Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Türkiye – ABD ilişkileri, YPG ile ilgili gelişmeler sonucu 13 sene sonra en krizli noktasında. Gelinen noktada, ABD’nin durumu, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ABD müttefiklerini ciddi bir biçimde düşündürüyor. Çok dramatik bir değişim yaşanmazsa, 2016 da tıpkı 2003 gibi ikili ilişkiler için kayıp bir yıl olabilir.

Amerika’nın Ortadoğu politikasına tam olarak müdahil olduğu Irak Savaşı’ndan bu yana Türk-Amerikan ilişkileri tarihinin en büyük türbülanslı dönemlerinden birine girmiş oldu. Soğuk Savaş yıllarında Küba krizi ve Kıbrıs müdahalesi sırasında gerilen ikili ilişkiler ve bu iki olayın yarattığı güven bunalımı Soğuk Savaş sonrasında bir nebze, özellikle de devlet ve hükümet başkanları arasındaki şahsi münasebetler yoluyla kuşatılmış ve kontrol altına alınmıştı.

Ancak son 13 senede ilişkiler farklı bir kriz döneminde kendini buldu. Bunun en önemli sebepleri arasında bu 13 yılın iki ülkenin en önemli stratejik işbirliği alanı olarak görülen Ortadoğu’da yaşanan çalkantılar, ABD yönetiminin politikalarında yaşanan derin ve öngörülemez gelgitler ve iki ülkenin tehdit algılamalarındaki uyumsuzluk ve ortak tehditler karşısındaki taktiksel farklılıklardı.

Kadim topraklarımızda demirbaş olan beş halktan üçünü niye yok ettik ki bizler?

Ecnebinin hac diye turistik geziler düzenlediği mekanlara adını veren dinlerin müminlerini niye katlettik ki? Dünyada en az Hıristiyan’ın yaşadığı İslam ülkesi olmamıza kim sebep oldu ki? Hani çanlarla ezanlar aynı anda arşa yükseldikçe mutluyduk biz?

Avucuna aldığın her toprak parçasında izini bulabileceğin Alevilik niye kriminal bir suç olmuş ki hep? Cemevleri niye camiler gibi, kiliseler gibi göğe yükselmiyor mimarisiyle? Onları niye üzerlerine benzin döküp yaktık ki biz? Yakanların niye bu kadar çok seveni var ki her şehirde?

Her Kürt evinde niye bu kadar çok devletin katlettiği insanın fotoğrafı var ki? Çocuklarının kemiklerini arayan Kürt anneler niye her hafta sokaklara dökülüyor ki?

Bundan şöyle 20-3- yıl sonra, film endüstrimiz daha bir hareketlenir, yapılanır ve daha kaliteli işler çıkmaya başlarsa...

O dönemin senaristlerini çok kıskanıyorum.

Sadece son 10 yılda yaşadıklarımızdan kim bilir kaç paha biçilmez senaryo çıkar. Özellikle polisiye, macera ve siyasi gerilim türlerinde.

Gezi dönemindeki gençlerin hikâyesi mesela.

Veya Fethullah Gülen örgütünün içyüzünün, kurbanlarından biri olan bir gazeteci gözünden adım adım anlatılan öyküsü...

Ama favori film senaryom Reza Zarrab’ın hayatı. Hayal gücüyle bu kadar zengin malzeme ve detay çıkaramazsınız. Amerika, İran, Türkiye, Ortadoğu, herkesin içinde olduğu uluslararası bir kurgu. Servet, ilginç bağlantılar, bankacılık skandalları, dış siyaset, istihbarat örgütleri, heyecan, entrika, hepsi var.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın beş gün sürecek Amerika ziyaretinde Obama ile görüşüp görüşmeyeceği yabancı gözlemcilerin de cevabını aradıkları bir soru... Dün BBC'nin diplomasi muhabiri Jonathan Marcus Türk- Amerikan ilişkilerinin zedelendiğini ileri süren makalesinde, bunun sebebi olarak ' Türkiye'nin Suriye'ye askeri müdahale de bulunmaması Obama'yı hayal kırıklığına uğrattı ' diye yazmıştı.

Obama'nın bakışı

Marcus ' The Atlantic 'te yayınlanan Jeffrey Goldberg'in makalesine de atıfta bulunarak, yazarın şu gözlemlerini nakletmişti:

Obama başında Erdoğan'ı Doğu ile Batı arasında köprü olacak ılımlı bir Müslüman lider olarak görüyordu. Ama şimdi, muazzam askeri gücünü Suriye'de istikrarı sağlamak için kullanmaktan kaçınan otoriter ve başarısız bir kişi olarak görüyor...

Aile içinde tacize uğrayan çocuklar....

Okullarda, kurslarda cinsel istismara uğrayan çocuklar...

Başlarına geleni kimselere anlatamayan çocuklar...

Küçük yaşta evlendirilen, gerdek gecesi ölen çocuklar...

Sadece cinsellikleri değil çocuklukları tümden istismar edilen çocuklar...

Canlı bomba olmak üzere eğitilen çocuklar...

Eline silah verilip savaşa gönderilen çocuklar...

Dağlara çıkan çocuklar... Taş atan çocuklar...

Ağır işlerde çalıştırılan çocuklar...

Anneleri, babaları tarafından ilanla eşya gibi satılan çocuklar...

AKP’nin kafasındaki model yavaş yavaş ortaya çıkıyor..

Gerçi, AKP heyeti yeni anayasayı kaleme almaya başlamadı ama sızan bilgiler hiç de hoş değil..

Deniliyor ki, yeni anayasada; Türk milleti egemenliğini Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanır hükmü değiştirilecek..

Türk milleti egemenliğini seçtiği temsilcileri aracılığıyla ve halkoylaması yoluyla kullanır denilecekmiş...

Yani?

Yargının eli ayağI bağlanıyor..

Yargı kuvvetler ayrılığı ilkesinin üçüncü ayağı olmaktan çıkarılıyor..

Kısaca..

Çoğunluk kimdeyse egemenlik ondadır..

Egemenlik kimdeyse millet adına dilediğini yapma hakkına sahiptir..

Karışılamaz, denetlenemez kuralı geliyor..

Hükümet seçimlerde taşeron işçilerine vadettiği kadro yerine “özel sözleşmeli personel” adı altında yeni bir statü getiren düzenlemeyle taşeron işçilerini bir kez daha güvencesizliğe mahkum etme yoluna başvurdu. Maliye Bakanı Naci Ağbal kadro bekleyen taşeron işçilerinin hak gasbını bir kazanım gibi sundu.

Anımsayalım:

Taşeron işçi çalışmayı sınırlandıran 4857 sayılı İş Yasası 2003 yılında yürürlüğe girdi. Yasa gerekçesinde taşeron çalıştırma yoluyla işçilerin sendika, toplusözleşme ve grev haklarını kullanamaz hale geldiklerini saptadı.

Yasanın sınırlamasına karşın başta kamu olmak üzere çalışma yaşamında taşeron işçi çalıştırma artarak sürdü. Siyasi yandaşlara taşeron üzerinden kaynak aktarma siyasilere kolay ve kârlı gelmişti.

Geçen hafta Çevre ve Şehircilik Bakanı Fatma Güldemet Sarı’nın ÇED davası açanları “yatırım düşmanı” ilan etmesi, bize Türkiye’de çevre meselesine muktedirin bakışının içler acısı halini bir kez daha gösterdi.

Olay nasıl gelişmişti, hatırlayalım.

AKP iktidarı döneminde aldığı ihalelerle dikkat çeken Limak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir’in, müteahhitlerin ÇED raporlarıyla ilgili yargı iptallerinin önlenmesine yönelik beklentilerini dile getirmesinin ardından “Siz ne düşünüyorsunuz?” şeklindeki sorusuna verdiği yanıtta Bakan, “ÇED süreci çok uzun ve titizlikle tamamlanan bir süreç. En sonunda da o bölgedeki vatandaşın onayı da alınarak tamamlanıyor. Bir tane bile olumsuz görüş varsa zaten raporu vermiyoruz. Ama nedense her ÇED raporu mahkemeye gidiyor. Bu iş artık bir siyasi mücadele yöntemi oldu. Yatırımları engellemek ve AKP Hükümeti’ne maşa göstermek anlamına geliyor. Bu yolla bütün Türkiye’nin kalkınmasının önü tıkanmaya çalışılıyor. Çoğu zaman da vatandaşa rağmen mahkemeye götürülüyor” ifadelerini kullandı.

Türkiye'yi kavramak, olup biteni anlamlandırmak için tartışmalara zihniyet merceğiyle bakmak faydalı bir alıştırmadır.

Türkiye zor bir ülke...

Ekonomide, popüler kültür hayatında hareketli, gelişen, dinamik yanları var.

Ama siyasi ve entelektüel açıdan, ''kavrukluğu'' neredeyse model haline getiren bir yöne de sahip.

Bu denklem son yıllarda neredeyse bir kişilik yırtılmasını andıran bir şekilde iki ayrı tarafa giden iki ayrı yön iyice belirginleşti.

Düşünsel ve fikir dünyamız örneğin...

Darbe olduğunda:

Bir sabah kapınızı çalarlar, uykulu gözlerle ne olduğunu anlamak istersiniz ama anlayamazsınız…

O sırada çocukların odasına dalarlar… Çocuklar ağlar… Yatak odanıza girerler… Karınızın iç çamaşırlarının olduğu çekmeceleri açarlar, iyice bakarlar…

Donun içinde uçaksavar var mı?..

Mahkemeler kurulur…

Bu mahkemeler özel mahkemelerdir… Yani savcı ve yargıç sizi mahkum etme kararını çoktan vermiştir… Gizli bir tanık dinlenir… Gizli tanık gizli olduğu için siz de göremezsiniz, avukatlar da göremez, mahkemeyi izleyenler de…

Bir tek hakim görür ve dinler…

350 yıla mahkum ederler sizi…

Popüler İçerikler

TikTok’ta "Karagül" Adıyla Açtığı Yayınlarla İnfial Yaratan Kadının Çocuklarını Devlet Korumaya Aldı!
Dünyanın En Güzel 100 Kadını Listesine Türkiye'den 3 Ünlü Oyuncu da Girdi!
Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan 'Audi A8' Savunması: 'İhtiyaç'