Davutoğlu'nun Ardından Kim Ne Yazdı? Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Davutoğlu’nun istifasına karşılık Washington büyük bir şaşkınlık yaşamadı. 

Türkiye’yi Washington'dan on yıllardır yakından izleyen ve Türkiye ve Ortadoğu merkezli analizleri ile bilinen uzman Henri Barkey’e göre ‘’istifa sürpriz değildi. Problemler olduğu belli idi. Geçen haftaki MKYK’da olanlardan sonra Washington'da pek kimse şaşırmadı. Bununla birlikte bu durum ABD için tamamen Türkiye’nin içişleri olarak görülüyor’’ dedi.

ABD: Davutoğlu iyi bir ortaktı

Günlük basın toplantısında Beyaz Saray sözcüsü Josh Earnest, sorulan soru üzerine konu ile ilgili olarak uzun bir cevap verdiği görüldü. Önce Davutoğlu’nu ‘’ABD’nin iyi bir ortağı’’ olarak tanımladı. Earnest’in sözü hemen sonra ABD için bölgede, ve hatta dış politika açısından dünyadaki en öncelikli konusu olan IŞİD ile mücadeleye getirdiği görüldü ve Davutoğlu’nun istifasının iki ülkenin beraber çalışarak IŞİD’i zayıflatma ve yok etme stratejisini uygulamasının önüne geçmeyeceğini not etti.

Başbakan'dan önce salonda yerimizi aldık.

Başbakan yardımcıları Yalçın Akdoğan ile Lütfü Elvan oradaydı. Genel başkan yardımcıları tam kadro katılmıştı. Salonda iki kişi daha vardı. Biri Başbakan’ın oğlu Mehmet Davutoğlu diğeri ise hem danışmanı hem akrabası olan Kerim Özkul’du. Duygusal bir havadaydılar. Başbakan konuşurken Kerim Özkul kendini daha fazla tutamadı, gözyaşları süzüldü. 

Başbakan, bir anlamda veda etti, bir anlamda kendi döneminin hesabını verdi. Gece-gündüz canla başla çalıştığını söyledi. “Ben başarısız olmadım” dedi. 

Görevden ayrılmasını ise, “Benim tasarrufum değil” diye anlattı. 

Başbakan beklendiği gibi olağanüstü kurultay çağrısı yaptı. Bu kararı almasında 29 Nisan MKYK’sinde yaşananların etkili olduğunu söyledi. Bir miktar sitem vardı. “Son MKYK’de yaşananları, takip edilen yöntemi refiklerim olması hasebiyle yakıştıramadım.

Olan biten karşısında hâlâ tüm bu olanlar normalmiş gibi, “Cumhurbaşkanı’nın kafasında şu var”, “önce şu olacak, sonra bu olacak” diye yorum yapanlara hayret etmemek elde değil. Tevil edilecek yanı yok, bu bir “saray darbesi”. Başka bir izahı olabilir mi? Ne oldu da, Davutoğlu’nun başbakan olarak devam etmesi imkânsız hale geldi? Komplo teorisi açıklamalarından, Davutoğlu’ndan bile kuşkulanan zihniyetten bahsetmiyorum, normal bir ülkede olması gerekenden, yani olayın izaha muhtaç yanından söz ediyorum.

Muhalefet olarak başbakanı eleştirmemiz gayet tabii, ama bizler için mesele şahsı ve şahsi icraatı değil, partisinin genel politik çizgisi. Oysa şimdi söz konusu olan “parti”sinin Davutoğlu ile yola devam etmeme noktasına gelmesi, nedir bunun gerekçesi? Davutoğlu, kendi partisi nezdinde hangi siyasi hatayı yaptı, ne konuda siyasi kriz yaşandı, bunu bilmek hakkımız.

Gençler bilmez. AK Parti bidayette ABD ve AB’ye toz kondurmayan, neoliberal küreselleşme tezgâhını öpüp başının üstüne koyan, “İslam Birliği” deyip duranlara istihza ile bakan bir partiydi. 

Amerikan emperyalizminden şikâyet edenleri “bu tür arkaik söylemler”den vazgeçmeye çağırırdı AK Parti. “Medeniyetin kıyısında kalmamak için” Avrupa Birliği’ne üyeliğin şart olduğunu ileri sürerek, medeniyetin yegâne adresi olarak Avrupa’yı görmeyi telkin ederdi. “İslam Ortak Pazarı fikrini doğru bulmuyoruz. Nasıl ki paranın dini-imanı yoksa, ekonominin de dini-imanı yoktur. Bu birliktelikleri … ne dini köken, ne de coğrafyaya bağlı olarak düşünebiliriz. Dünyada artık böyle bir şey kaldı mı?” gibi laflarla Fukuyama’nın ‘Batı paradigması küreselleşti, tarihin sonuna gelindi’ tezine selam çakardı.

Ortadoğu neredeyse sadece “Irak Krizi”nden ibaretti AK Parti için. Afrika zaten yoktu. Hiç unutmam; “Türkiye Somali ile yakından ilgilenmelidir” diye bir yazı yazmıştım da AK Parti’de bile kargalar gülmekten kırılmıştı!

Dün adını koymuştuk..

Çift başlılıktan tek başlılığa demiştik.. Olan bitenin tek cümlelik özeti buydu..

Tek başlılığa geçerken sistem de fiilen değişti.. 

Resmen değil, fiilen..

Çünkü..

Seçimle gelen başbakan dönemi bitti..

Atamayla gelen başbakan dönemi açıldı..

Teknokrat başbakan sistemine geçildi..

***

Aslında galiba başbakanlık makamı fiilen ortadan kalktı..  Yarı başkanlık sistemine fiilen geçtik..

O koltuğa dört beş aday var..

Kimin başbakan olacağının sizce önemi var mı?

Piyasalar o oldu, bu oldu diye tepki gösterir mi?

Yoo..

Önceki gün (4 Mayıs 2016) Türkiye’de dış destekli askeri darbeler döneminin kapandığını söyleyenlerin iktidarında; tamamen milli, iç destekli, pelikan bildirili bir darbe yaşandı. Anayasa’ya bağlı kalacağına dair ettiği yemine çok küçük, mini minnacık, önemsiz bir ayrıntı muamelesi yapanlar, Cumhurbaşkanı’nın Başbakan’ı koltuğundan indirmesinde değil darbe, kriz bile göremedi. Bunda elbette şaşılacak bir şey yok. Böylesine aleni bir kırılma karşısında üç maymunu oynamak demokrasilerde siyasetin değil, komedinin konusu. Biz, kötü bir şakayı siyaset olarak yaşadığımızdan olacak vaktimizi bu abuk sabuk meseleleri, nerden baksan sapır sapır dökülen tutarsızlıkları izleyip değerlendirmekle harcıyoruz.

•••

Peki, milli iradeyi ağzından düşürmeyen Cumhurbaşkanı’nın, 6 ay önce yüzde 49’la iktidara gelen Başbakan’a kapıyı göstermesinin hesabını soracak bir seçmen kitlesinden söz edebilir miyiz? Sanmam. Madem Cumhurbaşkanı Başbakan’a hitaben, “önemli olan olduğunuz yere nasıl geldiğinizi unutmamanız” diyerek makamdaki gücünü ve etkisini ilan ediyor, ben sandığa gidip demokrasi oyunu mu oynuyorum, diye sorgulayacak bir seçmen kitlesi var mı?

Başbakan Ahmet Davutoğlu dün AKP Genel Başkanı olarak Olağanüstü Kongre’ye gitme kararı aldığını açıkladı.

Böylece kendisi AKP Genel Başkanlığı’nı ve başbakanlığı bırakacak. Yaptığı konuşmada çok ilginç bir soruyu gündeme getirdi.

Seçimi kaybeden muhalefet partilerinin liderleri koltuğunu korurken, 7 Haziran seçiminde yüzde 40.8 ile birinci çıkan, 1 Kasım seçimlerinde ise yüzde 48.9 ile iktidar olan AKP’nin Genel Başkanı hem bu koltuğu hem de Başbakanlığı bırakıyor.

Kendi deyimiyle “başarısız olmadığı” halde. Davutoğlu 20 aylık AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlık döneminde yaptığı icraatları da sıraladı.7 Haziran sonrası tek başına iktidar olamamasına rağmen kaos ortamı oluşturmadığını, ekonomiyi krize sokmadığını, terörle, paralel yapıyla mücadele ettiğini, AB’ye vizesiz giriş aşamasına gelindiğini anlattı.

Ahmet Davutoğlu “Bilge vezir” rolüne talip olmuş, rolü kapmıştı. Kimse ona “filim o filim” demedi.

Davutoğlu Ahmet Hoca efsanesi fena bitti. Harbe dahi giremedi. Duşakabinoğulları’nın askerini kendi ordusu sanmış meğer.

İki sanal âlem çirkefliği, üç dedikodu, efsane finali için pek cılız kaçacaktı. Bu yüzden Davutoğlu kendisini “Anadolu toprakları”nın “kabul edemeyeceği” bir “fitne”nin kahramanı ilan eden Yeni Şafakgazetesine, “Bunlar milletin temsilcisi olamaz” diye haykıran Sabah’a teşekkür etmeli. “Davutoğlu kimin adamı?” diye soran Akit’e, “İplerinin nereye uzandığını biliyoruz” diyen Takvim’e de. Düştün, bari ses çıksın.

Sinsi pelikan muhabbeti tek başına onu bozmazdı. Neleri yuttu, nelere yutkundu, gördük. Nitekim siyasî edebiyatımıza “şapkasını bile almadan gitme”nin de aşağısında bir seviye katmayı becerdi: kapı önüne konmadıkça çıkamama, kovulurken kovanın elini öpme.

Dün Cumhurbaşkanı, Başbakan’ı dolaylı bir biçimde görevinden aldı. Seçim kaybeden parti başkanlarının dahi parti başkanlığını bırakmadığı bir ülkede, girdiği en son seçimde büyük bir başarı elde etmiş Başbakan’ın kendi partisi içindeki dengelerin sonucu olarak görevinden ayrılmak zorunda kalması Türkiye’nin siyasi geleneğinde hiç kuşkusuz bir ilk. 

Türkiye siyaseti için bu ilk, aynı zamanda Türkiye’nin yeni siyasal ikliminin en temel krizinin ne olacağının da göstergesi. Nitekim ülkenin ana siyasal partilerinin işlevsizleştiği bir dönemde temel kavga partiler arasında değil, iktidar partisinin içinde dönüyor. Parti içindeki bu gerilim ve tartışma Davutoğlu’nun istifası ile son bulmayacak, hatta belki bir nebze de olsa alevlenecek. 

Bu kriz AKP içindeki gerilimlerin dışavurumu olduğu kadar, Türkiye’nin yeni kurumsal mimarisi ile de ilişkili.

Acı bir başlık oldu. Ne yapalım: Gerçekler acıdır. Benim gibi yazarların en öncelikli görevi gerçeğe dikkat çekmektir. Yalın gerçek şu ki; “Davutoğlu'nu sorgusuz, sualsiz kukla ve gurka yapma süreci” çöktü. Reis, “28 Şubat benzeri bir darbe” yaptı ve yeni bir “kukla ve gurka arama süreci” başlattı. Parti, Reis'e yeni kukla ve gurka seçecek.

Yerseniz!

Bunun adı “ parti içi demokrasi ve siyaset yapma” konulacak. Reis, tekmeyi attı ve Davutoğlu'nu tekneden attı. Atarken de; “28 Şubat'ta yapılan post modern darbe” yöntemine sığındı. 28 Şubat'ta Reis'in yetiştiricisi ve hocası Erbakan nasıl “iktidardan ittirmeye” razı oldu ve kendi imzası ile “istifa edip” gittiyse aynısını Reis'in “hocam” diye hitap ettiği Davutoğlu'na yaptırdılar. Davutoğlu, dik duramadı ve “ittirilmeye” razı oldu, dün süslü kelime ve cümlelerle dolu bir nutuk atarak yerini “yeni kukla ve gurka” ya bıraktı.

Kukla: İplerle oynatılır.

Gurka: Efendisi için savaşır.

Popüler İçerikler

Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
Melih Gökçek, Ankapark’taki Transformers'ları İhtiyaç Sahibi Ailelerin Hakkı Olan Sosyal Yardımlarla Almış!
Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi