Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Dokunulmazlık maratonu hır gürle başladı..

Hır gürle sürecek. 

İktidar partisi 312 imzalı anayasa değişikliği teklifi verdi.. Anayasa’da geçici değişiklikle dokunulmazlıklar bir kereye mahsus, toplu halde kaldırılacak..

Fezlekesi olanlara dokunulacak..

Bundan sonra fezlekesi olacaklara dokunulmayacak..

Sakat bi durum..

***

Zaten iktidar partisinin bulduğu yöntem Anayasa’ya aykırı..

Dokunulmazlık ya tümden kalkar.. 

Ya kalkmaz..

Toplu kaldırılma, bir kerelik kaldırma diye bi anlayış olmaz...

Olmamalı..

Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında bir 'kara kedi' mi var?

Havuz medyasında, Cumhurbaşkanı’na yakın gazeteciler alenen “Başbakan Ahmet Davutoğlu ile işlerin yürümediğini” filan söylüyorlar.

Başbakan da bunları “AKP’yi medya aracılığıyla dizayn etme çabası” ile suçluyor.

Ben, Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın arzusu hilafına bir işe girişeceğini hiç düşünmedim.

Çünkü siyasi olarak Davutoğlu’nun gücü, Cumhurbaşkanı ile kıyaslanabilecek durumda değil.

O da tecrübeli bir akademisyen olarak bunu değerlendirebilecek durumdadır diye düşünüyorum.

Ama yine de öyle görünüyor ki “bir şeyler” olup bitiyor.

Mesela Cumhurbaşkanı, Hırvatistan’da şunu söyledi: “Başbakanlığım döneminde Schengen’in Ekim 2016’da uygulamaya gireceği açıklandı. 4 ay öne çekmenin kazanım gibi sunulmasını anlayamıyorum. Küçük şeylerin, büyük kazanım gibi sunulmasına üzülüyorum.”

TBMM Başkanı Kahraman’ın, laiklik konusundaki görüşleri ‘tartışma yarattı’ demek isterdim, ama ortada ciddi bir tartışma zemini göremiyorum. En tepede, Başbakan tartışma yok dedi, kesip attı. Sahi, neden yok, neden olmasın? Bence her şey gibi ‘laiklik’ de tartışma konusu olmalı, herkes laiklikten ne anlıyor, niye benimsiyor, niye benimsemiyor tartışmalı. 

Yıllarca, ‘laiklik’ adına din ve vicdan özgürlüğünün otoriter bir yaklaşımla kısıtlanmasını eleştirdim, laiklik ve demokrasinin buluşmasının gerekliliğini savundum. Halen aynı görüşteyim; laiklik olmadan demokrasiden söz edilemeyeceğini, demokrasi olmadan laiklikten bahsetmenin dayatma olduğunu düşünüyorum. Sonuçta, siyasi otorite ve toplumsal kuralların herhangi bir din adına meşrulaştırılmasının, din adına dayatma olmaktan başka bir şey olmadığını düşünüyorum.

Siyasetçi olarak Tayyip Erdoğan’ın aynı konuda zıt sözler ettiğine Türkiye çok da yabancı değil. AKP’yi kurarken ‘gömlek değiştirdik’ demiş, daha sonra ‘değişmediğini’ gururla açıklamıştı; demokrasi önce ‘araç’, sonra ‘amaç’ olmuştu. Bu söylem zıtlığı başlangıçta ‘siyasi üsluba’ bağlandı. Ancak 13 yıllık AKP iktidarı süresince öyle çarpıcı örnekler yaşandı ki ‘siyasi üslup’ yerini ‘toplumun hafızası kısadır’ anlayışına dayanan ‘siyasal tutum’ ifadesine bıraktı. Bu tutum, medyadan aydınlara geniş bir yelpazede de kabul gördü.

En çarpıcı örnekler, 2013 yazındaki Gezi Parkı sürecinde yaşandı. Başbakan Erdoğan ve iktidar yanlısı medya, toplumun çok hassas olduğu konularda şu iki iddiayı aylarca dillendirdi: Bir, protestocular bir camide içki içip öpüştü, iki, Kabataş İskelesi’nde üst kısımları çıplak 80 kadar erkek protestocu, kucağında bebeği olan başörtülü bir kadını dövüp, üzerine idrar yaptı. İki iddia için de “görüntüler var, yayınlanacak” denildi, ama bugüne dek yayınlanmadı.

Türkiye'nin ana meselesinin muhalefet sorunu olduğunu düşünen pek çok kişi var…

Demokrat siyasetin doğası gereği, çoğulculuk sadece sayısal değil, fikri çoğulculuğu gerektiriyor.

Türkiye bunun uzağında… 

Yıllar yılı kendisini devlet yerine koymuş, ideolojik krizlerden beslenmiş, ülke politikasına hemen hiçbir katkıda bulunmamış muhalefeti var. 

Büyük resim bugün de değişmiş değil. 

O zaman soru da yıllardır değişmiyor. Muhalefet, sol ya da sosyal demokrasi ne zaman belini doğrultacak, ne zaman Türk siyasetine giriş yapacak?

Kilis’e roketler “düşüyor” ve -böyle pat diye söylemek acı ama- “düşmeye” devam edecek.

Niye düşüyorlar?

Çünkü, ilkin, Kilis Valisi Süleyman Tapsız’ın CHP heyetine söylediği üzre, yerçekimi var.

İkincisi, düşüyorlar, çünkü birileri bunları atıyor. Kim atıyor? Adına dair ideolojik mücadele halen süren mâlûm şiddet örgütü “İslâm Devleti” (IŞİD, DAİŞ).

Neden bu roketleri onların attığı ısrarla söylenmiyor? Değişik sebeplerle.

İktidar İD’in adını anmıyor ki, (1) bu örgütle ilişkileri, giderek Suriye’deki marifetleri kurcalanmasın, (2) dünya görüşü yakınlığı bulunan örgüt o kadar da açıkça düşman görülmesin, (3) böylece aralarındaki çatışma fazla şiddetlenmesin ve (3) bu yüzden genel İslâmcılaşma eğilimi ve Türkiye’deki ideolojik hegemonyaya zarar gelmesin.

Ağızlara pelesenk olmuş şu “%99,9’u Müslüman bir ülkeyiz” söylemi, oldum olası tedirgin etmiştir beni.

İnanç gibi, herkesin ancak iç derinliklerinde saklı olan duygu ve düşünceleri nasıl saptarlar da rakamlarla ifade ederler, bu kabil sahtekârlıkları bir yana; bakalım kabak ne zaman başımıza patlayacak, bekleyip durmuşumdur hep.

Nihayet korktuğum başımıza gelmek üzere, galiba!

Hürriyet Gazetesi’nin Hükümet komiseri, kulağı herkesten delik Abdülkadir Selvi’ye bakılırsa, yapılacak yeni Anayasa’nın Başlangıç Metni’nde, söz konusu yüksek oranlara dayanarak “İslâm dinine ve Allah inancına” vurgu yapılacakmış.

Ankara’ya yağmur yağdı, Melih Gökçek vatandaşa tavsiyede bulundu, “sele uykuda yakalanmayın, üst kat komşunuzda kalın” dedi.

*

İstanbul’a yağmur yağdı, 21 kişi boğuldu, asrın liderimiz “derenin intikamı” dedi. Kadir Topbaş daha bilimsel bi izahatta bulundu, “sprey gazları ozonu deliyor, buzullar eriyor, bu yağışlar ondan” dedi.

*

Yandaş müteahhitin inşaatında asansör çakıldı, 10 işçi can verdi, Ahmet Kiziroğlu “şehit hükmündedirler” dedi.

*

Ankara’da belediye otobüsü durağa daldı, 12 insanımız hayatını kaybetti, sağlık bakanımız “fren boşalması” dedi.

*

Hızlı trende 41 vatandaşımız sizlere ömür… TCDD genel müdürü “belediye otobüsüymüş gibi düşünün, yol belediyenin, otobüs belediyenin, şoför belediyenin, otobüs kaza yapınca hangi belediye başkanının istifasını istediniz de, şimdi benim istifamı istiyorsunuz” dedi.

Alevilerin inançlarını özgürce yaşamaları gerektiğini ifade ettikten sonra; cemevlerine hukuki statü verilmesine karşı çıkan, Aleviliğin İslam’ın dışında bir yol olarak tarif edilmesinin ve cemevlerinin başka bir inancın mabedi gibi gösterilmesinin kırmızı çizgileri olduğunu açıklayan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, makamı ve temsil ettiği düşüncelerle Türkiye’de laikliğin işleyişiyle ilgili açıklayıcı resimlerden birini çizmişti bize. Söze gelince herkes kendi geleneğini, kendi kültürünü, kendi inancını yaşamak konusunda özgür ve hak sahibi; ama iş, bu ‘özgürlüğe’ hukuki düzenleme talep etmeye varınca, orada dur! Kırmızı çizgi!

•••

Kimileri hâlâ aynı rüyada, “Türkiye’de artık başka dinden, mezhepten olan kişiler üzerinde dayatma yok” diyedursun, AİHM Büyük Daire, yüzlerce başvurucunun mahkemeye taşıdığı cemevlerinin statüsüyle ilgili önceki gün önemli bir karar verdi.

Başlığı, yeni anayasanın ‘başlangıç’ kısmı için öneriyorum; böylece iki kesimin de gönlü olur!

Türkiye, can güvenliğimizin olmadığı bir tımarhaneye döndü. Tımarhane sakinleri sabahtan akşama dek anayasa konuşuyor, buna mukabil tek satır anayasa tartışması yapılmıyor…

Çünkü yapılamaz. Bu koşullarda ve bu kişilerle tartışılamaz.

‘Tartışma’ eylemi için, tartışacak tarafların ve tartışılacak konunun belirlenmiş olması gerekir. O tarafların, tartışma konusu hakkında fikir/bilgi sahibi olmaları gerekir. Tartışmaya uygun atmosfer ve ‘izin veren’ hukuk sistemi gerekir. Tartışacak tarafların kendilerini özgür hissedecekleri bir yargı düzeni ve olabildiğince ‘eşit koşul’ gerekir. Eşit koşullar, tabii yine ‘olabildiğince’, özgür bir basınla mümkündür; yayın politikası ‘yalan’ ve ‘dalkavukluk’ olmayan basın organlarıyla okuma yazma bilen gazeteci/yazar/muhabir gerekir.

Popüler İçerikler

Önce Meydan Okuyup Sonra R Yapmıştı: Murat Övüç "Bülentinkiler Sahte" Dediği Diva'nın Eteklerine Kapandı!
Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman
Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi