Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Bademler merak ediyor…

Yasaklıyoruz.

Hakaret ediyoruz.

İsmini siliyoruz.

Kitaplardan çıkarıyoruz.

Yok sayıyoruz.

Buna rağmen…

Fikirleri niye hâlâ ölmüyor?

*

İçindeki çocuk yaşıyor çünkü.

*

Yetişkin cesetler kavrayamaz…

23 Nisan kutlu olsun.

Eğitimde olup bitenleri yıllardır yazıyoruz. Kimi abartılı buldu, kimi de az bile yazıyorsun dedi. Ve gelin, gelinen son noktaya, bugün bir başka pencereden göz atalım. Bakalım buna ne diyecekler!..    Ali Koç (İşadamı) “Türkiye inovasyon kapasitesinde 83’üncü sırada. Oysa 5 yıl önce 55’teydik. Geriye gittik. 

Ar-Ge harcamalarında 5 yıl önce ilk 62 arasındaydık, şimdi 79’a geriledik. Mevcut eğitim sistemiyle çağa ayak uyduramayacağımız görünüyor. 

5 yıl önce eğitimde ilk 79’daydık, geçen sene 89’a, şimdi 92’ye geriledik.  Matematik ve fen eğitiminde 102’nci sıradayız. Oysa 5 yıl önce 74’üncüydük. Bugün ülkemizde tartışılan konulara bakarsak, son derece tehlikeli bir durum olduğu açıktır. Ar-Ge harcamalarında ilk defa milli gelirin yüzde 1.01’ine geldik. Ama AB yüzde 2, OECD ülkeleri yüzde 2.4 harcıyor. Biz ilerliyoruz ama rakipler bizden daha hızlı ilerliyorsa geriliyoruz demektir

Yanlış saftasınız Sayın Merkel!

Sayın Şansölye Merkel, 

Time dergisi sizi “Yılın İnsanı” seçtiğinde size, “Özgür dünyanın şansölyesi” sıfatını layık görmüştü. 

Bu mektubu, o unvanın sahibine yazıyorum. 

Bugün ziyaret edeceğiniz ülkede “özgür dünya”, tehdit altında... 

Son ziyaretinizde ben, Türk hapishanelerinde yatan 30 tutuklu gazeteciden biriydim.

Türkiye’nin en eski ve itibarlı gazetesi Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmeniyim. 

Türk istihbaratına ait TIR’larla Suriye’deki radikal İslamcılara silah sevk edildiğine dair haberim nedeniyle ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsi şikâyetiyle tutuklandım. 

Sadece bir haberden ötürü, hakkımda iki kez ömür boyu hapis cezası isteniyor. 

Tecrit koşullarında tutulduğum o günlerdeki ziyaretinizde, 

Türk Başbakanı ile birlikte yaptığınız ortak basın toplantısında Die Welt muhabiri size, daha önce Türkiye’nin insan hakları ihlalleri konusunda eleştirel tavır alan Alman hükümetinin bugün neden sessizliğe büründüğünü sordu. 

Hücremin televizyonunun sesini açtım. 

2012’de Rus lideri Putin’in yüzüne, “Bence bir insan, farklı fikirlerden korkmamalı”diyen, 2014’te Çin hükümetine ifade özgürlüğüne saygı duymasını tembihleyen“özgür dünyanın lideri”, baskıcı Türk hükümetinin liderine ne diyecekti acaba?

TBMM’nin 23 Nisan 1920’de kuruluşu, tarihte 1400 yıldan sonra devlet hayatında ilk defa Türk isminin kullanılması anlamına da gelir. İhtilaf Devletleri’nin mağlup ettiği hiçbir memleket Türkiye’nin gösterdiği direnişi göstermedi.

Bunun nedenleri var.

Ağır şartlarla anavatanı bile parçalanan tek ülke (Macaristan istisnasıyla) Türkiye’ydi.

Britanya İmparatorluğu dört yıllık savaşın acısını çıkarmak niyetindeydi.

Türklerin direnişe geçeceğini galiba en iyi anlayan Yunan General (ilerinin diktatörü) Metaksas idi.

İyi bir kurmay olduğu için Türkiye’nin toparlanacağını anlamış ve Venizelosçuları şiddetle eleştirmişti.

Zor şartlar altında toplanan TBMM’yle beraber, bir İslam devletinde ilk defa bir meclis ‘şûra’ görevini yerine getiriyor ve bütün iktidarı ele alıyordu.

Parlamento (konuşulan yer) ‘danışılan’ ve‘görüşülen’ bir kurum, mekân, güç. Modern Batı demokrasilerinin ana örneklerinde burjuvazinin iktidarı ele geçirişinin, zaferini ilan edişinin sembolü.

Divan’ın 17’nci yüzyıl sonlarından itibaren etkisini giderek yitirdiği Osmanlı’daysa, kaçmakta olduğu nicedir fark edilen Batı treninin bir vagonuna tutunabilme kaygısıyla, 18’inci yüzyıl sonunda III. Selim’le meşveret (danışma) yöntemi denenmeye çalışılır ancak koşullar nedeniyle başarısız olur. II. Mahmut tarafından kurumsallaştırılan ‘meclis’, toprağımızın 1876 tarihli ilk anayasası Kanun-u Esasi’yle anayasal düzenin parçası haline getirilir. 

Tüm sorunlarına ve II. Abdülhamit’in tartışılmaz gücüne/etkisine karşın, Rusya henüz mutlak monarşiyle yönetiliyorken Osmanlı idaresini ‘meşruti’ hale getiren bu‘ferman’ anayasa, Türkiye’nin hukuk/anayasa geçmişinin ne denli zengin ve köklü olduğunu sergilemesi açısından önemli bir örnek.

an Juan de Pasto

DPI'ın gözlem gezileri hızlandırılmış kurslara benzer. Bir hafta boyunca soluk almadan en üst düzeyden en operasyonel isimlere kadar uzanan aktörlerle derinlemesine görüşmeler yaparsınız. Gittiğiniz ülkeyi ve yaşanan çatışmayı hissedersiniz. Kimi sorularınıza yanıt bulurken, kendinize yeni sorular sormaya başlarsınız. Kürt meselesiyle karşılaştırma yapmak, kesişen ve ayrılan noktalar üzerinden bir alet kutusu oluşturmak da kaçınılmazdır. 

Siyasi şiddetin, iç savaşın bir hayat tarzı haline geldiği Kolombiya, 60 yıl sonra hedefine ulaşmak, barışa kavuşmak üzere.

Kolombiya'da çatışmanın ve barış sürecinin katmanları pek çok...

Bunlardan birisi de farklı çözüm süreçlerinin başarı ve başarısızlık nedenlerine ilişkin... 

Neden başarısız oldular, şimdi nasıl başarmak üzereler?

Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin “Yok” dediği Ergenekon'a nasıl adım adım ulaşıldı?

13 Haziran 2007'de, Ümraniye'de bir evde bombalar yakalandı. İlk başta adi bir suç sanılıyordu. Ucu geldi, Ergenekon'a dayandı. O bombaların Oktay Yıldırım'a ait olduğu meydana çıktı. Yıldırım'ın, Muzaffer Tekin ve Veli Küçük ile bağlantıları tespit edildi. Yüzbaşı Muzaffer Tekin'de Genelkurmay'a ait çok gizli belgeler ele geçirilince, bunları Özel Harpçi Binbaşı Fikret Emek'ten temin ettiğini söyledi.

Fikret Emek'in Eskişehir'deki evine baskın yapılınca, orada da aynı Ümraniye'dekine benzer bombalar bulundu. Ayrıca, hem Oktay Yıldırım'da, hem Muzaffer Tekin'de, hem de Veli Küçük'te “Ergenekon” başlığını ihtiva eden dokümanlara ulaşıldı. O tarihe kadar Ergenekon diye bir şey bilinmiyordu.

Bir bildiri yayınladılar, ifadelerini sert bulanlar olabilir, ama talepleri “barış”tı, kanın durmasıydı.   Akademisyenler dün hakim önüne çıktıkları sırada, Tunceli’den üç şehit haberi daha geldi.   

Bu insanlar hakkında “teröre destek” suçlamasıyla dava açılmasını, tutuklanmalarını savunmak hiç bir demokratik kritere uyan bir durum değil.   Akademisyenler, vatandaş ve bilim insanı olarak sorumluluklarını yerine getirmekten başka bir şey yapmamışlardır. İstedikleri kanın durmasıdır.   

Önce bunu açık yüreklilikle kabul etmemiz, sonra da ifade özgürlüğüyle ilgili sorunlarımızın ve eksiklerimizin ciddiyetini görmemiz gerekiyor.   Hukuk ve yargı düzenimizin de vatandaşı, vatandaş haklarını, demokratik hakları koruyan bir sisteme dönüşmemiş olmasının sorumluları da bütün siyasi iktidar sahiplerinden başkası değildir.   

Batı’nın demokratik değerlere önem veren çevrelerinin Türkiye’deki sorunlara ilgi duymalarından daha doğal bir şey de yoktur.

Ergenekon ödülleri

EN İYİ YIRTAN ÖDÜLÜ: Ergenekon'un destanını yazan gazetenin başındaki isim olarak AHMET ALTAN. *

- EN ÇOK ÇALIŞAN ÖDÜLÜ: Sürece yazdığı sekiz Ergenekon kitabıyla büyük emek ve katkı sunan ŞAMİL TAYYAR.  

- EN ALDIRMAZ ÖDÜLÜ: Müebbet kararı çıktığında “Darbecilere büyük ceza” diye manşet atan, Ergenekon yoktur kararı çıktığında ise “Kumpas çöktü” diye manşet atan HÜKÜMET GAZETELERİ.   

- EN PİŞKİN ÖDÜLÜ: Yaptıkları onca kumpasa, çektikleri onca dalavereye, attıkları onca palavraya rağmen hâlâ “darbeciler affedildi” diye ağlaşan CEMAAT ARTIKLARI.  

- EN SUSKUN ÖDÜLÜ: Ergenekon sürecinde yapılan vahim hukuk ihlalleri için “Olur böyle ufak tefek hatalar canım, abartmayın” diyen, ancak bugün kafalarını kuma gömerek hiç seslerini çıkarmayan LİBERAL AYDINLAR.

Ergenekon”un yüzü o: Kuddusi Okkır. 

“Ergenekon” dendiğinde artık hep ölüm döşeğindeki o yüz aklımıza gelecek. 

Kahrından küçülerek bir deri bir kemik kalmış, hasta yatağında dermansız boş bir noktaya bakan, cezaevinden ancak mezara tahliye edilen Kuddusi Okkır bu trajediden aklımızda kalacak. 

Okkır, Ergenekon adaletsizliğinin, insanlık ayıbı ve suçunun çehresi olarak ilelebet beynimize kazılacak. 

Okkır’ın o hazin ifadesinin yanında, “Ergenekon diye bir senaryo yazdılar. Her şey altüst oldu” diyen eşi Sabriye Okkır’ın sözleri kulaklarımızda yankılanacak... 

“Kuddusi’nin bir küçük ARGE danışmanlık şirketi vardı” diye anlatıyor o yılların kahrını Sabriye Hanım: “O tutuklanınca, kirayı ödeyemediğim için İstanbul’dan taşındım. Sırf eşimi değil beni de cezalandırdılar. Hâlâ olayla ilgili en büyük üzüntüyüduyan insanım.” 

Sade Kuddusi Okkır mı? 

Süreçte yaşamlarını yitiren, adaleti göremeden aramızdan ayrılan onlarca insan; yerlerine bir daha gelmeyecek Türkan Saylan, İlhan Selçuk gibi değerler, Prof. Fatih Hilmioğlu gibi Silivri karadeliğinde kanser olan, o kâbus dönemde kaybettiği oğlunun cenazesi için olsun evinde bir gece dahi geçirmesine izin verilmeyen bir kurbanlar ordusu ve zulüm zinciri hatırlayacağız “Ergenekon” deyince.

Popüler İçerikler

Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman
Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı