Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacının olduğu, darbe anayasasının siyasi ve toplumsal krizlere yol açtığı, yapılan değişikliklerin anayasayı yamalı bohçaya çevirdiği, maddeler değişse de anayasanın ruhunun “darbeci” olduğu ifadelerine hepimiz fazlasıyla aşinayız.

1980’li yılların ikinci yarısından bu yana siyasetçilerin, sivil toplumun anayasaya yönelik ortaklaşan eleştirileri bunlar.

Bu eleştiriler, özellikle geçtiğimiz parlamento döneminde dört partili bir anayasa masası kurulmasına ve aylarca süren çalışmalar yürütülmesine altyapı hazırladı.

Ancak toplumsal beklenti ve iyi niyet partilerin kırmızı çizgilerinin bir noktada yumuşamasına yetmedi.

Ama yine olmadı.

YANLIŞ hatırlamıyorsam Amerika'daki meşhur Watergate skandalı ile ilgili bir filmdi, birisi bilgilerin gazetecilere sızmakta olduğunu söyleyince toplantıyı yöneten yetkili, 'Tarihte en son böyle bir sızıntı olduğunda Nuh Peygamber gemisini inşa etmişti' cevabını veriyordu.

Bugünlerde Panama’daki bir hukuk bürosundan sızan inanılmaz büyüklükteki dosyalar ve onların açıklanmasının yarattığı bir skandalı konuşuyor bütün dünya.

Dünya onu konuşuyor olsun, biz de burada belki etkileri itibarıyla Panama sızıntısını hiç aratmayacak büyüklükte bir skandalın içinde yaşıyoruz zaten.

Hem de yıllardır.

Bizim, 49 milyondan fazla vatandaşımızın her türlü kimlik bilgisi çalındı. Bu yetmezmiş gibi şimdi çalınan bilgiler bir de internete yüklendi.

“… Arada kalmış bir garip değil miyim; ne ölüyüm ne de diri.” Antigone, Sophokles. Çev: Anne Carson

Orada büyükçe bir kara kartal heykeli var. Heykel “pazar” ya da “çarşı” olarak adlandırılan yerin tam ortasında. İstanbul’u, ihtişamına tanıklık etmek için ziyaret ettiyseniz, bu çarşıyı muhtemelen görmemişsinizdir.

Beşiktaş’taki bu çarşı, sıradan insanların uğradığı sıradan bir yer. Eğer etrafınızda konuşulan Türkçeyi anlayamıyorsanız, pazar size tam bir saçmalık gibi gelir. Ama eğer ülke geçmişinin alfabesine hâkimseniz, bu çarşı, hapishaneden gelen bir mektup ya da Orta Çağ’dan kalma bir yazıya dönüşür; söyleyecek sözü çok ama kâğıdı kısıtlı.

Çarşılar zamandan ya da bulunduğu ülkeden bağımsız olarak barışın daima hüküm sürdüğü yerlerdir. İnsanlığın acımasız tarihindeki en çetin savaş zamanlarında bile çarşılar bir mola yeri olmaya devam eder.

Ne var ki, kara kartal heykeliyle Beşiktaş Çarşı farklıdır.

Erdoğan rejiminin PKK’ya karşı 2015’in Temmuz ayında başlattığı savaşın Kürt çoğunluklu Güneydoğu kentlerinde yol açtığı yıkım ve ölüm tablosu giderek ağırlaşır ve çatışma Türkiye’nin batısına da sıçrama eğilimi taşırken, umumi manzara bir çıkmazı işaret ediyor: Öngörülebilir bir gelecekte ne PKK’nın askeri yoldan tasfiyesi ne de bu örgütle müzakere edilmiş bir ateşkese varılması mümkün görünüyor.

Bu çıkmaz içinde derinleşen ve yönetilmesi giderek zorlaşan bir kriz durumu söz konusu Türkiye’de... Dokuzuncu ayına giren savaşta güvenlik güçlerinin giderek artan zayiatı bu krizin bir boyutu. Bu yazının yazıldığı 3 Nisan’dan geriye doğru yedi gün içinde Güneydoğu’daki kent savaşlarında öldürülen asker ve polis güvenlik gücü mensubunun sayısı 21’di. Bunların çoğu, PKK’nın el yapımı patlayıcılarla tuzakladığı yol ve evlerde, bombalı araç saldırılarında ya da keskin nişancı ateşiyle öldürülmüşlerdi. Resmi açıklamalar dikkate alındığında savaşın başından bu yana kaydedilen zayiat toplamı 420’yi geçiyordu.

Dün Partisinin grup toplantısında konuşan Kemal Kılıçdaroğlu'nu dinlerken kulaklarıma inanamadım. Aynen şunları söyledi:

'Aileden sorumlu Bakan da zaten birilerinin önüne yatmış durumda, o da konuşmuyor!'

İnsan yazarken bile utanıyor ama bahsettiği Bakan, Sema Ramazanoğlu. Bir kadın.

Düşünebiliyor musunuz milyonlarca seçmenin umutları üzerinde oturan bir ana muhalefet lideri ilk kez bu denli yaygın şekilde gündeme geliyor; onda da konu, bir kadın siyasetçiye Cemaat'in küfür kalıplarıyla hakaret etmesi.

Bu saatten sonra Kılıçdaroğlu'nun ağzından çıkan her sözün, uzunca bir süre bu büyük ayıbının gölgesinde kalacağına şüphe yok. Üstelik sadece onun değil, onun bu tavrına sessiz kalan CHP yönetiminin de...

Daha önceki bir yazıda dile getirmek zorunda hissetmiştim, vasat çocukluğumdaki iki üç dindar semt anısını. Fatih’te başlayıp Eyüp-Rami civarında devam eden. İstanbul’un en dindar-muhafazakâr semtleri sayılır adını andıklarım.

Telaşa mahal yok, bu yazıda aynı şeylerden söz etmeyeceğim! Yine de bu sözcüklerle başlıyor oluşumun gerekçesi var tabii.

Sırasıyla:

Bugün, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu hakkında verilen gensoru önergesi TBMM’de, beklendiği gibi reddedildi. Gensorunun konusu, malum vakıf hakkında Bakan’ın yaptığı açıklamaydı. Şunları söylemişti: “Buna bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz. Biz Ensar Vakfı’nı da tanıyoruz, hizmetlerini de takdir ediyoruz, ama öteki taraftan bunu yapan kişi için de sıfır toleransla hukuki açıdan bütün takibimizi yapıyoruz.”

2000’li yılların başındayız, yüksek lisans tezimin araştırma kısmı için hazırladığım anketleri gazete çalışanlarına doldurtmam gerek. Akşam, Cumhuriyet, Sabah ve Vatan’dan kurumsal iznimi almışım. Elbette Hürriyet belirlediğim örneklem için önemli bir mecra. Orada İK müdürüne yönlendiriliyorum. Sonuç: Tez araştırmama “ajanlık” şüphesiyle izin verilmiyor. Örneklemin o kısmı eksik. Tesadüf o ki, tam o günlerde televizyonda Hürriyet’in “şeffaflık” temalı reklamları dönüyor. O zamanki Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök bir kız çocuğunu kapıda karşılılıyor, gazeteyi gezdiriyor vs. Bu şeffaflığı deneyimlemiş genç bir üniversite öğrencisi olarak televizyona doğru savuruyorum küfrü tabii ki. O zamanlar bir basın-yayın yüksek lisans öğrencisi olduğum için zaten Hürriyet’in ne olduğunu az çok biliyorum ama bu hızlandırılmış bir sektör turu oluyor benim için. Bu otobiyografik girişi, Hürriyet’le ilgili bir şeylere hala şaşırabilenler için yaptım. Lafı Abdülkadir Selvi’nin Hürriyet’e geçişinin yarattığı tepkilere getireceğim elbette. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda bu geçişin ne anlama geldiğinden söz açmak istiyorum.

Malumunuz Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu (ICIJ) Wikileaks ’in bugüne kadar yayımladığı belgelerin 1500 katı büyüklüğünde bir belge ifşaatı yaptı ve Panama'da kayıtlı bir hukuk firması olan Mossack Fonseca’nın 40 yılı aşkın süredir tuttuğu toplamda 11,5 milyon dokümanı dünya ile paylaştı.

Panama Belgeleri adı verilen bu dokümanlarda İzlanda, Pakistan, Suudi Arabistan, Ukrayna, Birleşik Arap Emirlikleri, Arjantin, İngiltere, Azerbaycan, Suriye ve Rusya’dan pek çok siyasetçinin adı geçiyordu. Hesaplar finansal hareketliliğin özellikle 1990’lı yılların sonunda arttığını ve 2005 yılında zirveye ulaştığını gösteriyordu. Belgelere göre örneğin sadece Rusya devlet başkanı Putin (ve çevresi) tarafından (ve sadece bu şirket aracılığıyla) yapılan para transferi 2 milyar doları geçmekteydi.

Bu rakamlar elbette buzdağının sadece görünen kısmı. Sadece bu firma ile iş yapan bazı ülkelerin verilerini önümüze seriyor. Üstelik bu şirket söz konusu ülkelerin iş yaptığı şirketlerden sadece biri. Hesapları hakkında bilgi sahibi olmadığımız, Mossack Fonseca gibi yüzlerce şirket var. Dolayısıyla akıl almayacak kadar büyük paralar mevzu bahis.

Bilindiği gibi müzakereleri on yıldan fazla süren ve taraflar arasında 16 Aralık 2013 günü imzalanan Avrupa Birliği-Türkiye Geri Kabul Antlaşması, yasadışı yollardan Türkiye üzerinden AB üye ülkelerine giren sığınmacıların Türkiye’ye iadesini öngörüyordu.

Bu anlaşma 4 Nisan 2016 günü yürürlüğe girdi ve aynı gün Midilli Adası’ndan aralarında yalnızca iki Suriyelinin bulunduğu, geri kalanı ise İran, Pakistan, Afganistan ve Sri Lanka uyruğunda olan 202 sığınmacı özel deniz araçlarıyla Dikili’ye getirildi.

İki Suriyeli, AB ile varılan anlaşma gereğince Almanya’ya transfer edilmek üzere Adana’ya gönderilirken, diğerleri ülkelerine “iade edilmek üzere” Kırklareli’nde bulunan toplama kampına yerleştirildi.

İster yasadışı isterse yasalara uygun yollardan Türkiye’ye gelmiş olsunlar, bu insanların “kaçtıkları” ülkelerine iadesi vahim bir insan hakkı ihlalidir.

1989’da CERN laboratuarlarında HTML işaretleme dilini geliştirerek, dünya çapında bilgi paylaşım ağını kuran, web’in babası olarak nitelendirilen Tim Berners-Lee’nin bir sözü var: “Data driven journalism is the future.” Yani, veri gazeteciliği gelecektir.

Tim Berners-Lee’nin ifadesi, hakkını teslim edelim, tam da bu dönemler için söylenmiş, öngörüsü yüksek bir söz.

Dünya, kaç gündür ICIJ’nin (The International Consortium of Investigative Journalists - Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu) ortaya döktüğü Panama Papers’ı konuşuyor. Tarihin en büyük yolsuzluk belgeleri olarak adlandırılan Panama Papers, 2.6 terrabyte 11.5 milyon belgeyle hala görevde olan onlarca devlet başkanının, dev holding yöneticilerinin, futbolcuların, sinema oyuncularının ve daha pek çok kişi ve kurumun para kara akladığını gösteriyor.

Popüler İçerikler

Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı
Almanya’daki Saldırıyı Kim Yaptı? Noel Pazarı Saldırganının Kimliği ve Röportajı Ortaya Çıktı
HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu