Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dün devletin kadife eldiveni içindeki demir yumruğuyla teröristlerin kafasını ezeceğini söyledi.

Külliye’ye davetli muhtarlar coşkuyla alkışladı.

Aynı saatlerde Yüksekova’dan ilginç haberler geliyordu.

Bazı aşiret önde gelenleri hükümete başvurmuş, PKK’lıların Irak’a geçmesi için izin verilmesini istemiş ve reddedilmişlerdi.

PKK’nın bir yandan şiddet eylemlerini ülke çapına yayma tehdidi sürerken, bir yandan Ankara bombalamalarının travması ülkeyi sarmışken, size daha sonra saldırmak üzere PKK’lıların Irak’a geçmesine –belli ki PKK baskısıyla- izin istemek zaten o şehirlerdeki çaresizliği göstermiyor mu?

Sadece İran sınırındaki Yüksekova’dan değil, Suriye sınırındaki Nusaybin’den, Şırnak’tan da binlerce kişinin çatışmalardan kaçmak için evlerini şehirlerini terk ettiği haberleri geliyor.

Ne zaman Türkiye'de nükleer santral kurulmasına itiraz etseniz, birileri ezber cümleyle karşınıza dikiliyor: 'Nükleer santral kötü olsaydı, başka ülkelerde de nükleer santrallar olmazdı.'

Bu cümle bilgisizlikten kaynaklanıyor.

Zira, başta Almanya olmak üzere pek çok ülke nükleer santrallarını kademeli olarak kapatmak ve yenilerini yapmamak üzere karar almış durumda.

Özellikle Fukuşima nükleer felaketi dünyaya ders oldu.

Ama biz ne kendi hatalarımızdan ne de başkalarının hatalarından ders almakta pek mahir olamadığımız için, nükleer sevdamız geçmiyor. 

Şu anda Mersin Akkuyu’da Ruslar’a, Sinop İnceburun’da ise Japonlara kurdurmak üzere iki nükleer santral projesi önümüzde duruyor. 

Bırakın ekolojistleri, amacı nükleer enerjiyi yaymak olan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı bile Türkiye’nin nükleer altyapısının yetersiz olduğunu söylüyor. Geçtiğimiz yıl Tolga Tanış, raporlarına ulaşmış ve Hürriyet’te haberleştirmişti.

Küreselleşme sürecinin kaçınılmaz sonuçlarından birisi de, kentlerin tüm çatışmaların ve saldırıların da odağı haline gelmesi. Alışılageldik güvenlik önlemleri ve kolluk kuvvetleri, bilişim teknolojisinin karanlık yanına geçmiş yeni tehditleri algılama ve önleme konusunda tüm çabalara karşı yetersiz kalıyor.

Dünyadaki örneklere bakıldığında bu yeni durum karşısında zorlu bir mücadeleye girişilmesi gerektiği anlaşılıyor. Mücadelenin uluslararası politika, ulusal güvenlik ve istihbarat önlemlerinin yanı sıra mekânı ve kentlerin yapısını da kapsayan bütüncül bir şekilde yürütülmesi artık yaygın kabul görüyor.

Ancak bu yapılırken de kentleri ve toplumları içine kapanmaya zorlayan aşırı baskıcı ve sert önlemler alınmasının hem insan hak ve özgürlükleri açısından sorunlar yaratacağı, hem de tam da terörün kitlelere korku salma ve paralize etme amacına hizmet edeceği biliniyor.

Adına ne derseniz deyin. İster ‘terör sorunu’, ister ‘PKK sorunu…’ Ben ‘Kürt sorunu’ diyorum.

Hepimiz, güncel bağlamda aynı durumu işaret ettiğimizin farkındayız.

Şimdi nesnel manada bir ‘iç savaş durumu’ yaşanıyor ülkede. İlçe ve mahallelerin tank ve toplarla yerle bir edildiği, yüz binlerce sivilin göçe zorlandığı, silahlı ve silahsız yüzlerce ve hatta binlerce insanın öldürüldüğü bir çatışma, sözcüğün tanımı itibariyle savaş durumunu işaret eder.

Rejim bu savaşta ‘sonuna kadar gitmek’ten söz ediyor. Bundan kastettikleri sanırım ‘PKK’yı bitirene  kadar’ savaşı sürdürmek.

İktidarın eldeki bütün imkanlarını kullanarak bu hedefe ulaşması teknik bakımdan mümkün. Güvenlik güçlerinin kağıt üzerindeki kapasitesi buna müsait görünüyor.

Güne Balkanlar'a, Orta Asya'ya, Afrika'ya her gittiğimizde göğsümüzü kabartan eserlere imza atan TİKA'yla ilgili programla başladık.

Kürsüye çıkan Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, TİKA'nın 140 ülkeye yayılan faaliyetlerini anlattı. Cumhurbaşkanı Erdoğan kürsüye çıkacağı için Yalçın Akdoğan konuşmasını kısa tuttu. Süre bitti ama yapılan hizmetleri anlatmak için söz bitmedi. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan kürsüye çıktı. En büyük destekçisi olduğu TİKA'nın faaliyetlerine ilişkin değerlendirmeler yaptı. Sonra telekonferans yöntemiyle açılışlara geçildi. Prizren Emin Camii'nin açılışı için Prizren ve Ankara ellerini kaldırmış adeta ortak dua ediyordu. Kosova'dan Moğolistan'a uzanan coğrafyada ecdat yadigarlarını görünce hüzünle gururu bir arada yaşadık.

Türkiye vatandaşları çifte kavrulmuş: Bir yanda saldırılarla “terör mağduriyeti”, bir yanda “terörist suçlaması mağduriyeti”

“Barış için Akademisyenler” bildirisine destek veren akademisyenlere yönelik tutuklama hamlesi, Türkiye’deki hak ihlalleri konusunda yeni ve ağır bir dönüm noktası. Askeri operasyonlar ve sokağa çıkma yasakları sırasında yaşanan hak ihlalleriyle ilgili olarak “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriye imza atan 1128 akademisyen arasında yer alan Nişantaşı Üniversitesi'nde işine son verilen Muzaffer Kaya, Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Esra Mungan ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Kıvanç Ersoy 15 Mart’ta hapse girdi; ne zaman çıkacaklar, o da meçhul.

Acılardan bıkan halkımız, Sabah yemek ve evlendirme programlarına bir gün aradan sonra kavuştu. Adaylar ve sunucularımız siyah elbiseler giyinmişlerdi. Evlilik programlarında, Ömür’ün başkalarıyla mesajlaşması Özlem ve görümce adayının tartışmasına neden olma hali siyah bir renkte bizlere sunuluyordu. Yine siyah elbiseler eşliğinde 31’inci talip gelmişti Nevruz Hanım’a. ‘Sakın Kaçırmayın’ programı Beyaz TV’de “Bombanın patladığı gece eğlence programının birinci olmasına ne diyorsunuz?” diye anket yapmıştı.     İki şık koymuş “İnanmıyorum” ve “Normal.” Normal olarak görenlerin oranı yüksek. Şaşıranların da, normal diyenlerin de oturup seyrettiği programlar bunlar. 

Salı günü normale döndük işte. Akşam dizilerimizde hazırdı, onları da izledik.  

Ankara tamam, dünyada neler oluyor? 

Haber kanalları da gayet normaldi. Gündemde hangi konu varsa o ekrana geliyor. Tabii biraz fazlasıyla ‘Ankara’daki patlama. Sonra, dünyada neler olup bittiğinden haberdar ediliyoruz. Daha sonra da bir başka derdimiz var: “Güneydoğu’daki hendekler.” bugün hangi şehirde, hangi ilçede kaç kişi göç etmiş, ona bakıyoruz.

Barutun kokusu düştü burnuma

dört bir yana istiyorum

dibinden patlatayım

adamlar gibi dağlara düşeyim

tutmak istiyorum Kürdistanımı

ya ölüm ya kurtuluş

uyanın uykudan çabuk

artık savaş zamanıdır

*

Bu tür hümanist (!) şarkılar söyleyen Şivan Perver’e “barış güvercini” muamelesi yapılırsa, Akp mitinginde asrın liderimizle el ele sahneye çıkarılırsa, en ön sırada oturan Bülent Arınç duygulanıp hüngür hüngür ağlarsa… Kendini “dibinden patlatan” canlı bombalarla yaşamaya alışmamız lazım tabii.

Gençay (Gürsoy) Hoca adliyenin 6. katındaki baro odasında sabah 09.30’da başlayan gergin bekleyişini sürdürüyor. Şarj etmek için prize taktığı telefonu durmadan çalıyor. “Bekliyoruz, birazdan karar açıklanır” gibi cümleler kuruyor her arayana. “Her şey olabilir” derken bir yandan da kendini hazırlıyor olası tutuklama kararına...

70 yıllık ömrünü hem akademik çalışmalara hem de demokrasi, insan hakları ve özgürlük mücadelesine adamış bir isim Gençay Gürsoy. 12 Eylül’de tıp fakültesinden uzaklaştırılan, çeşitli bahanelerle gözaltına alınan, siyasetçiler ve basın yoluyla linç edilmeye çalışılan ama yılmadan barıştan yana çalışan Gürsoy, bu kez Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi eşi Esra Mungan’ı bekliyor adliye koridorunda tek başına. Her zamanki gibi dimdik duruyor. Kederli gülüşü ise canının nasıl yandığını anlatıyor. Hayat arkadaşı ve barış istemi hâkim karşısında...

Murat Sabuncu ile birlikte milletvekilleri ve gazetecilerle dolu olmasını bekleyerek girdiğimiz baro odasının boşluğu hayal kırıklığı yaratıyor.

Bilim insanlığı ve yüksek ahlakın etkisini en iyi yine onlar, bu ülkenin namuslu dürüst aydınları gösterdiler. Tıpkı 12 Eylül 1980’de başlayan askeri cunta döneminde olduğu gibi

O yıllarda askeri cunta “demokrasi” isteyen herkesi içeri atmıştı. İçeri atamadıklarını da yurttaşlıktan çıkartmıştı. Yine de bir biçimde açık cezaevi halindeki ülkemizde bir avuç yürekli insan kendilerini ortaya atarak kendini “kral” zanneden Kenan Evren’e (devlet başkanı) hitaben kaleme aldıkları “dilekçe” ile cuntanın havasını bozmuşlardı.

Cumhuriyet tarihine “Aydınlar Dilekçesi” olarak geçen bu eylem, 12 Eylül döneminin en onurlu direnişlerinden birini simgeliyordu.

Önceki gün (15 Mart 2016) Çağlayan Adliyesi’nde üç değerli akademisyenin duruşmaları vardı.

Popüler İçerikler

10 Kasım 1938’de Hayatını Kaybeden Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Son Sözü "Aleykümesselam" Oldu
Eski Bakan Işın Çelebi'den Fenerbahçe'ye Sert Yanıt: ''Devletin İmkanlarını Kullanıp ‘Yapı’ Diyemezsin''
Fenerbahçe Teknik Direktörü Jose Mourinho ile İlgili İspanya'dan Transfer İddiası Var