Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Geçen yazımda, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın Afrika gezisine çıkmadan önce, “Kararı kabul etmek durumunda değilim, karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum” dediğini ve Anayasa’nın “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar” hükmünü hatırlattıktan sonra, Sayın Erdoğan rejimin adını söylemeden, yasama ve yürütme erkinin kendisine bağlı olduğunu açıklamıştır” demiştim. (29 Şubat)

Devlet hayatında geldiğimiz yerin, bireylere bir şey bırakmadığı düşüncesiyle yazımı “Halkın ne yapacağını bekleyip, göreceğiz” cümlesiyle bitirmiştim.

Cumhurbaşkanı'nın özetlediğim görüşlerinin açtığı tartışmada, Anayasa Mahkemesi Başkanı ile Adalet Bakanı’nın aldıkları durumla ilgili görüşlerimi Sizlerle paylaşmak istiyorum.

1/Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’ın görüşünü şu sözleri tanımlamaktadır:

“Son tartışmalardan bağımsız olarak, Anayasa Mahkemesi kararlarına yönelik tepkiler konusunda ilkesel düzeyde bazı hususları hatırlatmak istiyorum.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Anayasa Mahkemesi'nin Can Dündar ve Erdem Gül ile ilgili kararını 'Kabul etmek durumunda değilim. 

Verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum” sözleriyle eleştirmesinin artçı sarsıntıları hükümete kadar ulaştı.

Hatırlarsınız AKP sözcüleri de ilk gün mahkemenin kararını memnuniyetle karşılamıştı.

Ama Cumhurbaşkanı, karardan memnun olmadığını ifade edince onlar kolayca çark edebildiler.

Fakat hükümet aynı hızla çark edemedi çünkü Başbakan’ın neredeyse her dış temasında bu konu önüne bir eleştiri olarak getiriliyordu.

Nitekim Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da Cumhurbaşkanı’nın eleştirisi kendisine sorulunca şöyle demişti:

“Sayın Cumhurbaşkanımız AYM’nin kararıyla ilgili kendi kişisel konumunu ortaya koymuştur. AYM’nin bireysel başvurulara karşı bir müracaat mercii olmasını ortadan kaldıracak bir görüş değildir.”

İki polisin arasında götürülen yüzü, özellikle gözlerindeki dik bakış çıkmıyor aklımdan. 24 yaşında, gencecik bir kadın, Çilem Doğan Karabulut. Evli, bir çocuk annesi. 

Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ağırlaştırılmış müebbet hapis talebiyle yargılanıyor. Suçu kendisini fuhuşa zorladığını söylediği kocasını öldürmek. Evliliği boyunca şiddet gördüğü, can korkusuyla yaşadığı bilinen bir kadın, karşımızdaki. Daha önce polise şikâyet ederek kurtulmaya çalışmış kocasından. Defalarca uzaklaştırma kararı almış, uygulatamamış, nikâhlı olduğu Azrail’inin göz göre göre gelip canını almasını bekleyen pek çok kadın gibi. Polise şikâyet etmen, korunmayı talep etmen seni hayatta tutmaya yetmiyor çünkü. Olsa olsa “Şikâyet ettiği kocası tarafından öldürüldü” oluyor haberinin başlığı.

Çilem de kocası telefonla arayıp “Beni bekle” deyince “Tamam,” demiş zaten, “Öğrendi kendisinden şikâyetçi olduğumu, gelip öldürecek beni.” Fakat anlattığına göre, farklı bir taleple gelmiş kocası, üç başka kadınla birlikte Antalya’ya götürmeye çalışmış, o da direnip boğuşurken kendi silahıyla vurmuş adamı. Canını kurtarmaya çalışan birinin yapabileceği gibi. Nitekim avukatı da meşru müdafaa hükmünün uygulanmasını istiyor.

Hiçbir koşulda cinayeti savunacak değilim elbette ama merak da ediyorum:

Türkiye’nin kuzeydoğu ucundaki Artvin, 100 bin nüfuslu küçük bir il. Üniversiteli oranı ve sol ideolojiye desteği ise tüm illerin önünde. Karadeniz’e paralel uzanan Kaçkar Dağlarının doğu ucuna kurulu Artvin ormanları, yüzlerce yaylası, eko sistemi, florası, endemik varlığı, kuş geçiş güzergâhı olmasıyla dünyanın en zengin ilk 100’ü arasında sayılır. Artvin bu zenginlikleriyle yüz binlerce turiste doğal güzellikleri tatma şansı verir. Ancak hükümetler ve bazı şirketler için Artvin, “Milyarlarca dolarlık madenin yer altında yattığı’ bir bölge. Bu bakış on yıllardır Artvin’i, direniş üssü haline getirdi; ama 15 Şubat’tan sonra patlayanı en büyüğü ve en çarpıcısı oldu.

Artvin, bütün dünyada geniş yankı yaratan, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın canını çok sıkan, 2013 yazında İstanbul’un göbeğinde yaşanan Gezi Parkı protestolarına da büyük destek vermişti. O Artvin’in yeni direnişi, Cumhurbaşkanı olarak da Erdoğan’ın öfkesini çekti. Onlara, ‘Yavru Geziciler’ diye seslenmesi o öfkenin açık işareti oldu.

Aslında Erdoğan gibi, destekçileri de son Artvin direnişini ‘Gezi’nin küçük örneği’ görüyor. Benzerlikleri, ‘Anası’ gibi Artvin’in 1700 metre rakımlı Cerattepe’sinde kurulmuş bir kaç çadırdan patlak vermesi, amacının ‘yeşili korumak’ olması ve yaratıcı protestolarıyla sınırlı değildi.

Devlet Bahçeli, yine esti gürledi. Üstelik bu defa isim verip, hedef bile gösterdi. “Sığınak arayışında olan Gülen Cemaatinin MHP’ye operasyon düzenlediğini” söyledi. Daha da ileri gidip, “Milliyetçi ülkücüleri sokağa çekip, MHP’yi operasyon partisi haline getirecekler” dedi.

Böylece parti içinde yaptığı tasfiyeleri haklı göstermeye çalışıp, diğer genel başkan adaylarını itibarsızlaştırmak istedi.

Bu, artık herkesçe bilinen bir Bahçeli taktiği. Koray Aydın’ın 400’ün üzerinde oy aldığı kongrede de aynısını yapmıştı. “Parti içindeki fitne hareketi başarılı olamadı” demişti. Aydın’la birlikte, MHP’de demokratik hakkını kullanan o delegeleri bir kalemde silip atmıştı. Koltuğu kurtarıp, kendini sağlama aldıktan sonra da “fitnenin başı” olarak gösterdiği Koray Aydın’ı yeniden yanına almıştı.

Şimdi baştan tedbir alıyor. Yaptığı son açıklama ortada. Karşısında “Yeminli Türklük ve Türkiye düşmanlarının” bulunduğunu söylüyor. Böylece, “Bahçeli ile gitmiyor” diyenlerin tamamını ve görevden aldığı teşkilat yöneticilerini çok geç olmadan yerin dibine gömmek istiyor.

Ağırlıklı olarak Kürt siyasi hareketinin haberlerini veren Fırat Haber Ajansı ANF sitesi 15 Ağustos 2015’te Türkiye’de ses getiren bir iddia ortaya attı. Amed Dicle imzasıyla yayımlanan bir yazı dizisinde 2014 Nevruzu öncesi AKP’den bir “üst düzey bakanın” İmralı’ya giderek Abdullah Öcalan ile görüştüğü ileri sürülüyordu. Söz konusu haber Cumhuriyet’in de manşetinde yer alınca kulislerde çeşitli isimler konuşulmaya başlandı. Öne çıkan isim bir dönem çözüm sürecini yürüten Beşir Atalay’dı. Atalay hemen bir açıklama yaptı ve “Böyle bir şey söz konusu değil. Tamamen yalan” dedi.

Ve mesele unutuldu gitti. Bugünlerde herkesin elinde bir kitap var. Türkiye’de basılmayan ama elden ele dolaşan kitap İmralı’da HDP heyeti ile Öcalan’ın yaptığı görüşmelerin bir kısmının tutanaklarını içeriyor. Kitabın adı “İmralı Notları”. 2013 yılını kapsıyor. HDP heyetinin, tabii “devlet” diye anılan MİT ve Kamu Güvenliği Müsteşarlığı görevlilerinden birinin de “yetkili” sıfatıyla katıldığı Ada’daki görüşmeler tüm detaylarıyla yer alıyor.

İşte o detaylardan ‘küçük’ bir kesit...

Bir ülkenin gelişmesi, ilerlemesi, yaşanabilir ve itibarlı bir ülke olması için her kurumun, kişinin üzerine düşen görevler var.

Yargı, medya, siyasi partiler, sivil toplum, iş dünyası, üniversiteler, aydınlar, yazarlar, sanatçılar, kanaat önderleri… herkesin bir misyonu, bir işlevi var.

Bunlardan biri üzerine düşeni yapmadığında, ülkede aksaklıklar, toplumda noksanlıklar bitmiyor. Fakat Türkiye’de sorumluların hepsi birbirinden beter durumda.

Yeri geldikçe yargıyı sorguluyoruz. Siyasi yetkilileri protesto ediyoruz. Medyayı eleştiriyoruz. Akademisyenlerden, yazarlardan, aydınlardan bir şeyler yapmalarını bekliyoruz. Fakat nedense işadamlarının böyle bir sorumluluğu yokmuş gibi bir algı var. Servetlerini koruma güdüsüyle iktidardan korkup sinmeleri, uyguladıkları ücret politikaları, çalışanların hayatına mal olan o berbat koşullar… hepsi, her şey normal sanki.

Bağdat Caddesi'nde yaşanan tecavüzün ardından eski belediye başkanı Selami Öztürk, “Marka değeri olan caddeyi harcamayın” şeklinde bir tweet atmıştı ve tepkiler üzerine bu tweet’i silmişti.

Galatasaray Lisesi’nden mezun Vahdet ve Milli Gazete yazarı M. Şevket Eygi ise olayı 'Hiçbir kadının fahişe kıyafetiyle gezme hakkı yok' şeklinde yorumlamıştı.

Olay ile aynı gün Galatasaray Lisesi gündeminde de bir taciz iddiası vardı.

İddianın üzerinden aşağı yukarı bir ay geçti. Bu kez Cansel Buse’nin intiharı manşetteydi. Yine aynı gün Galatasaray Lisesi’ndeki ilk taciz iddasıyla başlayan süreçte, geriye dönük başka taciz iddiaları da ortaya atılıyordu. Konu basına yansıtılmadı.

M. Şevket Eygi’nin Milli Gazete’deki köşesinde dün kaleme aldığı “Galatasaray Lisesi Hakkındaki Hayırlı Dilek ve Temennilerim”başlıklı yazıyla sessizlik bozuldu.

Mit tırlarının hukuki durumu tartışılırken, kaderin cilvesi olsa gerek… Tır şoförü bi arkadaş, asrın liderimize hakaret ediyor diye, sesini kaydedip, nikahlı eşini savcılığa ihbar etti.

*

İki saniye sonra anlaşıldı ki… Aslında kadıncağız “dayak yediği” gerekçesiyle boşanma davası açmıştı. Tır şoförü koca, mahkeme kararıyla evden uzaklaştırılmıştı. Ve bunun üzerine, “eşim televizyonda asrın liderimizi her gördüğünde küfür ediyor, bakın kanıtım var, sesini kaydetmiştim” diyerek savcılığa koşmuştu.

*

İzmir’de bu tuhaf boşanma davası yaşanırken, İstanbul’da… Mühendis koca, kendisi gibi mühendis eşinden boşanmak için dava açtı. Kadın ne yaptı biliyor musunuz? Tır şoförünün yaptığını yaptı. “Kocam asrın liderimize hakaret ediyor” diyerek, savcılığa ihbarda bulundu. “Bakın kanıtım var, cep telefonundan asrın liderimiz hakkında küfürlü mesajlar atmıştı, buyrun, söz konusu küfürlü mesajların çıktılarını getirdim” dedi. Koca hakkında hapis istemiyle dava açıldı.

İzmir Askeri Casusluk ve Fuhuş dosyasında, askeri servislere düzenlenecek saldırıların bilgisi de ele geçirilmişti. Ankara'daki patlama Türkiye'deki güvenlik zaafını ortaya koyarken, kapatılan casusluk dosyasını yeniden gündeme getirdi.

İzmir Askeri Casusluk ve Fuhuş dosyasından herkes beraat etti ama, İddianame ile İzmir 5. Ağır Ceza hâkimi Serdar Ergül'ün Tutukluluk Değerlendirme raporları çok ciddi bilgiler ihtiva ediyordu.

Meselâ, “Askeri casusluk davası bir kumpastır” diyenler, acaba, belgeler arasında, askerlerin servis güzergâhlarına ilişkin resimlerin, nöbetçilerin yerlerinin, geliş-gidiş saatlerinin bulunduğunu biliyorlar mı?

Popüler İçerikler

Arkeolog Muazzez İlmiye Çığ 110 Yaşında Yaşamını Yitirdi
RTÜK Başkanı'ndan Gündüz Kuşağı Programlarına Son İkaz: "Toptan Yok Ederiz!"
Montella Görevini Bırakırsa A Milli Takım'ın Başına Kim Geçmeli?