Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Demokrasi büyük ölçüde yok edildi.

Basın özgürlüğü çiğnendi. Hatta bağımsız medya diye bir şey kalmadı. Anayasa askıya alındı. Bağımsız yargı yok edildi. Sivil toplum kuruluşları değersizleştirilip etkisizleştirildi. Şirketlere el konuldu. Şehirler yıkıldı.

Pespaye bir din anlayışı siyasette, ticarette, eğitimde, toplumsal ilişkilerde… fiili olarak her alanda neredeyse belirleyici tek faktör oldu. Laiklik sadece kağıt üzerinde kaldı.

Yani, “Yok canım o kadar da olmaz” denilen ne varsa hepsi gözümüzün önünde yapıldı.

Muhalefetteki kofluk

Tüm bunları kabullenip sineye çekenler, laikliğin anayasadan çıkarılma tartışması başlayınca ayağa kalkıyor.

Atatürk Kültür Merkezi’nin yenilenmesi ihalesini 2012 yılında alan iki firmadan biri olan TACA İnşaat’ın Yönetim Kurulu Başkanı Tayyar Akkurt, gazetecilere özetle demiş ki:

- İnşaata başladığımızda ilk şaşkınlığı temelde yaşadık. AKM’nin temelinin altında su geçiyor.

Kolonların malzeme yapısını incelerken gördük ki, bazılarının içi neredeyse boş. Karar verdik AKM’yi renove etmek doğru olmaz. En iyisi yıkıp yeniden yapmak.

Müteahhit firma bu saptamayı dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a bildiriyor. Onların ifadesine göre Günay inanmıyor, gelip görmem lazım, diyor, kolonları görünce yanıtı şu oluyor:

- Durun bakalım...

Tayyar Akkurt gazetecilere durumu özetliyor;

- Biz de durduk. Bence teknik olarak o binanın yıkılıp yeniden yapılması gerekiyor.

***    

Biz konuyu Ertuğrul Günay’a sorduk...

Kanal D’deki Beyaz Şov’a telefonla bağlanmıştı Ayşe Öğretmen 8 Ocak akşamı. “Çocuklar ölmesin” diye feryat etmişti. Ardından vay efendim canlı yayında “terör örgütü propagandası” yapıldı yaygarası koparılmış ve hem öğretmene hem şovmene hem de kanala yönelik bir linç kampanyası başlatılmıştı.

Ayşe Öğretmen’e destek vermek isteyen hukukçu, yazar, sanatçıdan oluşan bir grup aydın tavrıyla İstanbul ve Ankara’da “biz de aynı suçu işledik” diyerek kendilerini ihbar etmişti.

İşte hikâyemizin can alıcı ikinci bölümü de burada başlıyor. Ankara Adliyesi’ne gidenler için takipsizlik kararı verildi. Ama İstanbul’da Bakırköy Adliyesi’ne giden 30 kişi hakkında “terör örgütü propagandası” yaptıkları için dava açıldı.

Meclis Başkanı İsmail Kahraman ne istemediğini de ne istediğini de söyledi:

“Laiklik bir kere yeni anayasada olmamalıdır” ve “Yeni ve dindar bir anayasa olmalı”.

İslam Ülkeleri Akademisyen ve Yazarlar Birliği’nin (AY-BİR) bir etkinliğinde (Yeni Türkiye Konferansları) konuştu, yani hazırlanıp yaptığı bir konuşma.

Zaten “Yanlış anlaşıldım, sözlerim çarpıtıldı” da demiyor (onu Jöleoğulları Beyliği’nden biri öne atlayarak söyledi); tepkiler üzerine yaptığı yazılı açıklamada şahsi fikri olduğunu belirtiyor.

N’APTIN ABİ SEN?

Ne hikmetse “ağabeyi” olduğu siyasi hareketin vitrin yüzleri de “şahsi fikridir” diye geçiştiriyor, uzaklara bakıp ıslık çalıyor.

“Biz öyle bir şey konuşmadık bile. Muhafazakâr modernistiz, ezelden gönlümüz geçmez sekülerizmden” diyorlar...

“Hatırla Mısır nutkumu, gör rejime tutkumu” diyorlar...

Siyasi iletişim kuramı açısından hiç beis yoktur. TBMM Sayın Başkanı'nın ilk açıklaması talihsizliktir. “Kendi krizini durduk yerde kendin yaratma”ya tipik bir örnektir… Sürçülisan ile falan açıklanamaz. Bir profesyonel siyasetçi sürçülisan eylemez… Seçilmiş ölçülü davranış sergiler. Hele de söz konusu olan Meclis Başkanı gibi devlet protokolünde ikinci pozisyonda yer alan bir devlet adamı ise…

Buraya kadar tamam. Ancak…

AK Parti kurulduğu günden bu yana Laiklik konusunda çok net tavır koydu. Cumhurbaşkanı siyasi kariyerinin ilk gününden beri haykırıyor: “Kişi laik olmaz. Devlet laik olur. Türkiye Cumhuriyeti de laik bir devlettir”. Ayrıca Mısır'dan İslam âlemine sesleniyor: “Laiklikten korkmayın!”…

Başbakan Sn. Ahmet Davutoğlu ise, Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı'nda konuşmuş.

Takvimimiz 1 Mayıs’ı gösterirken, hemen öncesinde AKP’nin yeni anayasa lansmanının bir parçası olarak Meclis Başkanı Kahraman’ın ağzından dökülen “Laiklik yeni anayasada olmamalı” ifadeleri gündemimize oturdu. Tam da günün anlam ve ehemmiyetine denk düşen bu açıklama, kuşkusuz 1 Mayıs’ın güncel tartışmalarını da sınıf mücadelesi açısından doğru yere oturtan bir faktör oldu. AKP’nin piyasacı, neoliberal İslamcı bir toplum inşasına dönük rejiminin panzehirinin laiklik olduğu, gericiliğin inşa edilmeye çalışıldığı her alanda aydınlık için mücadeleye acil ihtiyaç olduğu, neoliberal sömürünün en etkili kanalı olan İslamcı yönetim ve toplum yapısı kaldırılmadan eşitlik ve özgürlüğe bir kapı açılmayacağı şüphesiz şimdi daha anlaşılır hale geldi.

Söz konusu ifadenin Meclis Başkanı Kahraman’ın ağzından rahatça kamuoyu ile paylaşılması, ne Kahraman’ın gafı olarak değerlendirilebilir, ne de sonrasında malum düzeltmelerle geçiştirilebilir.

Siz bu yazıyı okuyana kadar yeni bir roket düşmediyse Kilis’te bir haftada ölenlerin sayısı 18’e ulaşmıştı.

Genelkurmay Başkanı yanına MİT Müsteşarı’nı alarak Kilis’e koştu.

Heyecanlandık. Bir şey çıkmadı.

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan Kilis’te toplantı yaparken 100 metre uzağına füze düştü iki kişi öldü, “bakan da olayı yerinde yaşadı artık bir şeyler olur” diye ümitlendik, yine hüsran.

Başbakan Kilis’le ilgili güvenlik toplantısı yaptı. “4 eylem planı hazırladık” açıklaması yapılınca “bu sefer tamam” dedik.

Ama anlaşıldı ki o eylem planı “sokağa çıkmayın, sınırdan uzak durun” uyarılarından fazla bir şey değilmiş.

Önlemlere bir de vali beyin “abdestsiz dolaşmayın” önerisi de katılınca tam oldu.

Karakolda bir polis “kötü” olur, diğeri “iyi”.

Birisi saldırgan, rahatsız edici, tehdit edicidir; öteki, rahatlatır, güven verir.

Bütün dünyada polis teşkilatları bu numaranın iyi sonuç verdiğini bilir; gözaltındakinin dili böylece çözülür.

***

Fakat yakın zamana kadar, bu numaranın neden çok iyi sonuçlar verdiği bilinmiyordu.

Polonyalı bilim insanları, yaptıkları deneylere de dayanarak, çok enteresan bir açıklama getiriyorlar.

Diyorlar ki, bir duygudan ötekine geçiş öyle uç noktada yaşanmaktadır ki, gözaltındaki şüphelinin sorgulayıcı düşünme yeteneği tamamen dumura uğramaktadır.

Bir de buna isim vermişler, “Korkudan sonra rahatlama reaksiyonu” (“Fear-then-relief response”) diyorlar.

Üniversitelerin bahar şenlikleri, mayıs ayında gerçekleşen, öğrenci konseylerinin profesyonel firmaların desteğini alarak düzenledikleri, üniversiteler arasında tatlı bir rekabete de vesile olan etkinliklerdi. 

Türkiye’de bu şenlikleri düzenleyen sayılı firmalardan olan Lila Events’in sahibi Doğuş Doğukan Celasun’un dediğine göre 2013’ten itibaren bahar şenliklerine müdahaleler başladı: “Aslında fitil, 2012’de üniversitelerin içinde alkollü içki satışının yasaklanmasıyla ateşlenmişti. İçki önemli bir gelir kalemiydi ve bu gitti. Ardından, şenliklerde konserlerin yapılmaması konusunda YÖK’ten telkinler gelmeye başladı.” 

Bu şenlikler kahkaha atmak, kızlı erkekli eğlenmek anlamına geliyordu. Ve malum, bunlar idarenin pek de hoşuna gitmeyen şeylerdi.

Celasun’a bu şenliklerin yerini başka etkinliklerin alıp almadığını soruyorum; şöyle yanıtlıyor:

Çatışma çözümüne ilişkin literatür ve örnekler tarandığında, özellikle daha güçlü olan tarafın uyması gereken yirmi ilke sayabileceğimiz ortaya çıkıyor. Türkiye devleti ve hükümeti bunlardan sekizini benimseyip uyguladı, dördünde ikircikli kaldı ve giderek ilkeden uzaklaştı. Sekiz tanesinde ise söz konusu ilkeyi benimsemedi veya kullanmamayı tercih etti.

Bu sekiz maddeden dördü yöntemle, kalan dördü ise doğrudan siyasi kültür ve zihniyetle ilgili. Bugün yönteme ilişkin olanlara bakıyor olacağız…

***

Birinci ilke görüşme sürecinin kuşatıcı bir özellik taşıması… Meseleye taraf olduğunu düşünen bütün aktörlerle ilişkiye geçilmesi, her biriyle ayrı bir görüşme kanalının açılması ve bütün bu kanalların aynı hedefe doğru birbirini besleyerek ilerlemesi gerekiyor.

Popüler İçerikler

Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt
Müge Anlı'da Yeni Bir Fenomen Doğdu: Habibe Kendine Has Tarzı ve Tavrıyla Hepimizi Fena Gaza Getirdi!
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı