Davutoğlu, bu vurgusuyla, esas olarak, kendisinin emanetçi olmadığını ve krizin buradan çıktığını ifade etmiş oldu.

Cumhurbaşkanı, ülkeyi ve partiyi, geçmişte olduğu gibi, bundan sonra da, aynen yönetmeye devam etmek istiyor.

Sistem, icra gücünü hükümete, yani Başbakana endekslediği için, bu sistem, henüz tam olarak gerçeklik kazanamadı. İki siyasetçinin farklı yaklaşımlarının neden olduğu kriz, “yönetilebilir bir kriz” miydi?

Siyasi sorunlara, devasa sıkıntılara baktığımızda, “Cumhurbaşkanı, bunun üzerine bir de siyasi risk eklemez” diye düşünülebilirdi.

Ama, Cumhurbaşkanı, siyasi bir kırılmayı (hatta belki krizi) göze alabilecek kadar “durumdan rahatsız” olduğunu gösterdi.

Popüler İçerikler

Montella Görevini Bırakırsa A Milli Takım'ın Başına Kim Geçmeli?
Beklenen Gün Geldi: Birbirinden Ünlü İsimler Saygı1 Formatının İkinci Konuğu Sertab Erener İçin Sahneye Çıktı!
Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı