Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan daha partisinin iktidara geldiği 2002 yılında yüksek faizlere savaş açarken, genel kabul gören iktisat teorisine karşı kendi argümanlarını geliştirdi. İktisat teorisinin aksine yüksek faizin yüksek enflasyona neden olduğuna inanan Erdoğan bu görüşünün bir sonucu olarak faizleri yeterince indirmediği gerekçesiyle Merkez Bankası başkanları ile sık sık tartışma yaşadı.

Faiz sistemi acımasızdır, sömürgeciliğin en büyük silahıdır” diyen, siyasi rakiplerini faizleri yükseltmeye çalışan “faiz lobisi” olmakla suçlayan, faizsiz bankacılığın yani katılım bankacılığının güçlenmesi gerektiğini söyleyen ve iktisat teorisine başkaldıran Erdoğan görüşlerini uygulamaya geçirmek için tam da aradığı ismi bulmuş olabilir: Murat Çetinkaya.

Görev süresi dolan akademisyen Erdem Başçı’nın koltuğuna Türkiye’de ilk kez faizsiz bankacılık kökenli bir isim, Murat Çetinkaya atandı. 40 yaşındaki Çetinkaya daha önce Albaraka Türk ve Kuveyt Türk gibi katılım bankalarında çalışmış, dört yıl önce de başkan yardımcısı olarak Merkez Bankası’na atanmıştı.

Ensar Vakfı ile ilişkiler evlerdeki çocuk istismarı ortaya çıkıncaya kadar Türk siyasetinde üslup sorunu yoktu. Herkes beyefendi, latif ve içliydi. Mikrofonlardan tüm ülke sathına nezaket yayılıyordu. Ne zamanki Karaman’da çocuk istismarı ortaya çıktı, ana muhalefet lideri birdenbire ağzını bozdu (!) O gün bugündür memleket huzurdan nasibini alamamaktadır.

Neyse ki iktidar medyası, gerçeklikle bağını hanidir koparmış durumda da resmetmeye çalıştığım bu masala pek kanan olmuyor.

Ama medyası değilse bile iktidarın kendisi meseleye önce böyle baktı. Birkaç gün konuşulur sonra unutulur. Nasılsa “ güç bizde ”; töhmet, rencide, menfur kelimelerini ne kadar sık kullanırsak, olayın üstü o kadar örtülür diye düşündüler. Gülünç dahi olmayı başaramayan bıktırıcı sözcükleri konuşmalarına bolca serpiştirerek suçlarını bastırmayı denediler.

Geçen ay ara verilen Suriye barış görüşmelerinin bugün Cenevre’de yeniden başlayacak olması, en azından diplomasi sürecinin devam etmekte olduğunu gösteriyor.

Olayın sevindirici yanı bu. Tabii bu görüşmelerden bir sonuç çıkar mı sorusunu yanıtlamak için vakit henüz çok erken.

Cenevre görüşmelerinin devam etmesi, Suriye’de “çatışmasızlık” yani ateşkes mutabakatının yürürlükte kalmasına bağlı. Zaten 28 Şubat’ta ateşkes ilan edilmeseydi, Cenevre süreci başlayamazdı.

Ne var ki Suriye’de “çatışmasızlık” durumu hem var, hem yok.

“Terörist gruplar” diye adlandırılan IŞİD ve El Nusra gibi örgütler ateşkes anlaşmasının kapsamı dışında tutuluyor. Yani anlaşmaya göre, Suriye Ordusu ile muhalif güçler (Özgür Suriye Ordusu gibi) silahları susturacak, bu arada aç biilaç kalan sivil halka dışarıdan insanı yardımların ulaşmasına izin verilecek... Terörist gruplara gelince, bunlara karşı atış serbest!

Geçen Perşembe, Erzurum’da Çifte Minareli Medrese’nin 4,5 yıldır süren restorasyonunun tamamlanmakta olduğuna dair haber, bu kabil haberlere her zaman eşlik eden bir pürüz içeriyordu: kar ve yağmur sularının tahliyesi için tarihî Medrese’nin duvarlarına döşenen borular, “aslına uygun”luğu bozuyordu ve feci sakil duruyordu. Yetkililer, açıklama yapacaklarmıştı.

Memlekette restorasyon skandalları, özel muhabir istihdamına elverecek bir istikrar arzediyor. Geçtiğimiz Ağustos ayında Cumhuriyet gazetesi, son birkaç yılın fecaatlarından bir seçki yapmıştı. Eskişehir-Seyitgazi’deki Selçuklu eseri Seyyid Battal Gazi Külliyesi’nin mermer sütunlarının yerine betondan sütunlar yapılmış, içine Amerikan tarzı mutfak yerleştirilmişti mesela. Üsküdar’da Atik Valide Külliyesi’nin şifahanesinin iç bahçesine bakan revakların önü tamamen camla kapatılıp çıkışlara otomatik kapılar konmuştu. Fındıklı’daki Mimar Sinan eseri camiinin önü cam kaplanıp sekizgen yapısı bozulmuş, daha çok bir rezidans ya da AVM’ye benzer hale gelmişti. İznik Ayasofya Orhan Camii’ne tuhaf motifli bir buzlu cam kapı ‘takılmış’, binanın tüm açıklıkları da camla kapatılmıştı.

“Milli topluluktan” bir vatandaş, 12 yaşındaki Nihat Kazanhan’ı başından vurup öldüren polisin tutuksuz yargılanması, kahraman ilan edilmesi ve “onore” edilmesi talebiyle Cumhurbaşkanlığı Halkla İlişkiler Başkanlığı’na başvuruda bulunmuş.

Tahmininiz üzerine bu talep herkesin gündelik hayatında irili ufaklı zulüm failliğini çıkar birliği içinde üstlendiği “toplumsal varlığımızı” kesinlikle rencide edememişti.

Oysa Yeni Rejim ideolojisini içselleştirmiş yani doğrudan “devlet-millet hissiyatını” dile getiren bu talep, çocukların canını, gerçeği ve adaleti sildiğimiz, haklı ve haksız ayrımı beklemeyen, total bir zihnin pasif nesneleri halinde, insan olma yetisini tüketmiş “geleceğimizi” haberdar ediyordu.

Kahramanlık mitolojisi için çekirdek çitleyen görev arkadaşlarının yanında uzakta duran 40 kiloluk Nihat’ı vurmak yeterliydi.

MHP’de kongre sancısı yaşanıyor. Neler söylenebilir?

  • Bahçeli fazla heyecanlandı öncelikle. Genel Başkan’ın değiştirilmesi ihtimaline adeta bir “Başbuğ yenilenmesi” anlamı yükledi ve “Bizim gibi bir yapıda bu nasıl olabilir?” duygusuyla hareket etti. Lidere ihanet gibi algıladı. Oysa tabii seyrine bıraksa ve her partide olabilecek bir olağanüstü kongre gibi baksaydı, rakiplere karşı kendi duruşunu savunsaydı bu, kayyım - mahkeme gerilimi olmayacaktı. Değişirse de değişecekti. Zaten 19 yıldır partinin başında bulunmaktaydı, partide bir yenilenme yolunu açması neden yadırganmalıydı? Şimdi her şeye bir komplo teorisi eşlik etmeye başladı.

  • Bahçeli’nin yaşadığı komplo teorisi duygularının, medyada Ak Parti ve Başkanlık sistemi ile alakalandırılması da siyasetin yaşadığı garipliğin bir başka yansıması. “Meclis’te başkanlık getirecek bir anayasa oylaması için Ak Parti’nin ihtiyaç duyduğu 14 oy, MHP’nin hangi halinde sağlanabilir?” gibi bir soru acayip bir sorudur gerçekten. Oysa “Bahçeli’nin başında bulunduğu bir MHP’den 14 oy daha iyi çıkar” gibi bir kanaat parti bünyesinde Bahçeli’yi daha çok zora sokmaz mı?

New York Basın Birliği'nin düzenlediği konferansa (8 Nisan 2016) katılan Savcı Preet Bharara, uzun uzun Türkiye'den söz etti. Twitter'da 8 bin olan takipçi sayısının, Rıza Sarraf'ın tutuklandığı gün bir anda 200 bin arttığını söyledi. Bunun sebebini de, Türkiye'deki adalet açlığı ve basın üzerindeki baskılar olarak açıkladı. Bir de Star'ın kendisi hakkındaki yalan haberine temas etti: “Güya bu davayı açmam için, Türkiye'deki hükümeti devirmeye çalışan bir takım kişiler beni 2.5 milyon dolara satın almışlar! ABD Başsavcısı olarak görev yaptığım süre zarfında hakkımda birçok saçma şey yazıldı, fakat burada, hepinizin huzurunda teyit edebilirim ki, içlerinde en aptalcası buydu.”

Rıza Sarraf sayesinde, Türkiye adaletinin ve basınının durumunu Amerikan aydınlarının daha yakından görmesi ve izlemesi sağlandı. Bundan memnuniyet duymalıyız. Sadece yargı bağımsızlığının ve basın hürriyetinin mevcut olmadığı değil, aynı zamanda, saçma sapan komplo teorileriyle insanların nasıl karalanıp, susturulmaya çalışıldığı da anlaşıldı.

Atılması gereken başlık şu: “İD –veya DAİŞ-IŞİD, hangisini beğenirseniz– Kilis’e roket attı.” Fakat biz böyle demiyoruz, “düştü” diyoruz. Niye?

Önce haber kuruluşları ardarda duyurmaya başladılar:

“Kilis’e yine roketler düştü”

“Kilis’e üç roket düştü”

“Kilis’e düşen dört roket korku yarattı”

Sonra yerel kaynaklardan ayrıntılar gelmeye başladı:

“Roketler düştü, üç yaralı var”

“Düşen roketler sonucu yaralananların sayısı on iki”

Aldı beni bir düşünce: Nereden düşüyordu bu roketler? Nereden nereye giderken tam Kilis’in üzerinde birden düşecekleri tutuyordu? “Düştüklerine” göre, oraya “atılmış” olamazlardı.

Pazar günü Vodafone Arena açılışı kutlandı.

Konuşmalar yapıldı; Cumhurbaşkanı, Başbakan sahaya inip neşeyle futbol oynadılar.

Güzel.

Suudi Arabistan Kralı Selman geldi.

Dün marşlar çalındı, Kral’a devlet nişanı verildi. Bakanların, Genelkurmay Başkanı’nın, valinin, herkesin katılımıyla Kral’ın şerefine şık bir öğle yemeği verildi.

Pekâlâ.

Terör hayatımızı aksatamaz, teröre inat hayatı durdurmuyoruz, teröre inat Beyoğlu’ndayız” filan deniyor.

Eyvallah.

E arkadaş 23 Nisan törenlerini iptal etmeyi niye konuşuyorsunuz o zaman?

Düğüne gittiniz, İslam’a uygun

nasıl oynanır?…

Anadolu lisesi müdür yardımcısı

el ele tutuşarak oynamanın “zina” olduğunu açıkladığına göre, siz oynadığınızı zannedersiniz, o arada “zina” olmuştur…

Bir defa daha kemancı “gıy” der demez oturduğun yerde kalçan oynuyor… Kafanı da kalçana uygun salladın mı, bu “zina günahına niyet” manasınadır…

Ritim düm-tek derken…

Piste doğru giderken, cehennem ateşine atıyorsun kendini…

Yani bizler düğünlerde

“zina” yaparız…

Popüler İçerikler

Beklenen Gün Geldi: Birbirinden Ünlü İsimler Saygı1 Formatının İkinci Konuğu Sertab Erener İçin Sahneye Çıktı!
İş Kadını Olan Eski Eşinden Aldığı Nafakayla Düğün Yapan Damat, Düğünden Sonra Nafaka İstemeye Devam Etti
Meteoroloji 49 Kente Fırtına Uyarısı Verince Hava Forum 58 Kilo ve Altında Olanları Tiye Aldı