Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Dün bir kez daha canımızı yaktılar.

Sınavdan çıkmış öğrencileri hedef aldılar.

Evine, eşine, dostuna ulaşmak için otobüs bekleyenleri öldürdüler. Kim olduklarını, bu yazıyı yazdığım saatte henüz bilmiyorduk.

Bilsek de ne önemi var?

Hangi aşağılık örgüt, hangi canavar ruh bunu planladı ve gerçekleştirdi, bunun bir önemi yok.

Önemli olan böyle saldırıların ardından hep birlikte ayağa kalkabilmektir.

Gür bir sesle “sana yenilmeyeceğiz” diye haykırmaktır.

Saldırdıkları ve yıkmak istedikleri şey, bu ülkenin ta kendisidir çünkü.

Onlara yenilmeyeceğimizi, onlardan korkmadığımızı göstermenin zamanıdır.

İstiyorlar ki korku içinde yaşayalım, hayat biçimimizi değiştirelim.

Korkmayacağız.

Hangi aşağılık hesapların içinde olursanız olun, hangi karanlık amacınız olursa olsun, karşınızda bu halkın tümünü bulacaksınız.

Böyle olaylardan sonra yetkilileri suçlamak en kolay yoldur.

Çok zor ve ağır bir haftaya giriyoruz. 

Yüksekova’da devlet diliyle “temizlik” yapılacak. 20 bin asker polis ilçeye konuşlanmış. Sevk edilen zırhlı araçlar ve personel için kurban kestirilen ve iki ay süreceği duyurulan bu “temizlik”in, kaç masum sivilin ölümüyle sonuçlanacağını bilmiyoruz. Bildiğimiz, kuşatılmış medya ile ötekileştirici devlet dilinin toplumsal algıyı ve psikolojiyi tehlikeli ölçüde keskinleştirmiş olması. 

Dün tanık olduğum ortamı paylaşacağım. 

Salonun değişik noktalarından ıslıklama ve yuhalama seslerini duydum. Aynı anda ön taraflardan bozkurt işaretleri yapıldığını, “devlet katletmez” denildiğini, daha sonra öğrendim. 

İstanbul Tabip Odası’nın Basında Sağlık Ödülleri töreninden söz ediyorum. 

Internet haberciliği dalında ödül alan Dicle Haber Ajansı’na (DİHA) ödül verilirken yaşanan protesto, törenin olumlu, yumuşak havasını bir anda tersyüz etti.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan aylardır dile getiriyor HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılıp yargılanması talebini.

Sonunda Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun onayıyla AK Parti grubundan teklif verildi beş HDP’li vekilin milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması için.

HDP eş başkanları Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, milletvekilleri Selma Irmak, Sırrı Süreyya Önder ve Ertuğrul Kürkçü’nün Demokratik Toplum Kongresi’nde, PKK’nın “özyönetim” çağrısını destekledikleri için yargılanmaları isteniyor.

***

Erdoğan da, Davutoğlu da “diğer muhalefet partilerinin” de tavır almasını istiyor.

Oysa AK Parti grubunun oyları -gerçi grup kararı alınamıyor bu konuda ama- eğer gruptan fire verilmezse, HDP’lilerin dokunulmazlığının kaldırılması için yeterli.

‘Paramparça’ dizisinde rol arkadaşıyla yaşadığı sorun nedeniyle ‘gözden çıkarıldığından’ beri merak ediyorum. Nurgül Yeşilçay gibi bir yıldız oyuncu bile sette böyle bir muameleye maruz kalabiliyorsa, sevgilisini oynayan aktörden “Amma meraklısın öpüşmeye. Sen tabii alışıksın bunlara” gibi bir cümle duyan da, sonunda sessizce çekip giden de yine o oluyorsa, başka kadınlar kim bilir neler yaşıyor setlerde... Yani ‘kim bilir’ sözün gelişi. Aslında sektörde bilmeyen yok da, söylemiyorlar.

Acayip bir konsensus var, birinci vazifenin erkeği korumak olduğu konusunda. Bir kadın oyuncu sete alkollü gelsin, huysuzluk etsin, ne bileyim ona buna küfretsin, bakınız üç gün içinde magazinsayfalarında boy gösteriyor mu, göstermiyor mu? Tez zamanda adı sorunlu, kaprisli, birlikte çalışılamayan oyuncuya çıkıyor mu, çıkmıyor mu?

Kim bilir kaç zamandır, kaç keredir tekrarladım:

Erdoğan bir despottur, onunla istikrar da olmaz, barış da!

Cumhurbaşkanı seçildiği zaman da, 7 Haziran sonrası barış değil savaş düğmesine bastığı zaman da, 1 Kasım’da yüzde 50 oy aldığı zaman da hep vurguladım:

Erdoğan’la istikrar bekleyenler kendilerinini aldatıyor; Erdoğan’la bu memlekette ancak kan gölü büyür.

Büyüyor da...

Dün akşam saatlerinde, Ankara’nın göbeğinde bir bomba daha patladı.

Lanetliyorum bu terör saldırısını da...

Her patlayan bombayla, yapılan her katliamla görüşüm kuvvetleniyor.

Erdoğan’la istikrar ve barış sözcükleri yan yana gelemez.

Erdoğan tam bir ‘fiyasko’dur.

Türkiye’nin nereye gittiği konusunda gerçekten kafalar karışık mı? Yoksa gidişatın kendi aleyhlerine olduğunu düşünenler mi böyle bir algı oluşturuyor?

Herkesin kafasında bazı sorular olabilir. Ancak nereye gidiyoruz sorusunun cevabı, artık o kadar da uzakta değil. Neler gördüğümü maddeler halinde paylaşmak istiyorum.

Bir: Türkiye, mevcut parlamenter sistemle nefes alamaz hale gelmiştir. 1961 ve 1982 anayasalarının peşpeşe getirdiği dayatmalarla, mevcut sistem, her an çatışma üretmeye uygundur. Daha kötüsü siyaseti güçsüz kılmanın ve ona karşı operasyon yapmanın aracıdır. Anayasa Mahkemesi’nin tek hamlede sistemi nasıl tıkadığını hep birlikte gördük.

İki: Sistemdeki iki başlılığın, bugün sorun olmaması, yarın sorun olmayacağı anlamına gelmiyor. Kaldı ki en iyi niyetli ve samimi yaklaşımlar bile, sistemin yavaşlığına ve tıkanmasına engel olamıyor. Bu nedenle Türkiye artık geri dönülmez biçimde sistemini değiştirme yoluna girmiştir.

Bilim dünyası, tam 2.8 milyon yıl öncesine işaretlenen “bir insan çene kemiği” buldu. Böylece, insanın tarihi 400 bin yıl öncesine çekildi.

Türkiye’de, 14 yaşındaki engelli gence tecavüz eden kişinin cezası, “erken boşaldığı için tecavüzü gerçekleştiremediği” gerekçesiyle “indirim” aldı. Memlekette insanlık, “tarih öncesine” dönüş yaptı.

Bilim dünyası, geçen yıl “kendi vücut sıcaklığını kontrol edebilen bir balık türü” keşfetti.

Türkiye, bir kişinin tüm ülkeyi kontrol edebileceğini sayısız örnekle test etti, kanıtladı.

Bilim dünyası, Mars’ta suyun varlığına dair çok ciddi kanıtlar buldu.

Türkiye, HES’ler ile suları hızla tüketmenin, Tuz Gölü’nü kurutmanın, Kuş Cenneti’ni cehenneme çevirmenin yollarını keşfetti.

Dün akşam Türkiye bir kez daha can evinden vuruldu. Teröristle Türkiye’nin kalbini 5 ayda üçüncü kez vurdular. ‘Türkiye’nin kalbi’ diyorum, çünkü her üç saldırı da Başbakanlık, bakanlıklar, Genelkurmay, MİT, Emniyet Müdürlüğü ve diğer üst düzey kurumların yanıbaşında, Ankara’nın adeta mahrem bölgelerinde yaşandı.

Saldırının analizine geçmeden önce terörü lanetliyorum ve yapanları kınıyorum. Ayrım gözetmeksizin katliam yapandan daha aşağılık kim olabilir?

Diğer taraftan bir ülkenin neredeyse her ay bir büyük terör saldırısına uğraması, üstelik bu saldırılardan üçünün üst üste ve ülkenin kalbine olması da yadırganacak bir haldir.

Geçen ay yaşanan Merasim Sokak saldırını düzenleyenlerin saldırı yerine defalarca geldiği, bir günde 5-10 kez keşif yaptıkları ortaya çıktı.

Türkiye’de “yürütmenin başı” konusunda, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte bir “muğlaklık” ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasındaki “yetki karmaşası”, en net uluslararası zirvelerde ortaya çıkıyor.

Mesela G-20 zirvesi;

G-20’nin oluşturulmasından sonra yapılan tüm zirvelere Türkiye adına hep Başbakan katıldı. Daha önce Recep Tayyip Erdoğan Başbakan’dı. Zirvelere de o katıldı. Gül, Cumhurbaşkanı iken hiçbir G-20 zirvesine gitmedi.

Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilip, Davutoğlu Başbakan olduğunda da gelenek değişmedi; Türkiye’de Başbakan değiştikten sonraki ilk G-20 zirvesi Avustralya’da yapıldı. Ona da Davutoğlu gitti.

Ancak iş, Antalya’da gerçekleşen G-20 zirvesinde değişti; Zirvenin ev sahipliğini “yürütmenin başı” olarak Erdoğan üstlendi. Tüm görüşmelere, panellere, toplantılara Türkiye adına Erdoğan katıldı. Başbakan Davutoğlu’nun G-20’de boy göstermesi ise, tek bir akşam yemeği ev sahipliğini geçemedi.

İktidarın çok güçlü göründüğü bu dönemde tersine zayıf hakları hızla artıyor. Bu halkaların çözülmesi ve derinleşmesi bölgesel ve iç politik dengelere bağlı olarak gelişecektir. Savaş politikalarının devreye konulması, Türkiye’nin her bölgesinde zorlu ve acılı sonuçlar yaratıyor ama sistemin çözülüş sürecini hızlandıracaktır.

Ankara, sadece devletin değil aynı zamanda saldırıların başkenti olmaya başladı. Devletin kalbinde bu tür eylemlerin gerçekleşmiş olması, hükümetin veya politik parti temsilcilerinin yapacağı ve hemen herkesin ezberlediği klasik söylemlerle açıklanamaz. Bunun güvelik zafiyetinin olup olmamasının çok ötesinde, iç politik krizin varacağı nokta bakımından bize bir fikir veriyor. Geçen yılın ekim ayından bu yana Ankara’da gerçekleştirilen üç büyük saldırının politik kodlarının doğru okunması da önemlidir. Saldırının kimin yaptığından çok saldırıya yol açan politikaların deşifre edilmesi önemlidir.

Popüler İçerikler

Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı
İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!
Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi
YORUMLAR
14.03.2016

Bu kadar iğrenç köşe yazıları görmemiştim ne saçma.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ