Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

İstanbul Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz’ın katlinden bu yana tam bir yıl geçti. Soruşturmayı bir Cumhuriyet Başsavcı Vekili seyrediyor, soruşturmayı yürüten başka savcı var mı o bile bilinmiyor...

Aslında her şey daha önceden planlanıp çalışılmaya başlanmıştı ama İdare Mahkemesi ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararlarına karşın 27 Mayıs 2013 tarihinde gece vakti, yerine Topçu Kışlası yapılması için Taksim Gezi Parkı’nın yıkımına başlandı. Hakkını teslim etmek gerekir; başta Taksim Dayanışması üyeleri olmak üzere birçok duyarlı insanın tepki vermesi ve bu tepkiyi çoğaltması sonucunda yıkım (mecburen) durduruldu ama, protestolar Ahmet İnsel’in deyimiyle çoktan “Haysiyet Mücadelesi”ne dönüşmüştü.

Gelin bugün, kadına ve çocuğa şiddet-cinsel istismar ile mücadelede pürüzlere ve ihmallere bakalım. Çocuk Ağında Çalışan Avukatlar Ağı (ÇAÇAv.) Genel Koordinatörü Şahin Antakyalıoğlu anlatıyor...

Emniyet ve polis sıcağı sıcağına kamera görüntüsü, sperm, kıl, tükürük gibi delilleri toplamadığında, çocuğa fiziksel muayene ve ruh sağlığı incelemesi yapılmadığında, adalet sağlanamayabiliyor.

Dava hemen açılmayınca deliller geriye dönük toplanamıyor. Aradan zaman geçip de siz “Şu kişi beni istismar etti” dediğinizde, fiziksel bulgu yoksa suç delillendirilemiyor. 

Mahkemeler genelde salt mağdurun beyanına dayanarak ceza vermiyor; önlerine somut delil konmadığında sanık tahliye ediliyor veya cezası hafif kalıyor. Zira mahkemenin sanık haklarını da gözetmesi lazım. Cezasızlık, adalete olan güveni sarsıyor. Aileler sanığı kendileri cezalandırmaya kalkabiliyorlar.

Türkiye’de toplam aile hekimi sayısı 25 bin civarında. CHP milletvekili Oğuz Kaan Salıcı’nın Türk Tabipleri Birliği’nin verilerine dayanarak belirttiği rakama göre bu hekimlerden 2 bininin sözleşmesi “her an feshedilebilir durumda”, yüzde 70’i de meslekten atılma tehlikesiyle karşı karşıya. Nedenini öğrenmek üzere bir aile hekimini arıyor, sebebini ona soruyoruz.

- Cumartesi nöbeti denen ve resmen angarya olan nöbeti her tutmayışımızda Sağlık Bakanlığı 20 ceza puanı verir. 100 puanı doldurduğumuzda sözleşmemiz feshedilir. Ha, siz sormadan söyleyeyim; bütün gün tuttuğumuz cumartesi nöbeti için Bakanlığın verdiği para ne kadar mıdır? Sıkı durun; rakamla 7, yazıyla yedi lira!

- Başka ne gibi nöbetleriniz var?

- “Buzdolabı nöbetimiz!” var. Bakanlık bize birer aylık stoklar halinde aşı verir. Bu aşının bozulmaması için sıfır dereceden aşağı, sekiz dereceden yukarı olmayan bir ortamda saklanması lazım. Bozulanın parası bize ödetilir.

Teröre karşı ‘normalleşme’ kampanyası başlıyormuş. ‘Proje’nin (ota b.ka proje denmesi artık gerçekten gına getirdi) fikir babası, Alışveriş Merkezi ve Perakendenciler Federasyonu.

HaberTürk, bu saçmalığı çocuk kandırır gibi manşet yapmış: Hayata sahip çık!

Hadi ordan… Ülke, kelimenin tam anlamıyla pisliğe battı. Ankara’nın ‘en güvenli’ merkezleri dahil, her yerde bombalar patlıyor. Devlet şiddeti engelleyemiyor, bizzat tetikliyor, demokrasiden her gün uzaklaşıyor; velhasıl normalleşemiyor… Vatandaş olarak ben normalleşeceğim, öyle mi?

Hadi ordan… Gazetecilik ahlakına sahip çıkamayan basın, ekonomik krizi haber yapamıyor. Varsa yoksa pembe bulutlar, yalan üzerine yalanlar…

Artık demir alma vakti geldi limandan.

2001 yılı Haziran ayından bu yana çalıştığım Yeni Şafak'tan veda zamanı.

Gazeteciliğe başladığımda Türkiye, darbe sürecinden demokrasiye geçişin sancılarını yaşıyordu. Özal çiçeği burnunda bir Başbakan, Süleyman Demirel ise yasaklı bir liderdi. 

Özal'ın ilk olarak Afyon gezisini takip etmiştim. ANAP'ın yeterince aracı olmadığı için parti yöneticilerinin özel araçlarına vermişlerdi bizi. Dönüşte Mustafa Taşar'ın aracıyla Sivrihisar'da kaza geçirdik. 

PKK'nın ilk eylemi olan Şemdinli-Eruh baskınından sonra Özal'la birlikte gittiğimiz Şemdinli'de başka bir işle karşı karşıya olduğumuzu anlamıştım. O günden bu yana Kürt sorununu yakından izlemeye başladım.

Terörle mücadelede yeni yöntemi Sadrazam Davutoğlu Ahmet sihirli bir kelimeyle açıkladı:

“Esselamüaleyküm”

Teröre karşı selamlaşma seferberliği…

Yalnız, Türkçe “merhaba”, “günaydın”, “iyi günler” derseniz, tutmuyor!..

Arapça “Esselamüaleyküm” diyeceksiniz…

Karşınızdaki de size “Ve aleykümselam” derse tamamdır, terör tarihe karışacak!..

Ama o kadar da kolay değil tabii, Davutoğlu Ahmet dahasını da anlatıyor ki bu biraz zor iş:

“Doğu’da olanlar Batı’ya gitsinler, Batı’da olanlar Doğu’ya gitsinler… Kuzey’de olan Güney’e, Güney’de olan Kuzey’e gitsinler… Herkes birbirine selam versin.”

* * *

Selam vermek kolay da…

İşini gücünü bırakıp oradan oraya dolaşmaya başlayacaksın!..

Kamuda çalışan taşeron işçilerin kadroya alınması meselesinde dağ fare doğurdu. Taşeron işçilerin kadrolu işçi olarak değil geçici-güvencesiz özel sözleşmeli personel (ÖSP) olarak üstelik bir ayıklama sürecinden sonra kamuya alınacağı ortaya çıktı. “Kadro müjdesi” iddialarına rağmen gerçek ne yazık ki öyle değil...

Hükümetin akıl, bilim ve hukuk dışı taşeron uygulamasından 14 yıl sonra nihayet vazgeçmesi ve kamuda işçi simsarlarına kaynak aktarmaya son vermesi, bu konuda oluşan duyarlılığın ve mücadelenin ürünü. Bu adım olumlu görünmekle birlikte, öngörülen düzenleme yeni bir güvencesiz çalışma modeline yol açacak. Zarf değişecek ama mazruf aynı kalacak.

Başbakan Davutoğlu taşeron işçilerin kadroya alınmasıyla ilgili yaptığı konuşmada, “Asıl işlerde çalışan personelimizi kamuya alıyoruz.

Yeni Şafak sahte beğeni olayıyla birlikte sosyal medya kullanıcılarının önüne gelen bir konu 'biz neyi beğendik?' sorusu ve bu doğru bir soru. Sosyal medyada paylaştığımız ve bazen de beğeni attığımız konuların arka planında acaba ne var? Biz aslında 'maksatlı' bir mesaja cevap ya da beğeni mi koyuyoruz?

Bir kaç gün önce Yeni Şafak sayfasının 'sahte beğeni' nedeniyle Facebook tarafından engellendiğini sonra açıldığını yayınlamıştık[1]. Orada bahsettiğimiz yöntem, uzaktan yönetilebilir trojanlardı. Ama anlaşılan sahte Facebook beğenileri son zamanlarda kullanılan başka bir yöntem daha popülermiş. Bu konuyu bir sosyal medya uzmanı ile konuştuk. 

 'Çabuk beğenin yoksa Facebook sayfamızı kapatacak' şeklinde gelen mesajları hatırlıyor musunuz? 

Hepimizin önüne düşen mesajlardan bir grubu, hassas konularla ilgili. Genellikle toplumun tepki vereceği konulara hitap eden mesajların altına, insanları hemen beğeni yapmaya iteleyecek bir 'acil' mesajı da ekleniyor.

Ülkeyi on yıllar boyunca sanki uzaydan gelmiş insanlar yönetiyor gibi davranmış ve kendi sorumluluğunuzun farkında olmamışsanız, AK Parti’nin niçin bu denli teveccüh gördüğünü kavramakta da zorlanırsınız. Çeperden gelmesi, İslami duyarlılığı temsil etmesi, vesayeti bitirmesi, toplumsal zeminde normalleşmeyi mümkün kılması ne denli önemli olsa da, bu teveccühü tam olarak açıklamaz. Birçok yanlışının ve hatta yapısal zaafının olmasına karşın halkın yarısı tarafından sahipleniliyor olmasının nedeni de kimlik meselesi değil. AK Parti’nin gurur duyulacak bir parti olması…

***

Bu duygunun altında yatan temel unsur, özgüvene dayanan ve ahlaki normları sahiplenen kişilikli bir duruşun sergilenmesi… Nitekim Erdoğan’da cisimleşen ‘dik duruş’ söyleminin kısaca ifade ettiği anlam dünyası da bu.

Karşılarına neyle dikilirseniz dikilin, onlar bildiklerini okuyorlar.

Türkiye'nin dış dünyada uğradığı muazzam itibar kaybına dikkat çekiyorsunuz mesela…

Hemen cevabı yapıştırıyorlar; Erdoğan'ın bağımsız dış politikası batıyormuş Amerika'ya, falan…

***

Kafa bu şekilde işleyince, bin tane başka delil getirin, nafile…

Deyin ki, mesele sadece Amerikan yönetiminin Erdoğan'a yaptığı muamele değil…

***

Bakın, Erdoğan Washington'a ayak basar basmaz Amerikan basınında neler yazıyor…

Washington Post, başyazı yazıp Biden'e, Erdoğan'a medya özgürlüğünün önemini anlat diyor.

New York Times, Erdoğan'ın politikalarından sonra “Türkiye hâlâ NATO'nun parçası mı” diye soruyor…

Popüler İçerikler

Fernando Muslera, Jose Mourinho'yu Hedef Aldı: "İstemiyorsa Gidebilir"
Narin Güran'ın Babası Arif Güran İlk Mahkeme Sonrası Konuştu: "Kızımı Nevzat Bahtiyar Katletti"
18 Yaşındaki Şampiyon Balerin Eylül Sıla Ilgaz, Aile Evindeki Odasında Ölü Bulundu