Bu ülkede ‘cinsiyet’in ne anlama geldiğini kavrayacak yaşlarda değildim henüz, kötülük hakkında ise ‘anne tembihleri’mesnetli bir fikrimiz varsa da sınırlarının nereye kadar gidebileceğini pek bilmiyorduk elbette.
Dinlediğimiz masallarda kötüler asla amacına erişemez, iyiler hep kazanır, sonra da bir ömür boyu mutlu yaşardı. Ama gerçekler farklı olmalıydı, zira anneler sık sık tekrar ederdi, “Tanımadığın biriyle sakın bir yere gitme, kalabalık yerlerde elimi bırakma, kimsenin verdiği bir şeyi içme…” Annemizin sıcak avucundan ve evimizin kapısından ibaretti ‘güvende olma’ algımız.
Polyanna değil Jane Eyre
Biraz daha büyüdüğünde bulduğu her şeyi okuyan bir çocuk olmuştum, kitaplarda hâlâ kötülüğe dair fazla bir şey yoktu ama tembihler değişmemiş, aksine sıklaşmıştı. İşte o vakitler ‘Jane Eyre’ ve ‘Pollyanna’ geçti elime. ‘Pollyanna’ ideal bir uslu kız; oysa uğradığı haksızlıklar benzeşse de eşitlik talep eden itaatsiz‘Jane Eyre’ bildiğini okuyor.