Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

- Kavga etmeyeyim diyorum ama hep üste çıkmak istiyor. 

- Olsun, alttan al biraz.  

 “Önüne yatmak” müstehcense, “alttan almak” pornodur. Sen niyeti bozduysan, “diz çöktürmek” bile kama sutra pozisyonudur.  

 Arkayı sağlama almak Dibine vurmak Baldırı çıplak Başı dik durmak Başkaldırmak Takım taklavat Göğüs germek Dudak ısırtmak Dudak tiryakisi olmak Zevkten dört köşe olmak Nereye çekersen oraya gider… “Dilini yutmak” var mesela, Fransız öpücüğü yaparken dikkatli olmak lazım. Veya, çok seviyorum “içime sokasım geliyor” filan… Tövbe tövbe. 

“Önüne yatmak” ahlaksız bir deyimse, dünyanın en elastiki lisanı Türkçeyle ahlaklı cümle kurabilmek mümkün değildir.

Siyaset dilimize “önüne yatma” kavramının AKP kadrolarınca sokulmuş olması gerçeği bir yana.. “Önüne yatma” kavramının yaşamın hangi alanına yönelik olursa olsun olumlu anlamda kullanılmasının sözlük karşılığı; “Kişi ya da kurumu olumsuz hareketten korumak” ya da tam tersi olumsuz anlamda; kişi ya da kurumun suçlu, ayıplı olması hallerinde ise “yetkin, kamu gücünü elinde bulunduranın suçlu ya da kamuya zarar veren kurumu suç işleyerek haksız yere kollaması..” olduğuna göre.. 

Nasıl oluyor da ya da neden, niçin?.. AKP, İktidar kadroları Cumhurbaşkanı içinde olmak üzere, tam kadro, ellerine geçirmiş oldukları medya gücü, iktidar gücü silahlarının tümünü kullanarak, Kılıçdaroğlu’nun konuşması üzerinden, liderliğini, CHP’yi hedef alan büyük bir saldırı atağına geçtiler.. 

Sapkınlık, ister siyaset, isterse yaşamın akla gelebilecek herhangi bir alanında insan olamamakta.. Sapkınlık tartışmanın gündemi, odağında yaşanan travmada..

Erdoğan da Evren gibi mi?.. Yoksa Hitler gibi mi?.. Veyahut: İkisiyle de ortak yanları mı var?.. Bu sorularıma, Erdoğan’ın vatandaşlıktan da çıkaracağız sözü neden oldu. Önce Evren, sonra Hitler aklıma takıldı. 12 Eylül darbe dönemindeki yasal bir düzenlemeyle aralarında Yılmaz Güney ve Cem Karaca’nın da bulunduğu 14 bin kişi vatandaşlıktan atılmıştı. 

1983’te vatandaşlığını yitiren Yılmaz Güney bir yıl sonra Fransa’da ölmüştü. Cem Karaca, Başbakan Özal’la görüştükten sonra özel bir izinle 1987’de Türkiye’ye dönmüştü. 2009 yılında ise Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde yeni bir Türk Vatandaşlığı Yasası çıkarıldı. 

Erdoğan, Almanya’ya 2011’de yaptığı ziyaret sırasında, 12 Eylül’de yurtdışına kaçmak zorunda kalan aydınlara, yazarlara, “İfade özgürlüğünün önündeki engeller sebebiyle Avrupa’ya göç eden sanatçı ve yazarlarımızı ülkelerine dönmeye davet ediyoruz” diye seslenmişti.

“Ha özel hastane zinciri patronunu Sağlık Bakanı yapmışsın, ha genelev patronunu aile bakanı”: BirGün’de de birkaç defa yazmıştım; ama yıllardır hep tekrarladığım bir söz bu.

Bayağı bir iyimsermişim; daha doğrusu, muhayyile düzeyinde bile yasallık sınırlarını aşamamışım. Genelev ne kaçak ne de yasak bir işletmedir. Oysa, bu ensarî yurtlar, kaçak bile değil, doğrudan doğruya yasaktır.

Vergisini de verir, genelev patronu; hatta vergi şampiyonu da olur; hem de yıllar boyu; fuhuşu falan değil, doğrudan doğruya çocuk istismar ve tecavüzünü vergi muafiyetinden de yararlanarak örgütleyen alçak hırsızların tersine.

Bu vakıf ve cemaat kuruluşlarının önüne yatan, tabiî ki Erdoğan rejiminin elemanları; ancak yürütme ve yargı düzeyinde; bunlar da aslında bu rejimin önüne yatıcıları, ideoloji ve halkla ilişkiler bağlamında: Her türlü pisliği görülmez/hoş görülür kılmaya yönelik algı paravanası. Kısacası, sembiyoz (karşılıklı olarak birbirini besleme) hâlinde iki şebeke.

MHP hakkında Ankara 12. Sulh Hukuk Mahkemesi 543 delege tarafından yapılan olağanüstü kurultay talebini uygun buldu. MHP yönetimi bunu Yargıtay’a götürecek...   

Bu konuda bence önemli olan bir partinin mahkemeye düşmeden parti içi demokrasi mekanizmalarıyla niye kendi sorununu çözemediğidir.   Özünde benzer olan diğer konu, Merkez Bankası Başkanlığı...   

Sayın Erdem Başçı görev süresini tamamladı, yerine kim gelecek?   Bu konuda bence önemli olan Merkez Bankası’nın bağımsızlığını ve kurumsal geleneklerini önceki başkanlar ve Erdem Başçı kadar koruyacak bir ismin mi, yoksa siyasi iradeyle “uyumlu” birinin mi atanacağıdır.   HSYK’nın “yürütmeyle uyumlu” olması gibi.    KURALSIZ SİYASET!   Temeldeki mesele ülke yönetiminde siyasi gücün, partilerde “lider”in ne ölçüde kurallara uyacağıdır.   AK Parti’nin tüzüğünde ‘aday tespitinde önseçimlere öncelik verileceği’ kuralı vardır ama hiç uygulanmadı...

Sorunlarının çözümünün büyük ölçüde değişmeye ve yenilenmeye bağlı olduğunu biliyor. Oysa partiler arası simgesel atışmalar, hakim parti içi siyaset tartışmaları ve manevralarıyla Türkiye yapılacaklardan, yapılması gerekenlerden çok iktidar kavgalarıyla iştigal ediyor. 

Çünkü ataerkil bir zihniyetin, merkeziyetçi bir siyasi yapının egemen olduğu bir düzende, 'fikir' ve 'çıkar' arasındaki ölümcül çelişki pek kolay aşılamıyor. Çıkarın, fikri araç haline getirmesinin önünde durulamıyor. Ve güç merkezlerinin fikir ittifaklarından değil, çıkar ittifaklarından oluşması kaçınılmaz oluyor. Sadakat arayışı liyakat fikrini bunun için ezmektedir. Bugün bizi kuşatan zihniyet ve yapı hâlâ bu kavruk zihniyet ve yapıdır. 

Belki de bunun içindir ki, Türkiye'de çok partili düzen, gerçek anlamda çoğulcu bir yapıyı gündeme getirememiş, bu nemaları yeni beliren gruplara dağıtan aracıların sayısının artmasından, çoklaşmasından ibaret olmuştur.

Denizcilik Okulu'nda son sözlü sınavına giren kaptan adayı gence, sınav heyetinin başkanı 'Geminin dümenindeyken bir fırtına patlasa ne yaparsın' diye sormuş. Kaptan adayı hemen 'Demir atarım efendim' diye cevaplamış soruyu. Heyet başkanı 'Bir fırtına daha patlasa ne yaparsın' deyince de 'Bir demir daha atarım' demiş delikanlı. 

Sınav heyeti başkanı 'Peki bir fırtına daha çıksa ne yaparsın' deyince kaptan adayı sinirlenmiş, 'Denizlerdeki bütün fırtınaların benim gemimi hedef almaları mı gerekiyor' demiş.  Empati denemesi  Şu anda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yerine koyun kendinizi. Ülkenizi ve halkınızı refaha kavuşturmak vaadiyle iktidar olmuşsunuz. 

Önce Başbakan sonra da Cumhurbaşkanı olarak yönetiminde bulunduğunuz ülkenizi, devir aldığınız dönemin çok ilerisindeki bir düzeye taşımışsınız. Ülkenizin alt ve üst yapısı yenilenmiş.  Önemli adımlar  Avrupa Birliği'ne tam üyelik için başvurduktan sonra gerekli uyum çalışmalarını gerçekleştirmişsiniz.

Şöyle demedim: - Bravo Kemal Kılıçdaroğlu! Tam isabet! Süpersin... Ne de güzel dedin öyle. 

- Sözlerinde hiç sorun yok. Sen bakma tepkilere! Aynen devam!  

Şöyle de demedim:   

- Vay siyasi sapık vay! “Önüne yatmak” derken cinsel imalarda bulundun! - Bu ne edepsizliktir! Bu ne ahlaksızlıktır! Yuh sana!   

Dediğim şunlardı:   

- Kılıçdaroğlu, tacizci bir maksat taşımıyordu, Muammer Güler’in sözüne gönderme yapıyordu ama durumun böyle olması... Onu temize çıkarmaz. 

- Kılıçdaroğlu özensiz, düşüncesiz, dikkatsiz ve sorumsuz davranmış, bir kadın siyasetçiye söylendiğinde yanlış anlaşılabilecek sözler söylemiştir.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass, gazetecilerle yaptığı görüşmede özetle şunları söylüyor: - ABD, Türk hükümetinin vatandaşlarını terörist saldırılara karşı koruma hakkını savunmaktadır. 

- PKK’nın şiddet kampanyasına son vermesi ve silahları bırakması çağrısında bulunuyorum. - Bundan sonra görüşmelere başlanabilir. Büyükelçi PKK’nın terör örgütü olduğunu, Türk ordusunun bu örgütle silahlı mücadeleye girişmekte haklı olduğunu, PKK’nın silah bırakması gerektiğini vs. söylerken bizim TTB gibi sivil toplum örgütleri veya kimi CHP sözcülerinin ve aydınların önüne geçmiş. Çünkü onlar PKK ve terör sözlerini ağızlarına alamıyorlar. 

Ancak büyükelçilerin söyledikleri yeterli mi? Sorumuza Onur Öymen şu yanıtı veriyor: - PKK’nın şiddete son vermesini istemek yeterli değildir. Bence Türkiye’nin müttefiki olan ülkelerden beklenen PKK’ya kayıtsız şartsız teröre son vermesi ve PKK mensuplarının Türk adaletine teslim olması için çağrıda bulunmaktır.

Türkiye'nin son 90 yıllık tarihinde eşi benzeri görülmeyen siyasi ve sosyal kargaşa sürecinin trajedi safhasına geçilmekte olduğunu söyleyebiliriz.

Mevcut gidişatla hemfikir olmayan muhalefetin -rengi ne olursa olsun- topyekun tasfiyesini beraberinde getirme olasılığını gitgide güçlendiren bu süreçte şu anda, iktidar ve etrafında farklı saikler, beklentiler, menfaatler ve korkular üzerinden kümelenmiş statüko yanlılarının içinde mezhepçi İslamcılık ve militarizmin bol sosuyla beslenmiş 'yerli-milli' bir faşizm düzenine doğru hep beraber dört nala koşusunu izliyoruz.

Dizginler -eğer hâlâ tutan varsa- kimin elinde, artık belli değil.

Popüler İçerikler

Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman
Önce Meydan Okuyup Sonra R Yapmıştı: Murat Övüç "Bülentinkiler Sahte" Dediği Diva'nın Eteklerine Kapandı!
Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
YORUMLAR

Mehmet Barlas yine yalamış yutmuş.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ