Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Bizim siyaset erbabının dili kabalıktan pespayeliğe, nefretten vahşete doğru hızla ilerliyor. Halk, içinden “Hop, beyler! Aile var” diye geçirse bile, dışarıya karşı suskun. Daha doğrusu öteki mahallenin kabadayısına celalleniyor da kendi mahallesindekinin sözlerini edimlerini duymazdan, görmezden geliyor.

Günlerdir, memleketin ve siyasetin en önemli meselesi haline getirilen “önüne yatma” küfürleşmesi, bütün tarafları rezil ederek, cinsel sapıklık ithamlarıyla sürüyor. Ne var ki onlar bunu siyasî mücadele, iktidar dili veya muhalefet yapmak sanıyorlar. Ve bu utanç verici söz düellosu sürerken,  yüzlerle insanımız “şehit” olarak “etkisiz hale getirilerek”, ya da savaşın ortasında kim vurduya giderek ölüyor.

Anadolu Ajansı, Karaman'da Ensar Vakfı'nın evinde çocuklara tecavüz eden cinsi sapığı, ta 1999 yılında tanıyan bir adamı bulmuş ve onunla röportaj yapmış.

*

Niye Ensar Vakfı’nın Karaman şube başkanıyla yapmamış, niye mağdur çocukların aileleriyle yapmamış, niye Karaman ahalisiyle yapmamış, niye Karaman Valisi ile yapmamış, niye Karaman Emniyet Müdürü ile yapmamış?

Tahmin edebiliyorum.

*

Neyse...

Karaman’daki cinsi sapığı 1999’da tanıdığını söyleyen Anadolu Ajansı’nın tanığı,cinsi sapık hakkında şunları söylemiş:

- Kendisini ilk gördüğümde “Bu adam sapığa benziyor” demiştim. 

- Hiç tanımıyorum fakat öyle demiştim.

Yaklaşık 50 milyon kişinin kimlik bilgilerinin ev adresleri ile birlikte internete sızması Türkiye’de kişisel verilerin “nasıl korunduğunu” tartışmaya açtı. Aslında bu yeni bir tartışma değil, daha önceki yıllarda da da gündeme geldi ama biz yine günlerce kimlik bilgilerinin ifşa edilmesi üzerine ‘bireyler kendilerini korumak için ne yapmalı?’ diye konuştuk, konuşuyoruz. Siyasiler ve kurumlararası karşılıklı suçlamalar ve polemikler sürerken de hedefteki kurum YSK, internette dolaşan bilgilerin 2008 tarihinde siyasi partilerle paylaşılan veri tabanıyla uyuştuğunu açıkladı. Açıkçası ihale siyasi partilere kaldı! Bu gelişmeler üzerine de Adalet Bakanı’nın “bundan sonra seçimlere girerken YSK’nın açıklayacağı bilgileri sınırlandırmayı düşünüyoruz. YSK, bundan sonraki seçimlerde vatandaşların bilgilerini partilerle paylaşmayacak” sözlerini sorgulamaya başladık.

Bir avuç insan, aylardır feveran içinde çalmadık kapı bırakmadı. Asker, polis, sivil… gencecik çocukların ölümünü engellemek için siyasi parti liderlerinin kapısında adeta kamp kurdular.

Bir taraftan siyasi parti liderlerini ziyaret edip “Acaba bu ölümleri durduracak bir şeyler yapabilir miyiz” arayışlarını sürdürüyorlar. Diğer taraftan da yaşanan yıkımlardan, felaketlerden zarar gören insanlara kol kanat germeye çalışıyorlar.

Bir haber geliyor: Aileleri Sur’da, Silopi’de, Cizre’de, Nusaybin’de… sokağa çıkma yasağı uygulanan ilçelerde olan, fakat farklı illerde okuyan öğrenciler var. Sokağa çıkma yasağı nedeniyle ailelerinden maddi destek alamayan bu öğrenciler büyük sıkıntı çekiyor. Yardım edilmezse okullarını bırakmak zorunda kalacaklar.

Alevi ve Sünni 16 köyün sakinleri Maraş’ta Suriyeliler için yapılacak konteyner kente, doğuracağı sosyal gerginlik yüzünden karşı çıkıyor. Hükümetten gelen son sinyalse “Devlet yatırım yaptı, geri dönüş yok”. Asıl mesele Alevi-Sünni ekseninde. Maraş Yaşam Platformu sözcüsü Salman Akdeniz, 25 bin Alevi nüfusun ortasına 25 bin Suriyeliyi getirmekte kasıt buluyor.

Gökyüzüne üç ateşin isi yükseliyor. “Akreplerin”, “Kirpilerin” arkasında bir grup jandarma ateş başında. Kahramanmaraş’ın ovaya açılan ağzında Suriyeli sığınmacılar için kurulacak konteyner-kentin inşaatını koruyorlar. Aşağı Terolar köyünden Hasan’ın “Gençliğimizin geçtiği, hayvanlarımızın beslendiği yerdi” dediği tepe gün içinde onlarca iş makinesiyle dümdüz ediliyor.

Birkaç yüz metre ileride cemevinin yanına ateş yakılmış. Maraş Yaşam Platformu pankartı altında kamp oraya yapılmasın diye nöbet tutuluyor.

Yaklaşık çeyrek asırdır tutuklu yargılanan İlhan Çomak'ın bir sonraki duruşması 12 Nisan 2016 tarihinde, saat 13:30’da Çağlayan Adliyesi 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.

Umutsuzluk sessizdir…

Beşiktaş’taki Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin yüksek güvenlikli bahçesine yanaşan, küçük demir parmaklıklı penceresinden zafer işaretleri yapılan parmakların belli belirsiz seçildiği  mavi ring aracının kapısı açıldı... İçerisinden jandarma eşliğinde üzerinde kot pantolonu ve kırmızı balıkçı yaka kazağı ve gülümseyen yüzüyle çıkartılan Mısır Çarşısı davasından yargılanan sosyolog Pınar Selek indi.

Bahçe; Selek’in yakınları, avukatları, araştırma yaptığı sokak çocukları ile yığınla polis ve basın mensubuyla doluydu.

Cumartesi günü yazdığımız “Çok heyecanlı bir yüzyıl” makalesinden devamla… 

İslam’ın küresel anlamda bir organizasyon olma potansiyeli olarak rakip/hedef seçildiğini ifade etmiş, bunun için Türkiye gibi ülkelerde Gülen üzerinden “İyi”, işte DAEŞ gibi örnekler üzerinden de “kötü” İslam zıtlığı yaratılarak onun fethedilmesi projesinin hayata geçirildiğini ifade etmiştik. 

Bu yöntem yeni değil. Yeni araçlar devrede ama aydınlanma ve modernite sürecinde bunu Batı Hıristiyanlığı üzerinde başarıyla uyguladılar. Osmanlı ise 20. yüzyılın başında yıkıldı. Yerine Batılı paradigmaya uygun bir ülke kuruldu. 

İkinci formatı da Gülen üzerinden Türkiye merkezli olarak 170 küsur ülkede atacaklardı. 

Peki bu yüzyılda bizi neler bekliyor? 

Öncellikle İslam’ın ehlileştirilmesi gerekiyor ki, bunun karşısındaki en büyük engellerden birisi Recep Tayyip Erdoğan

Reza Zarrab tutuklandığından beri Ankara’da en çok sorulan soru bu:

AKP hükümeti, ABD’ye taviz verip, Zarrab davasının etkisinden kurtulur mu?”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Washington ziyaretinin ardından bu soru çok daha yüksek sesle dillendirilir oldu.

Ancak böyle bir durum pek mümkün değil. Pek çok nedeni var…

İlk neden; ABD ile Türkiye’nin ikisi de “demokratik rejim” olarak geçmesine rağmen her iki ülkede yargı ile yönetim arasındaki dinamikler birbirinden çok farklı.

Özellikle AKP’nin iktidarını tüm ülkede pekiştirmesinin ardından fiilen Türkiye’de yönetim ile yargı arasında bir “ast-üst” ilişkisi kuruldu; AKP’nin hoşuna gitmeyecek kararlar, artık ne alt kademe, ne de üst kademe yargıdan pek çıkmıyor. Arada bir verilen rahatsız edici kararlar ise müthiş bir sosyal medya çalışması ile neredeyse “yok hükmünde” durumuna getiriliyor.

İsrail karşısında 1967’de yenilen Mısır, işgal edilen Sanafir ile Tiran adalarının kendisinin değil Suudilerin olduğunu söylemiş, Suudiler ise “Hayır bizim değil Mısır’ın” demişlerdi.

Suudi Arabistan ile darbeci Devlet Başkanı Abdülfettah Sisi ‘nin Mısır’ı arasındaki flört birbirinden ilginç jestlerle sürüyor. Suudilerin, İran’ın siyaset ve ekonomi dünyasına dönüşünden sonra zaman zaman gerginlikler yaşadığı Mısır’a iyice yaklaşması gözden kaçacak gibi değil. Birkaç hafta önce Suudiler, Mısır’a “yardım” adı altında milyarlarca dolar da verdiler.

Şimdiki ise Mısır’ın jesti sayılabilir. Ama gerçekten tuhaf bir jest bu. Mısır koruyamayacağı için Suudi Arabistan’ın kendisine “emaneten” verdiği iki adayı, Sanafir ve Tiran’ı 66 yıl sonra adı geçen ülkeye geri verdi.

İranlı Reza Zarrap, kara para aklama, Amerikan yasalarını çiğnemek ve dolandırıcılık gibi suçlardan tutuklu bulunuyor. Manhattan'da adalet ile karşı karşıya gelecek ve karanlık bir dönemin hesabını verecek.

Amerika'ya giderken kullandığı pasaporta göre Rıza Sarraf veya Reza Zarrab soruşturmasının Türkiye'deki yolsuzluk operasyonuyla ilgisi olmadığını açıklamış Savcı Bharara. Doğrudur, Türkiye'de 17 Aralık Skandalı olarak patlak veren soruşturma, Rıza Sarraf'ın Amerika'da tutuklanmasına yol açan eylemleri gerçekleştirmesi için Türkiye'de bakanlara verdiği iddia edilen rüşvetle ilgiliydi.

Evet, altın ticareti veya kaçakçılığı konuları da gündemdeydi ama asıl mesele, bir milyon liralık kol saati, Rıza'nın ‘‘önüne yatmalar'' ve çikolata kutularıydı. Amerika'daki dava ise doğrudan Rıza'nın Türkiye üzerinden İran'a uygulanan ambargoyu delmesiyle ilgili olacak.

Popüler İçerikler

Arkeolog Muazzez İlmiye Çığ 110 Yaşında Yaşamını Yitirdi
İki Torunlu Mücevher Kralı 30 Yıllık Eşinden Genç Sevgilisi İçin Tek Celsede Boşandı
Zoru Başardık: Karadağ'a Üç Puan Hediye Eden Milli Takım'a Gelen Tepkiler