Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

AKP’ye dışarıdan bakınca, iki farklı çizgi dikkati çekiyor.

Parti içinde, belli belirsiz de olsa iki farklı kanadın uç verdiği söylenebilir.

Erdoğan kanadı...

Davutoğlu kanadı...

İkisi arasındaki farklılık, değişik konularda yaptıkları bazı açıklamalarda kendini ele veriyor.

Değişik bakış açıları kamuoyu önünde bazen kabak gibi ortaya çıkınca da, daha çok Davutoğlu’na düşüyor, yeni açıklamalarla vaziyeti kurtarma ya da tevil görevi...

Bu arada, bazı Erdoğan tetikçileri son zamanlarda Davutoğlu’nu açıkça hedef almış durumdalar.

Yandaş medyada yazılar çıkıyor:

Davutoğlu yapamıyor, gitsin!

Kim gelsin?

Binali Yıldırım.

Bir geçiş dönemi sonrasında da damat bey, Berat Albayrak başbakanlık koltuğuna otursun.

Öyle mi?

AÇIYORLAR 'Erdoğan ve hükümet taraftarları' gazeteyi... 

- Bir tane Erdoğan’a ve hükümete aykırı fikir yok.m Bir tane Erdoğan’a ve hükümete aykırı haber yok.   

- Bir tane Erdoğan’a ve hükümete aykırı yazı yok.   Bu durumda...“Erdoğan ve hükümet taraftarları”, gazete hakkında veriyorlar hükümlerini:   

“Amma da tarafsız bir gazete! Tarafsızlık olur da bu kadar olur.”   

Açıyorlar “Erdoğan ve hükümet taraftarları” köşe yazarının yazılarını...   

- Erdoğan ve hükümet karşıtı tek bir harf yok.   

- Erdoğan’ı ve hükümeti üzecek tek bir kelime yok.

Türkiye hafızası kısa bir toplum. Sadece dün söylediklerimizi değil, yaşadıklarımızı da unuturuz. Doğrunun bugünün dengelerinden ürediğini, doğruyu temsilin güne göre alınan amnezik tavırlarla temsil edildiğini düşünürüz. 

Süreklilik, bu toplumda, toplumun güvenli evlerde yaşamayı seven cemaatçi aydınında, fikri açıdan da, siyasi açıdan da ahlaki açıdan da zayıftır. 

Geçen hafta Yargıtay'ın kararıyla malum Ergenekon davası kapandı. Ortaya, tüm sanıkların bir anlamda masumiyetine işaret eden, dolaylı olarak kumpas sonucu yargılandıklarını ima eden bir hüküm çıktı. 

Ergenekon soruşturmasının başladığı 2008 yılından bugüne gerek bu dava çerçevesinde, gerek Türk siyasi hayatında yaşananlar, bu sonucun bir ölçüde ve kimi sanıklar için geçerli olduğunu gösterir. 

Ancak bundan ibaret değil.

“Bizim, cehennemde ateş beğenmek gibi bir lüksümüz yok. Alın birini vurun ötekinize” Yer: Anayasa Komisyonu salonu. Geçen perşembe; o akılalmaz kavgadan bir saat önce. 

HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, elindeki tabletten, dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili bir habere atıf yaparak konuşuyor. 

Oturduğu yer, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’a bir kol uzaklığında. Kastettiği iki ateşten biri AKP iktidarı, diğeriyse Cemaat.

Peki Önder neden böyle diyor? 

CHP’li Bülent Tezcan Komisyon’da “Korkunç bir teklif ama evet diyeceğiz” diye özetlenebilecek o ilginç konuşmasını yaptıktan sonra, Önder söz alarak, superhaber.tv adlı internet sitesinde yayımlanmış bir haberi okumaya başlıyor.

‘Paralel keyfi tutuklama yapacak’ 

Haber, “paralel yapıya yakın bazı hâkim ve savcıların Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’ye yönelik keyfi tutuklama kararı verebileceği” kulisini konu alıyor.

Önder’in aktardığı bu “kulis” haberin devamı şöyle geliyor: 

“Bu iddiaların yoğunlaşması üzerine dokunulmazlık dosyalarının gönderileceği 150’nin üzerindeki savcılıkla alakalı bir çalışma yapılıyor. Keyfi tutuklama kararı verebilecek paralel bağı olan hâkim ve savcılar tespit ediliyor. 

Her bakımdan, her çehresiyle 'tepkisel anayasa'ya doğru yol alıyoruz.

'Tepkisel anayasa'...

En olmayacak şey.

Parlamentoların bazen, aniden önlerinde beliren bir gelişmenin duygusal alanda açtığı sellere kapılarak, paldır küldür geçirdiği yasalara 'tepki yasası' denebilir. Bu yasalar sırf bu özellikleri yüzünden sorun üretmişlerdir.

Geçmişten gelen sıkıntı, öfke birikimi ve 'rövanş' etkisinde, Mursi ve Mısır İhvan hareketinin ülkelerine dayatmaya çabaladığı anayasa taslağı da aynen böyleydi.

Malum, başarıya ulaşamadı ve en kötü sonuçlara da vesile kılındı.

Dokunulmazlıkların mutlaka kaldırılması gerekiyormuş. Türk milletinin artık sabrı kalmamış.

Erdoğan, devletin en tepesindeki adam olarak elbette bu konuda etkin davranmalıymış. Bu konu parlamentoyu ilgilendirse de ‘milletten taraf’bir cumhurbaşkanı daha fazla kayıtsız kalamazmış.

Bölgedeki Kürtleri terörün barbarlığından kurtarmak için bu adımı atmak tüm Kürtlere iyilik etmekmiş.

Kürt siyasi hareketi tüm unsurlarıyla terörün maşası haline gelmiş. Seçilmiş belediye başkanları bu yüzden tutuklanıyormuş. HDP İl başkanları, yöneticileri, üyeleri falan hep terör destekçisiymiş. Son süreçte binlerce gözaltı yapılarak alayını polis arabasıyla emniyete götürmek terör karşısındaki kararlılığımızın ispatıymış.

Bu kadarı yeterli değilmiş. Meclisteki hain vekillere de devletimizin gücünü göstermeliymişiz. Kürtler zaten bunlardan illallah etmiş. Bölgenin huzurunu kaçıranlar bunlarmış. HDP veya PKK Kürt halkını temsil etmiyormuş. Tüm partiler olarak birleşip bunları kulaklarından tuttuğumuz gibi atmalıymışız dışarı.

Geçenlerde çalı ateşi gibi harlanan laiklik tartışması, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın arka arkaya gelen beyanatlarıyla söndü gitti.  Ancak bize bildiğimiz önemli bir şeyi yeniden hatırlattı.  

Bu şey, Sayın Erdoğan’ın bu türden tarihsel fay hatlarına denk gelen konularda kafası en net kişi olduğu…  Oportünizme savrulmuyor ve kendisini de değişime sürekli açık tutuyor. Bu değişim ise spekülatif alana doğru bir savrulma şeklinde değil, hem özgün hem de evrensel anlamlarında doğal/doğru olana yaklaşma gayretinde ortaya çıkıyor.  

Şu anki olayları, sadece şu anın sahnesinde görünen şekliyle değil, onların tarihsel bağlamlarına bakarak değerlendiriyor. Bir mümin olmak ile bir devlet adamı olmak arasında farklar olacağı ama bu farkların illa ki bir çelişkiye denk gelmeyeceğini bilerek hareket ediyor.  Sadece dindar bir lider açısından da değil; herhangi bir ideolojiye bağlı liderler bu hassas ayırımda ilkine doğru savrulabilirler ve kendinden menkul bir idealizm uğruna toplumun tamamına hizmet edebilme yeteneğinden mahrum kalırlar.

Cumhuriyet gazetesi yazarları Hikmet Çetinkaya ve Ceyda Karan 27 Nisan 2016 Perşembe günü İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 2 yıl hapis cezasına çarptırıldılar.

Bu karar Türkiye’nin karanlık dehlizlere doğru savrulmasında yeni bir köşe taşı olma niteliği taşıyor.

Çünkü söz konusu olan şey:

-İfade özgürlüğüdür!

Ne yaptılar?

Neden yaptılar?

Ne zaman yaptılar?

Ne yazdılar?

Bu soruların hiçbir anlamı kalmıyor. Çünkü ifade özgürlüğü böylesi sorulara olanak vermez!

Gazetecilik vicdan mesleğidir.

Doğru bildiğini ifade etmekten geçer.

Eğer ifade edemiyorsa, ifade ettirilmiyorsa o zaman o ülkede ne demokrasiden söz edilebilir, ne hukuktan, ne insan haklarından ne de gazetecilikten!

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Ahmet Davutoğlu, Paris’teki Charlie Hebdo kurbanları için yapılan cenaze töreninde, Çetinkaya ve Karan’ın mahkûmiyet aldıkları dergi kapağının arkasından yürümüştü. Davutoğlu, nereye katıldığını, neyin arkasından ne amaçla yürüdüğünü biliyordu. Terörü ve teröristleri kınamak için oradaydı. Çetinkaya ve Karan da aynı şeyi gazetedeki köşelerinden yaptılar. Charlie Hebdo dergisinin katliam sonrası çıkan ilk sayısının “Herkes affedildi” başlıklı kapak fotoğrafını yayınladılar.

Bu kadar!

Ortada bir katliam var.

Bunun iki tarafı olabilir: Kurbanlar ve katiller!

Soru şu:

-Siz kimlerden yanasınız?

10 sene önce…

Sakarya’da trafik kazası oldu.

Bir otomobil sollama yaptı, asfaltın kenarında yürüyen ineğe çarptı, panikle direksiyonu kırdı, sollamaya çalıştığı otomobile yandan patlattı, arkadan bir kamyonet geliyordu, önündeki kazadan kaçayım derken şarampole yuvarlandı, takla attı, bir kişi hayatını kaybetti, üç kişi yaralandı, 95602 küpe numaralı inek telef oldu.

İnek gebeydi. Ha bugün ha yarın doğum yapması bekleniyordu. Bilen bilir, inek bağlıyken doğum yapamaz, çırpınırken ipe dolanır, yanlışlıkla kendini boğar, ya da buzağıya zarar verir. Bu nedenle bağlanmamıştı, ipi çözülmüştü. Nasıl becerdiyse ahırın kapısını açmış, akşam karanlığında iki kilometre uzağa yürümüş, asfalt kenarına çıkmıştı.

Trafik kazasında hayatını kaybeden vatandaşın ailesi, dava açmadı. Sürat vardı, dikkatsiz sollama vardı, var oğlu vardı, inek ne yapsın, şikayetçi olmadılar. Ama ortada cenaze vardı. Kamu davası açıldı.

Hemen her gün Kilis’e birkaç roket “düşüyor”. Bu roketlerin aldığı can sayısı ile ilgili rivayet muhtelif.      Bu roketlerin havada kalamadıkları için “düştüklerini” Kilis Valisi açıklamıştı. Bu veciz açıklamaya inanırsak, bu roketleri sanki birileri eğlence olsun diye havaya gönderiyor, tesadüf o ya, bunlar da hep Kilis’e iniş yapıp insan öldürüyor, bina yıkıyor.  

Roketatar çok uzun menzilli bir silah değil, ama yakın menzilde ekili bir silah. Bu roketler de, anlaşılıyor ki, Türkiye sınırının çok yakınından ateşleniyor. Açıklandığına göre o bölgede hem IŞİD var hem Suriye ordusu var.  

Dolayısıyla Kilis’i vuran roketleri ya IŞİD atıyor ya da Suriye ordusu. Üçüncü bir ihtimal görünmüyor.  Ankara Kilis’i vuran roketler konusundaki resmi açıklamalarda bugüne kadar “düşme” kelimesini tercih etti ve bu roketleri kimin Kilis’e “düşürdüğüne” ilişkin bir bilgi paylaşmadı.   Bu roketleri IŞİD sınırımızın hemen kıyısından gönderiyorsa, bunlara karşılık verilmesi normaldir ve açıklanmış anlaşmalarla ilgili bir durum değildir.

Popüler İçerikler

Müge Anlı'da Yeni Bir Fenomen Doğdu: Habibe Kendine Has Tarzı ve Tavrıyla Hepimizi Fena Gaza Getirdi!
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı