Eşi bizim Ermeni okullarından birinde çalışıyordu. Okul, daha çok yetim çocuklarına sahip çıkmak için kurulmuş birkaç yüzyıllık bir yapıydı.
Zengin ailelerin çocuklarının gittiği diğer mektepler genelde her imkânı sunan afili binalardı. Eğitim kalitesinden öğlen yemeğine kadar kusursuz sayılırlardı. Ne de olsa zenginin çocuğuna nohut yedirilmez, matematik eksik öğretilmezdi. O okulların yöneticileri de okuldaki çocukların aileleri gibi zengin ve nüfuzlu insanlardı.
Oysa bizim okul taklidi yapan yetimhanenin işi diğerlerinden daha zor yürüyordu. İşin içinde fakirlik varsa gönüllülük esastı. Ve bu teamül hiçbir zaman Ermeni’de başka Türk’te başka işlemedi.
O tarihlerde Türkiye’de Ermeni olmak ‘yaşanan son uluslararası gelişmeler’ sebebiyle oldukça zorlaşmıştı. Asala, Avrupa’nın göbeğinde diplomatları katlediyordu. Ateş açılan arabaların içinde o diplomatların aileleri de öldürülüyor, memlekette önü alınamaz bir öfke büyüyordu.