Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Bir soruyla yazıma başlıyorum:  

Halkın geçimi ve huzuru, ülke ekonomisi, insan hakları, yargı bağımsızlığı, hukuk devleti, bakımından devlet yönetimi iyi midir?Halkımız,  devletimiz ve yasama meclisimiz zor sorunlar ve belirsizlik içinde değil midir?

Bu sorulara karşı halkımızın duyarlığı farklıdır. KONDA’nın geçen yılki araştırmalarına göre; durumu “ciddi siyasal bir kriz” olarak yorumlayanlar yetişkin nüfusun yüzde 60 ile 70’i kadardır. Geri kalanlar, içinde olduğumuz sorunları “büyüme sancıları” olarak değerlendirmekte veya “herhangi bir problem” görmediğini söylemektedirler.

Soru bana sorulsaydı cevabım, “Evet, Türkiye Cumhuriyeti yıkıma doğru koşmaktadır” olacaktı.

Sokakta selamlaştıklarım durdurup soruyorlar: Nereye gidiyoruz?

Görüşebildiğim tanıdıklarım, hal hatır sormadan, endişe içinde şikayetlerini dile getiriyorlar.

Einstein der ki “Aynı şeyi yapıp farklı sonuç beklemek deliliktir.”

Einstein’ın bu sözünü dikkate alırsak Türk siyasi tarihi aynı yöntemi uygulayıp farkı sonuç beklemeye dayalı tutumlarla dolu.

Bizde yöntemler hep aynı. Bazen aktörler değişiyor. Bu durumda“Herkes mi deli?” sorusu akla geliyor. Türkiye’de aynı yöntemi uygulayıp benzer sonuç beklemek delilik değil, bilinçli bir politika.

Yani başka bir hesap var.

İktidarlar ülke sorunlarını çözmeyi değil, düşman yaratarak kendi tabanlarını konsolide etmeyi, günü kurtarmayı ve nihayetinde de iktidarlarını sağlama almayı amaçlıyorlar.

Düşman yaratma politikası dünyada uygulanan bir yöntem. Gelişmiş ülkeler, düşmanı genelde dışarıda yaratıyorlar. Biz ise içeride.

Son 5-10 yılda, gazetecilik adına kara ama bir o kadar da komik günler yaşanıyor. Belli amaçlara yönelik, düzmece haberler yarışı var. Komik yanı, teknolojiden anlamayanların yazdıkları. Güya kaş yaparken, göz çıkarıyorlar. Çok güleceğiz ama gülemiyoruz da. Öylesine kötü bir durum.

Gerçi teknoloji gazeteciliğinin yüzünün ak olduğunu da söylemek mümkün değil. Benim 2000 yılında gazeteciliğe başlamamın nedeni de buydu. Yani teknoloji haberciliğinde “günceli” ya da “başarısızlıkları” yazan göremezsiniz. Araştırmacı gazetecilik neredeyse sıfıra yakındır. Tamamen basın bültenciliği hakimdir. Çoğunluğu yabancı olan firma-embedded bir gazetecilik yapılır.

Bu nedenle de, teknolojiden fazla anlamak gerekmez. Firmanın sizi götürdüğü gezi sonrasında elinize tutuşturduğu bülteni alır, takla attırır, yayınlarsınız ve teknoloji gazetecisiyim diye övünürsünüz.

Hatta “vayyy beee adamlar yapmış” dersiniz ama teknoloji gazetecisi değil olsa olsa showman olursunuz.

Haklı olmakla haksız çıkmak arasında bazen doğrusal bir ilişki olabiliyor. Kulağa garip gelen bir önerme olduğu açık… Haklı olduğunuz bir olayda, sonuçta haksız çıkma ihtimalinizin olması şaşırtıcı olmanın da ötesinde adaletsiz bir durum. Ama haklılık ve haksızlık belirli bağlamlar içinde anlamlı olan bir kavram… Örneğin hukuken haklı olduğunuz bir olaydan siyaseten haksız bulunduğunuz bir konumda ayrılmanız mümkün. Çünkü siyasetin hakkaniyet ölçütleri ile hukukunkiler çoğunlukla aynı olmayabiliyor.

Hukuk ideal anlamda ele alındığında iyi bir hakemlik müessesesi. Ne var ki nasıl hakemleri atayan üst merciler varsa, hukuku da belirleyen bir toplumsal kültür ve zihniyet var. Kağıt üzerinde vatandaşlar arası ve vatandaşın devletle olan ilişkisini düzenleyen hukuk birçok kültürde yönetimin vatandaşları ‘istediği gibi’ yönetmesinin zeminini oluşturabiliyor.

AB liderleri sorduğunda, Başbakan Davutoğlu, Zaman'a kayyum atanması için ne diyebilirdi?

Düşünün, kritik bir kavşakta randevulaşmışsınız.

Almanya Şansölyesi Merkel’le AB dönem başkanı Rutte sizden önce gelmiş, Brüksel’deki elçilik binanızda gece 3’lere kadar kalmışlar. Pide söylemişsiniz onlara, mülteci krizinden nasıl çıkacaklarına dair öneriler sunmuşsunuz.

Ertesi gün AB liderleri tekmili birden toplanmış, ağzınızdan çıkacak teklife bakıyor.

İlk kez eliniz onlarınkinden daha üstün. Hiç olmadığı kadar muhtaçlar size ve bunu saklamıyor, saklayamıyorlar bile.

Tarihi an gelmiş. AB üyeliğiniz için bastıracak, hatta o güne kadar sizi aralarına almadıkları için onları utandıracak, ağırdan aldıklarına pişman edeceksiniz.

Her şey sizden yana.

Ve siz tarihi buluşmaya giderken mahkemece bir gazeteye el konuyor.

Çocuklarının cenazesini arayan aileler teker teker giriyorlar o bodruma... Hani fotoğraflarını gördüğünüz tanıklıkları dinleyip okuduğunuz karanlık, yanık et kokan bodruma. 26 cenazenin külünün taşındığı bodruma... Yanmış kemiklere uzanıyor annelerin elleri. Belki benim çocuğumundur diyerek alıyorlar kemikleri...

Delil olup olmamaları umurlarında değil artık. Çünkü onlar da biliyor ki yasalar unutulmuş, hukuk askıya alınmış, katliamlara karşı susmuş toplum.

Oysa normal koşullarda o bodruma kimsenin girememesi gerekir. Olay yeri etrafını çevirir, deliller tek tek işaretlenir. Laboratuvar incelemesi, antropolojik inceleme, kimyasal inceleme, ölçümleme yapılır. DNA elde edilebilir mi diye bakılır ve kimlikleme yapılmaya çalışılır. Yani etkin bir soruşturmanın gerekleri yerine getirilir. Sokağa çıkma yasağının kısmen kaldırılmasının ardından savcı gitmişti Cizre’deki o “vahşet bodrumu”na. Ama güvenli değil diyerek bodruma girmemişti. “Girmek zorunda, işi bu, onun için maaş alıyor. Görevi ihmalden hakkında suç duyurusunda bulunmak gerekiyor” diyor TİHV Başkanı Prof. Şebnem Korur Fincancı.

Meclis, bütçe maratonunu tamamladı. Şimdi yeni bir sınava hazırlanıyor.

HDP'lilerin dokunulmazlığının kaldırılması konusunu kast ediyordum.

Bütçe görüşmeleri nedeniyle Meclis'teydim.

HDP'lilerin dokunulmazlıklarıyla ilgili fezlekeler dün Meclis'e geldi.

Bir an 2 Mart 1994 tarihine, Leyla Zana, Hatip Dicle, Sırrı Sakık ve Ahmet Türk'ün dokunulmazlıklarının kaldırıldığı geceye gittim.

O gün sadece DEP'lilerin dokunulmazlıkları kaldırılmamış, Hasan Mezarcı dokunulmazlığı kaldırılmadan evindeyken gözaltına alınmıştı.

O gün Meclis ablukaya alınmış, bir DGM darbesi yaşanmıştı.

Türkiye, 90'lı yılların Türkiye'si değil.

Bugün HDP'lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasının Kürt sorununun çözümüne etkisinin ne olacağını düşünen kadrolar işbaşında.

Kayserili Boydak Ailesi’nin Fethullah Gülen ile ilişkisi ne zaman başladı?

Birinci kuşaktan Mustafa Boydak işlerini 1981’de ikinci kuşağa devrettikten sonra, hocalara, müftülere gidip Arapça dersi almaya ve dini eserleri okumaya başladı. O yıllarda…

-Bugün Erdoğan’ın yakını Topbaşlar’ın kontrolündeki- Nakşibendi Erenköy Cemaati’nin şeyhliğini yapan Mahmut Sami Ramazanoğlu’na bağlıydı.

Yani…

Fethullah Gülen ile ilişkiyi Boydakların ikinci kuşağı kurmuştu. Öyle ki…

İddiaya göre… Mustafa Boydak’ın iki oğlundan; Yusuf Boydak’ın eşi İstanbul’da; ve Şükrü Boydak’ın eşi Kayseri’de Cemaat’in “kadın kolları” başkanıydı!..

Cemaat’in yaptığı 17-25 Aralık operasyonlarından sonra Boydak Ailesi’nden Memduh Boydak, Erol Boydak ve Murat Bozdağ’ın attıkları sert tweetler şaşırtıcıydı.

Memduh Boydak:

Geçen günler içinde Başbakan Davutoğlu’nun ‘Kayserili pazarlığı yaptık’ diye nitelendirdiği Brüksel’deki AB liderleri ile gerçekleştirilen ‘mülteci meselesi’ne ilişkin toplantı sonrasında insanlığı konu edinen ikili pazarlık daha da netleşmiş oldu.

Ortaya çıkan plan kapsamında netleşen ise şu oldu; AB kendi topraklarına sığınan mültecileri Türkiye’ye gönderecek, Türkiye ise karşılığında para alacak. Planda AKP’nin ilgilendiği ve pazarlık konusu yaptığı ise açık ki paranın meblağının ne olacağı; zira Erdoğan’ın Jean Claude Juncker ve Donald Tusk ile yaptığı görüşme tutanaklarından “iki yıl için 3 milyar avro verecekseniz hiç konuşmayalım” dediği biliniyor.

Baştan söyleyelim; “Al bu parayı, al bu mültecileri”nden ibaret bu kirli pazarlıkta AB üyeliği, vizesiz Avrupa yahut mültecilere güvenli bölge gibi beklentiler içine girenler varsa, çok uzun değil plan yürürlüğe girdiği andan itibaren büyük hayal kırıklığına uğrayacaklar.

Görünen o ki MHP bu süreçten büyüyerek, güçlenerek, özeleştirilerle arınarak değil, kırıp-dökerek çıkacaktır. Muhalefet ne yazık ki “ortak imza toplama” dışında güçlü bir ortaklık görüntüsü veremedi. Genel Merkez ise yolun sonuna gelmiş, uzatmaları oynuyor.

MHP yönetimi milletin kendisine buyurduğu iktidara yürüme görevini defalarca ve istikrarlı bir beceriyle reddetti. Seçim yenilgilerinden ve siyasi başarısızlıklardan Genel Merkez dışında herkes payını fazlasıyla aldı. Haziran - Kasım 2015 arasındaki süreçte Genel Merkezin tavrı sonucunda göz göre göre yaşanan hezimet, milliyetçi-ülkücü camiada büyük sarsıntılara sebep oldu.

Bu insicamda bir başarısızlık karşısında iki tavır beklenir: Sorumluluğu kabullenir ve sizden daha iyi yapabileceklerini iddia edenlere yol açarsınız veya başarısızlığı “ihanet, operasyon, ele geçirilme” kavramlarıyla karartır ve kendinizden başka herkesi hainleştirirsiniz.

“MHP’nin bugünkü yönetiminde “başarısızlığın tanımı” hiç yapılmamıştır. Bu nedenle başarısızlığın doğurabileceği her türlü sonuç baştan reddedilir.”

Popüler İçerikler

Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi
Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!