Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Bakınız, neredeyse bir ay olmuş. Ta Mart ayının 19’unda.  Başbakan Davutoğlu, dokunulmazlıklar konusunda daha yeni “hodri meydan” demiş; daha ortada AKP kanun teklifinin, k’si filan yokken...  Eski CHP milletvekili hukukçu Atilla Kart’ın uyarılarına bu köşede yer vermişiz.  Kart, AKP’nin dokunulmazlık hamlesinin arka planında yatan gerçek sebebi o gün şöyle açıklamış:  

- Dokunulmazlık dosyaları raftan inecek. Ceza kovuşturmaları nerede açılmışsa o yer mahkemelerinde davalar açılacak.  - Dosyası bulunan vekillerin bir kısmı tutuklanacak. Hapis cezalarına mahkûm olacak. Vekillikler düşecek.  - Meclis’teki sayısal eksilme, anayasadaki ara seçim koşullarını tarif eden düzeye çok rahat ulaşacak. (Yahut bir il ya da seçim çevresinin Meclis’te milletvekili kalmayacak.)  - AKP ara seçimi yapıp Meclis’te anayasayı değiştirecek çoğunluğu böylece sağlayacak.  Kart, AKP’nin beş yıl önce kurduğu Anayasa Komisyonu’nda iki yıl süreyle, dağılıncaya kadar görev yapmış bir isim. İktidar partisinin attığı her adımın deşifresini ve birkaç adım sonra ne geleceğini görecek kadar deneyim sahibi olan Kart, o görüşmemizde çizdiği bu çerçevenin ardından sözlerini şöyle bitirmişti:  “CHP AKP’nin tuzağına düşmemeli.”

Bunların hocası vardı. Almanya’da tahsil yapmıştı. 28 kere filan hacca gitti. Zimmetine para geçirdi. Hapse mahkum oldu. Ağzına içki sürmezdi.  *  Hocalarının yolundan gittiler, Almanya’da abra kadabra şirketleri kurdular, camilerde tezgah açıp, para topladılar. Bi tanesi mesela, zihin okuma cihazı icat etmişti. “Bu cihaz beyinlerden geçen düşünceleri okuyor, yazıya döküyor, henüz tam geliştirilmedi, şimdilik sadece 72 saatlik zihin okuyor” diye anlatıyordu. 

Peki tam geliştirilince ne olacaktı? “Kainat makinesi” olacaktı. Detaylarıyla anlatıyordu, “kainatta mevcut bulunan, Hazreti Muhammed’in Hazreti İsa’nın hayattayken çıkardığı ses dalgalarını uzaydan toplayacak, süzecek, televizyonlarda canlı olarak yayınlanacak” diyordu. Sayın ahalimiz bu makineye ortak olup kâr payı alabilmek için iki milyar euro verdi iyi mi…

Söz ilk kez Tansu Çiller için kullanılmıştı. Çiller DYP’nin başına geçmek üzereyken “leydinin topuk sesleri” başlığı herkesin aklında kaldı. Şimdi “topuk sesleri” MHP’de Meral Akşener için kullanılıyor.   Çiller, parti içinde bir siyasi mücadeleyle genel başkan ve başbakan olmadı. Demirel Çiller’i o makamlara oturttu. 

Meral Akşener ise parti içinde gerçek bir siyasi mücadeleden çıkmak için çalışıyor. Akşener’in topuk seslerinin kuvvetini henüz tespit etmek kolay değil. Bahçeyi görevini devretmemek için direniyor, ayrıca Akşener’in kuvvetli bir rakibi var, Ümit Özdağ.   “Milliyetçi toplumcu” hareketin “kurucu lideri” Alpaslan Türkeş’ten sonra Devlet Bahçeli oldukça uzun bir genel başkanlık dönemi geçirdi. Bahçeli döneminde MHP gerileme dönemleri de yaşadı, tırmanma ve iktidar ortaklığı da yaşadı.

Gece yarısı Türkiye’nin Avrupa Birliği Büyükelçisi Volkan Bozkır’ın Brüksel’deki Büyükelçilik rezidansında telefon çalıyor. 2008 Ocak sonu. Telefonda Avrupa Birliği genişlemeden sorumlu komiseri Verheugen, hemen o saatte Bozkır’la görüşmek istiyor.  Saat 02.00’a yaklaşırken yapılan görüşmede Verheugen Bozkır’ın eline ültimatom gibi bir AB kararı tutuşturuyor:  “Hükümetinize bildirin, elinizdeki kararla birlikte, AB-Türkiye ilişkileri ucu açık hale gelmiştir, tam üyelik çok uzak bir ihtimaldir.”  

Oysa, ortada Türkiye ile AB arasında varılan anlaşmalar var, 2004 ve 2005’te Türkiye’nin AB’ye uyum çerçevesinde gerçekleştirdiği reformlar var. AB o anlaşmaları ve uyum yasalarını yok sayıyor.  Volkan Bozkır tam da o anda, diplomatik bir manevra ile o kararı “yok hükmünde” sayarak, Verheugen’e geri vermesi gerekirken, kararı alıyor ve Ankara’ya iletiyor.  AB Büyükelçisi Bozkır az zamanda büyük mesafe katediyor, bugün AKP’nin AB’den sorumlu Bakanı statüsünde.

Ensar Vakfı ve Karaman İmam Hatip Mezunları Derneği (KAİMDER)’e bağlı evlerde cinsel istismara uğrayan 10 çocukla ile ilgili olarak CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Aileden Sorumlu Bakan da (Sema Ramazanoğlu) zaten birilerinin önüne yatmış vaziyette' sözleri siyaset söyleminde yeni bir dönemi açtı.

Başbakan mevzuat dışı olarak açılan evlerle ilgili gerek yerel, gerek Bakanlık yetkililerinin sorumluluğunu ortaya dökmek ve cezalandırmak yerine Kılıçdaroğlu’na “Hasta adam, patolojik vak’a” diye tepki gösterdi. Cumhurbaşkanı’ da “siyasi sapık” dedi.

Peki Bakan’ın üslubu 

Tam bu aşamada Kılıçdaroğlu’nun “Bakan da zaten birilerinin önüne yatmış” sözleri bir üslup tartışması başlattı.

Oysa üslup tartışmasına Aile Bakanı Sema Ramazanoğlu’nun ''Bir tecavüz olayı Ensar Vakfını karalamak için gerekçe olamaz '' sözlerinden başlamak gerekirdi.

Kemal Kılıçdaroğlu’na “Pişman mısınız?” diyenlerin önce Sema Ramazanoğlu’na bu soruyu sorması gerekir.

Dün, Tayyip Erdoğan “Ey İslâm dünyası! Mısır'da kardeşlerimiz katlediliyor. Hak, vicdan katlediliyor. Siz bunları ne zaman duyacaksınız” diye sesleniyordu. Darbeci Sisi'ye karşı, gösteri yapan insanların “Rabia” işaretiyle, kitleleri selâmlıyordu.

“Ey İslâm dünyası” dediği devletler arasında, başta gelen ülke Suudi Arabistan'dı. Bilahare Yasin El Kadı, Bilal'i uyardı. “Aleykümselâm ve Rahmetullah” faslından sonra,“En önemlisi, ona bizim insanlarımız üzerine ateş püskürmemesini söyle. Bizim insanlarımız hakkında sert konuşmasın” dedi. El Kadı'nın uyarısı öyle kalıcı bir tesir yaratmış olacak ki, ‘Ey İslâm dünyası'sından, Suud Kralı Selman bin Abdülaziz'e madalya verecek noktaya geldik.

Unutmayalım, aynı Kral, darbe sonrası yardımlarına karşılık, Sisi'den de madalya aldı.

Türkiye’de olup bitenlerin bir kısmını yabancı dile çevirdiğinizde, anlaşılması güç hatta olanaksız bulunabilir.

Örneğin, ‘İslamcı otoriter bir parti ile onun koltuk değneği milliyetçi parti, sol olduğu rivayet edilen bir parti ile işbirliği yapıp anayasa aykırılığı açık bir anayasa değişikliği yaparak kimi vekillerin dokunulmazlıklarını kaldıracak.’

Hadi çevirin bakalım!Yalnızca birkaç gün içinde

Memleketin iktidar temsilcisi TV’ye çıkıp “Yasama yürütme ve yargı zaten bizde” buyuruyor… Aynı memleketin eski Anayasa Komisyonu başkanı ve yeni saray danışmanı olan şahıs, bu ifade üzerine “Oğlan bizim kız bizim” diyerek şakacılık ediyor…

Memleketin devlet başkanı, terörle mücadele kapsamında vatandaşlıktan çıkarmanın gündeme gelebileceğini söylüyor…

Mart ortasında yazmıştım: “Milletvekili dokunulmazlığı 200 yıldır, parlamenter demokrasilerin olmazsa olmazı kabul edilen temel bir ilkedir. İlkenin amacı, milletvekillerinin siyasi nedenlerle keyfi yargılama ve cezalandırılmaya maruz kalmasını önlemektir. 

Siyaset alanında tüm talep ve önerilerin özgürce dile getirilmesini sağlamak, siyasetin özgürlüğüne yönelik baskılara kalkan oluşturmaktır. Türkiye'de de cumhuriyet tarihi boyunca Meclis'e dokunulmazlığın kaldırılması talebiyle yüzlerce fezleke gelmiş, çoğu reddedilmiştir. Yine de dokunulmazlığı kaldırılan milletvekili sayısı az değildir: Yaklaşık 40 milletvekili...” Nisan ortasındayız ve meclisteki 3 büyük siyasi parti, AK Parti, CHP ve MHP, bu kez, 40'ı üçe katlayarak, bir çırpıda 122 milletvekillinin dokunulmazlığını kaldırmaya hazırlanıyor. 

Oysa anayasanın 83. Maddesi açık: “Suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili Meclis'in kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz...” AK Parti'nin vereceği CHP ve MHP'nin destekleyeceği teklifin anayasa aykırı olduğu ortada.

Aynı anda bu kadar çok balonun patlaması şaşırtıcı değil mi? Ne diyorlardı bu aymazlar? - Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar kadar yalnızız... Türkiye'nin dünyada dostu kalmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan izlediği siyasetle Türkiye'yi tek başına bıraktı...  Gerçeklerin dünyası  Acaba bunlar son dönemde olup bitenleri izlemek yerine Fethullah Gülen'in beddualarına ya da Kemal Kılıçdaroğlu'nun altına ya da önüne yatmak içerikli çeşitlemelerine bakarak mı, dünyada ve Türkiye'de yer alan gelişmeleri anlıyorlar? Diyelim ki geçen yıl Antalya'da yapılan G-20 Zirvesi'ni gözden kaçırdılar. Ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Amerika'da yaptığı temasları ve oradaki konuşmalarını izlemediler. Belki Almanya Başbakanı Merkel'in Türkiye'yi kapı komşusu haline dönüştürmesini de görmüyorlar...

Bu yazıda, 8 yaşındaki kızı cinsel istismara uğrayan bir annenin başından geçenleri okuyacaksınız.

Nasıl bir toplumda yaşadığımızı, kolluk kuvvetlerinin meseleye yaklaşımını, yargının ağır aksak ilerleyişini çok net göreceksiniz.

Bu annenin yaşadıklarını gelin onun ağzından dinleyin...

'2012'de 8 yaşındaki küçük kızım Gebze'de oturduğumuz apartmanın giriş katında yaşayan ailenin 24 yaşındaki oğlu Fırat'ın cinsel istismarına uğradı.

Kızım bir süredir durmadan koşuyordu.

Sorduğumda 'Saklambaç oynuyoruz' diyordu.

Bir gün büyük kızıma 'Abla, Fırat beni rahatsız ediyor. Dayanamıyorum. bugün ondan kaçıp eve geldim. Bir daha dışarı yalnız çıkmayacağım' demiş. 

Büyük kızım söyleyince küçük kızımı konuşturdum ve çılgına döndüm.

Kızım, Fırat'ın aynısını komşunun kızına da yaptığını söyledi.

Komşuya koştum; birlikte karakola gidip şikayetçi olduk. Polis 'Adamın ceza alacağını sanmam' dedi. Diğer polisler 'Bir de aile içinde tacize uğrayan çocuklar var. Amcası, dayısı... Ya öyle olsa ne yapacaktın?' diye sordular.

Popüler İçerikler

Teğmen Ebru Eroğlu İle İlgili Skandal Karar: Küfür ve Taciz İfade Özgürlüğü Sayıldı
Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı
İki Torunlu Mücevher Kralı 30 Yıllık Eşinden Genç Sevgilisi İçin Tek Celsede Boşandı