Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Bir internet sitesinde '8 Adımda Ahmet Hakan Tipi Yazı Yazma Kılavuzu' diye bir metin yayınlandı.

Sosyal medyada iki gündür paylaşan paylaşana...

Güzel, harika, başarılı bir metin...

Tüm sırlarım ifşa edilmiş.

Madem sırlar ifşa ediliyor.

O halde ben de bir sırrı ifşa edeyim bari.

İşte size yararlanmanız için... 

“Örneklerle Nasıl Büyük Muhalif Yazar olunur” başlıklı bir kılavuz:

“Bütün Ensarcılar çocuk tecavüzcüsüdür” diye altını çizerek yazın.

“Alman komedyenin küfürleri, hepimizi kırdı geçirdi azizim” diye tespit yapın.

“Duydunuz mu komşular, Erdoğan günde beş kere makyaj yapıyormuş” diye tezvirat yapın.

“Yaşamın en muhteşem hediyesi ölümdür” diyordu, Atilla Özdemiroğlu Steve Jobs’tan ödünç alarak. Belki bu bilgiydi onu 73 yılda kendi deyişiyle 12 ömürlük üretime, sevmeye, yaşamaya zorlayan...

Bir ömre sığdırılabilecekten çok fazlasını yapmışsa bir insan, dillere dolanacak şarkılar yazmışsa, unutulmaz filmlere müziğiyle can vermişse, 40’ından sonra piyano, çello çalmaya başlayacak kadar inançla sevdiği bir mesleği olmuş, çok sevmiş, çok sevilmişse, hayatı en güzel bestesi gibi yaşamışsa, bir noktada “Üstü kalsın” der mi Cemal Süreya gibi? Milliyet’teki röportajında bunu sormuştu Songül Hatısaru Attila Özdemiroğlu’na. 

Cevap tam da hayatı böyle tutkuyla yaşamış bir adamdan beklenecek gibiydi: “Hayır, üstü kalmasın. Yararlı birçok şey yaptığımı düşünüyorum. Ama yapacak daha çok şeyim var. Hâlâ bir sürü merakım var.

ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinin bugünden sonra asla bir daha eski yakın müttefik ve dostluk ilişkisi seviyesine çıkmayacağını söylemek mümkün. Menfaat ilişkileri devam edecek, ancak taraflar arasındaki güven ciddi bir şekilde zedelendi.

Son dönemdeki bölgesel gelişmeler dikkate alındığında ABD’nin Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri ile mevcut ilişkileri dört farklı bağlamda değerlendirilebilir. Öncelikle, daha çok küresel hegemonyasına meydan okumayla karşı karşıya kaldığı Çin merkezli trans-Pasifik bölgesine odaklanan ABD’nin küresel siyasetinde, Ortadoğu ve Körfez bölgesi artık birinci öncelikli konu olmaktan çıktı.

İkinci olarak, ABD önemli bazı bölgesel meseleler ve sorunlar konusunda Suudi Arabistan’dan farklı düşünüyor.

Başbakan Ahmet Davutoğlu 9 Nisan’da katıldığı bir toplantıda Osmanlı İmparatorluğu’nun baş mimarı Mimar Sinan’ın neredeyse bir asırdır Türkiye tarihinde utanç vesikası haline gelen köken tartışmasıyla ilgili ilginç bir ayrıntıyı gün yüzüne çıkardı. Davutoğlu Cumhuriyet’in ilk yıllarında Sinan’ın Türk kökenli olduğunun ispatlanması için kafatasının mezarından çıkarılıp üzerinde ölçüm yapıldığını söyledi ve ardından kaybolan kafatasının bulunması için talimat verdi.

AK Parti iktidarı boyunca Cumhuriyet’in tek partili döneminde gerçekleşen bu ve benzeri ırkçı akımları zaman zaman Türkiye gündemine taşımıştı. Bu çıkışlar, tarihin ırkçı ve faşizan uygulamaları ile yüzleşmek adına bir şans olarak görülse de bugüne kadar hepsi söylemde kaldı, bir süre tartışıldıktan sonra unutulup gitti.

Okurlarla buluşmak, dertleşmek, meselelere nasıl baktıklarını anlamak için yurtiçinde ve yurtdışında söyleşilere gidiyorum. Bu vesileyle her kesimden insanla tartışma, sohbet etme imkanım oluyor.

 Onların meselelere nasıl baktığını görüyorum. Ne yapmak istediklerini, nasıl bir Türkiye’de yaşamak istediklerini anlamaya çalışıyorum. Dilim döndükçe söylenmesi gerekenleri filtresiz, taraf tutmadan söylemeye çalışıyorum.

Konferanslara sadece okurları anlamak, onlara bir şeyler anlatmak için gitmiyorum. Kendim için de gidiyorum.

Bu sohbetler, hepimizi insanlıktan çıkaran kutuplaşmanın, ötekileştirici siyasetin, iletişimsizliğin etkisinden kurtulup insan olma veyahut insan kalma çabama katkı sağlıyor.

Siyasi gündemdeki tartışmalar dokunulmazlıkların kaldırılmasına odaklanmış olmasına rağmen aslında bu tartışma arka planda kronikleşen siyasal enfeksiyonun yeniden nüksettiğini gösteren gelişmelerden sadece biri. Türkiye’de siyaset, kendini değerlerle tanımlayan kesimler üzerinden gerçekleştirildiği için toplumdaki değer krizi bir türlü kendini onaracak mümbit bir zemine kavuşamıyor. Dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin tartışmalara bakıldığında bile konunun gerçek bağlamını görmek mümkün. Her şeyin başı hassasiyet. Bu nedenle hassasiyetler üzerinden kurulan belagat ve hassasiyetleri kaşıyan bir karşı-retorik üzerinden boşluğa savrulan söylemler insanların gündelik yaşamlarını belirler hale gelmektedir.

Aşırı politikleşme ve her şeyi politikleştirmenin toplumsallaşmasının sonucu toplumsal yıkımdır. Bu durum tarihsel tecrübelerle sabit ve neredeyse eşyanın tabiatı kabilinden bir yasa olarak kabul edilebilir.

Bu tür davaların ne ilki ne de sonuncusu. Ama Karaman’da 10-12 yaşlarında on erkek çocuğun mağdur edildiğinden emin olduğumuz cinsel istismar davası Türkiye’yi başka türlü sarstı. Dünkü ilk duruşma Karaman’ı alışık olmadığı olağanüstü halle tanıştırmıştı. Adliyeye yaklaşırken başlayan polis koridoru, arama noktaları, şehir dışından gelen grupların manidar biçimde Valilik isimli otobüs durağı ötesinden ileriye sokulmayışları... Diyarbakır Barosu Başkanvekili Ahmet Özmen manzarayı görünce “Newroz alanı gibi olmuş” dedi istihzayla.

İçeri alınmayanlardan olan Karamanlı İbrahim Öztürk, Facebook’ta bir grup kurmuş, hemşerilerini bu “sapığı” protesto etmeye çağırmıştı. Evinin kapısının önünde polis bekletildiğini, bir nedenle tutuklanırsa şaşırmayacağını söylüyor. Kendisini milliyetçi olarak tarif eden Öztürk, protestoya Karamanlıların gelmeyişini hem aşırı güvenlik önlemlerine hem de “nemelazımcılığa” bağlıyordu.

Suruç ve Ankara katliamlarında devlet içinden birilerinin parmağı olduğunu gösteren işaretlerin başında bir “tarz” geliyor...

10 Ekim 2015 Ankara Garı katliamından kalma kanlı resmin üzerine de mâlûm gölge nihayet bütün somutluğuyla düştü. Sesi, kokusu olan, elle tutulur bir gölgedir bu. Yaşlanmaz. Zamana dayanıklıdır. 1909’da Adana’da uzun bir sokak boyunca insan katlede katlede ilerlemiş, 1915’te Muş’ta evleri kundaklamış, Antep’in Bey Mahallesi’nde elkoyduğu konağında tam azıcık dinlecekken Aşkale’de mahkûm başı beklemeye yollanmış, 1938’de mağaraları dumana boğduktan sonra Trakya’ya geçip Yahudi dükkânlarını indirmiş, Eylül’ün altısında tecavüz, yedisinde gaspla meşgul olmuş, bilahare sivil komando kamplarında gençlerin yetiştirilmesinde vazife almış, o şehir senin, bu kasaba benim, parti görünümlü paramiliter teşkilat çalışmasında ter dökmüş, faaliyet sahasında azıcık daha uzmanlaşmaya giderek Alevî katliamları dalında derinleşmiş, kâh Maraş’ta kâh Sivas’ta sanatını icra etmiş, o arada sayısız çocuğu anasız babasız, sayısız anababayı evlatsız, sayısız insanı arkadaşsız bırakmıştır.

Karaman’da Ensar Vakfına ait bir yurtta ortaya çıkan ve 45 çocuğun cinsel istismara uğradığı rezaletin sorumlusu “belletmen”, tek celsede 508 yıl 3 ay ceza aldı.

Rezaletin “bireysel sorumlusu” ceza aldı. Ama ne dava bitti ne de adalet yerini buldu.

Çünkü karşımızda bireysel değil “organize” bir suç var. Bu suçtan kimse “bireysel” sorumluluğu üzerinden ceza alarak kurtulmaz.

Davanın tek celsede sonuçlanması bile başlı başına bu davayı kapatmaya, bu organize suçun ortaya çıkmasını önlemeye yöneliktir.

BU SADECE TACİZ, İSTİSMAR DAVASI DEĞİLDİR

Dava bu kadar hızlı biçimde sona ermemeliydi. Çünkü bu dava, sadece 45 çocuğa yapılan cinsel taviz ve istismar davası değildir.

Hayat denilen yolculuk her zaman tuhaftır. Neyi planlayıp hesap ederseniz edin, sürprizlerle karşılaşabilirsiniz.

Türkiye yavaş yavaş değil, hızla bir yol ayrımına doğru ilerliyor. Bu yolun başında hesaplar böyle değildi. Beklentiler bambaşkaydı. Şimdi gelinen nokta ise çok ama çok farklı.

Bu coğrafyada adına gerçekten devlet denilebilecek birkaç ülkeden birisi Türkiye. Tarihten gelen tecrübesi, birikimi, ne kadar sahip çıkamasak bile geleneği ile farklı bir yerde duruyor daima.

Bu tecrübe ve gelenek, devletin tepesinde ortaklık kabul etmiyor. Eski ve güzel ifadesiyle ‘saltanat tecezzi kabul etmez’ ve yolunuza böyle devam edemezsiniz.

Terör ve paralel yapı gibi iki büyük tehdidin yanı sıra, küresel ölçekte karşılığı bulunan bölgesel sorunlarla kuşatılmış durumda Türkiye.

Popüler İçerikler

Apar Topar Çıkarılmışlardı: Kızılcık Şerbeti'nde Giray ve Heves Ayrılığının Gerçek Nedeni Ortaya Çıktı
Kızılcık Şerbeti'nde Giray'ı Canlandıran Kaan Taşaner Dizide Rol Almaktan Duyduğu Pişmanlığı İtiraf Etti
Wanda Nara'nın Icardi'nin Mesajını İfşaladıktan Sonra L-Gante'yle Yaptığı Paylaşım Icardi Fanlarını Kızdırdı!