Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

7-Haziran-1 Kasım arasında 'yönetim boşluğu' sorununa dikkat çeken ve 'tek parti güçlü hükümeti 'güvenlik-istikrar-iyi yönetim'in anahtarıdır' diyen AK Parti'ydi. Peki, 1 Kasım güvenlik, istikrar, iyi yönetim sağlandı mı?

7 Haziran 2015 seçimleri, koalisyon düşüncesini, siyasi gündeme sokmuştu.

AK Parti, seçimlerin galibiydi, ama tek başına çoğunluk hükümeti kuracak milletvekili sayısına ulaşamamıştı.

Türkiye’nin koalisyon hükümeti ile yönetilme olasılığı ortaya çıkmıştı.

AK Parti, güçlü ortak olarak içinde olduğu bir koalisyon hükümeti kurabilirdi, ya CHP’yle, ya MHP’yle, ya da HDP’yle.

AKP içinde uzun zamandır süren rahatsızlık artık açıktan açığa konuşuluyor. Önce Bülent Arınç, daha sonra Hüseyin Çelik’in çıkışları. Ardından Suat Kılıç, Nihat Ergün, Sadullah Ergin’in de aralarında yer aldığı partinin eski ağır toplarının Hamamönü’nde büro tutmaları Ankara kulislerini hareketlendirmişti.

Tüm bunlar olurken 9 Şubat akşamı 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Recep Tayyip Erdoğan’ın sürpriz bir şekilde Beştepe’deki Saray’da buluşmaları bir heyecan dalgası yarattı. Ancak üç saate yakın süren görüşmenin ardından Cumhuriyet gazetesi hariç neredeyse tüm gazeteler özellikle de yandaşlar görüşmenin ‘çok olumlu bir havada geçtiğini’, ‘birlik beraberlik vurgusu’ yapıldığını yazdı...

Gül ‘kaygı’ düzeyini aşmış

Ne de olsa onlar ‘kardeş’ti. Ancak bu günlerde Ankara’da siyasetle ilgilenen kimle konuşsanız anlattıkları pek de öyle değil. Hatta çok da ağır. Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’nın özellikle son aylarında dönemin Başbakanı Erdoğan ile aralarının limoni olduğunu herkes biliyordu.

Eğer, 'fiili bir darbe' ve bu anlamda, 'hukuk devletinin tümüyle çöpe atıldığı' bir 'rejim değişikliği' söz konusu değilse, Cumhurbaşkanı, 'Anayasa Mahkemesi kararını kabul etmiyorum, tanımıyorum, uygulamam' diyemez.

Anayasa’nın 153. Maddesi gayet açık. Maddenin son satırı aynen şu şekilde:

“Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.”

Yani, kim olursanız olun, Cumhurbaşkanı da olsanız, hatta adınız Recep Tayyip Erdoğan da olsanız, Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcıdır.

Dolayısıyla, Tayyip Erdoğan’ın 'Anayasa Mahkemesi, bu şekilde bir karar vermiş olabilir. Vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım ama kabul etmek durumunda değilim. Verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum' demesinin pratik bir karşılığı yoktur.

Türkiye’deki hukuk tartışmaları, akıl sağlığını korumaya çalışan yurttaş kesimleri için ağır işkenceye dönüşmüş durumda.

Kızılay’da bindiğim taksinin sürücüsü HSYK’nın üye profilinden, Mülkiye’nin karşısındaki çorbacının sahibi AYM’den söz ediyor.

Evimin yanı başındaki bakkalın, AYM’ye bireysel başvurunun geleceği konusunda endişeleri var.

Üç beş gün önce tost yediğim büfede, büfe sahibi ile müşteri ‘başkanlık sistemi’ üzerine konuşuyordu. Büfeci parlamenter sistemi, müşteri başkanlığı savunuyordu…

Sosyal medya, pek çok açıdan berbat bir yer. Hele tanınan biriyseniz, daha da berbat bir yer. Zira hakkınızda hiçbir şey bilmeyen insanların, isimleri başta, kendileri hakkındaki her şeyi saklayarak, çoğunlukla da can sıkıntılarını geçirmek için 'çemkirmek' amacıyla yaptığı yorumlara maruz kaldığınız bir yer. Bu, herkes için böyle.

'Mütevazı' olmayacağım, özellikle benim için de böyle; inanmayan herhangi bir tivitimin altına yazılanlara baksın. Hatta twitter'da ' Hilal Kaplan RT'si ' diye bir deyiş bile oluştu. Kimin tivitini paylaşsam, IQ seviyesi yerlerde Gezici/ Fetullahçı/ PKK'lı birtakım troll'ler bana ve RT'lediğim kişiye saldırıya geçiyor. İster nesli tükenmekte olan pandalardan, ister Oscar ödüllerinde aktörlerin giydiği kıyafetlerden bahsedeyim, fark etmiyor. Aklınıza gelebilecek her tür hakareti ve hatta tehdidi boca ediyorlar. Eskiden katatonik gibi her şeye 'yargılanacaksınız' yazan bir tayfa vardı; yüzüme tükürmekten kafama sıkmaya kadar ne tivitler gördüm de o tayfayı arar oldum.

Şu sıralar Meclis gündeminde yer alan Kişisel Verilerin Korunması Kanun Tasarısının kısa sürede yasalaşması bekleniyor. Peki, bu kanun nasıl ortaya çıktı, bireyler ve şirketler açısından neler getiriyor ve hangi noktaları eksik bırakıyor?

Kişisel verilerin korunması serüveni 80’li yıllarda başladı. Dünyada hızla yayılan dijitalleşme akımıyla, eski zamanlarda kâğıtlara basılan ve kilitler arkasında muhafaza edilen bilgilere erişim kolaylaştı. 1981 yılında Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanan “ Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tâbi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunmasına İlişkin Sözleşme ”, kişisel verilerin korunması alanında bir ilki gerçekleştirdi. Sözleşme uyarınca, dijital ortama aktarılan ve hızla dolaşıma giren verilerin/bilgilerin korunması sağlanacak, korunamadığında ise bunun sorumluları bilinebilecekti. Türkiye aynı yıl diğer Konsey üyeleriyle birlikte sözleşmeyi imzaladı. Ancak sözleşmeyi onaylamayı 35 yıl boyunca erteledi. Böylece sözleşmenin imzacı devletlere yüklediği yükümlülüklerden de bugüne dek muaf kaldı.

“Yeni kanunla en azından sağlık ya da iletişim verilerimiz üçüncü kişilere usulsüz olarak devredildiğinde sorumluları muhatap alabileceğiz.”

“Meclis’e gönderilen fezlekelerin gereği yapılmalıdır . Meclis’teki milletvekilleri sağduyulu davranıp gereğini yapmalıdır . (…) Bir milletvekili suç olan bir tutum içindeyse gereği yapılmalıdır. (…) Bu fezlekeler parlamentonun raflarında çürümemelidir. Tozlanmamalıdır, gereği yapılmalıdır .” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen hafta HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını ısmarlarken yaptığı konuşmada dört kez geçiyor: Gereği yapılmalıdır. Üç dört paragraflık bir konuşma içinde tam dört kez...

Akademisyenlerin “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini zemmederken de “İlgili kurumlarımızın anayasamıza ve yasalarımıza göre açık suç teşkil eden bu ihanet karşısında gerekenleri yapacaklarına inanıyorum” demişti Erdoğan. Bunu ihbar kabul eden YÖK, hemen mukabelede bulunmuştu: “Bu bildiri ile ilgili olarak hukuk çerçevesinde gereği yapılacaktır.”

Erdoğan, Suriye meselesinde, Batılı güçlerin gereğini yapmadığından şikâyetçidir. 7 Şubat’taki konuşmasında, ikili görüşmelerde kendisine hak verdiklerini söyler:“Ama önemli olan hak vermek değil, hakkı teslim etmek, gereğini yerine getirmektir. (…) Dost dediklerimiz gereğini yapmıyor .”

Sur, Cizre, Silopi odaklı başlayan operasyonlarda artık sona gelindi.

Silopi’de normalleşme başlarken, Cizre’de eve dönüşlerin olduğu görülüyor.

Sur’da ise sürekli olarak operasyona nokta konulması aşamasına gelindiği söyleniyor.

Bir yandan da benzer operasyonların farklı ilçelerde başlama ihtimali gündemde.

Operasyonların yapıldığı ilçelerin yeniden imarı ve yeni bir güvenlik yapılanmasına geçileceği de.

Bütün bunların yanında PKK’nın bahar aylarıyla birlikte saldırılarını artıracağına yönelik istihbaratlara yoğunlaşılmış durumda. 

Elbette Suriye krizinin yarattığı ve her an bölgesel çatışmalar doğurma riski bulunan gerilimli ortam da Ankara’yı sürekli teyakkuz durumunda tutuyor. 

Güneydoğu’da bahar; endişeler ve umutlar içinde geliyor.

CHP’nin raporundaki tespit

CHP, bu gerilimli ortamda Diyarbakır ve Mardin’de incelemeler yapmak üzere bir heyet görevlendirdi.

CHP Grup Başkanvekili Levent Gök’ün başkanlığındaki heyet, raporunu geçtiğimiz günlerde tamamladı.

Siyaset-toplum, devlet-siyaset ve devlet-toplum ilişkilerinin bildik ve evrensel bir 'demokratik şema'sı vardır.

Bu şemada toplumun talepleri esastır.

Toplumsal talepler, bu şemanın başka bir esasıyla, zamanın ruhu ve evrensel değerlerle birleşir, onların süzgecinden geçerler.

En nihayet bu yolla siyasi kararlara dönüşürler. Bu, bir etkileşim sistemi içinde meydana geldiği oranda, sadece bir karar süreci değil, aynı zamanda bir katılım sürecidir. Sadece bir katılım süreci değil, aynı zamanda bir denetim sürecidir.

Denetim bu şemada önemli bir yer tutar.

“Siyasi denetimi” ucu seçimlere, seçmene kadar ulaşan bir mekanizma, yetki-sorumluluk mekanizması yapar. “İdari denetimi” hukuk ilkeleri çerçevesinde, teamüller ve etik değerleriyle kurumlar hiyerarşisi yapar. “Hukuki denetimi” ise hukukun üstünlüğü çerçevesinde bağımsız yargı yapar.

“Bakın bakın, böyle zulüm başka bir yerde vardır”

Sur’un dar sokaklarından birinde Ziya Gökalp Mahallesi’ndeyiz. Harabeye dönmüş bir eve bakarken arkamızdan gelen bir kadın söylüyor bu sözleri. Dar sokakta yürürken konuşmaya başlıyoruz. “Burada can güvenliğimiz yok. Kapıdan çıkıyoruz, geri dönecek miyiz bilmiyoruz.” Ziya Gökalp Diyarbakır Sur’da sokağa çıkma yasağı kalkan mahallelerden biri. Yasak kalkmış ama mahalleye girmek öyle kolay değil. Sur’un her tarafı polis barikatlarıyla çevrili. Sokağa çıkma yasağının olduğu mahallelere girerken de polis kontrolünden geçiyorsunuz. Çocuklar okula kar maskeli özel timlerin kontrolünden geçerek gidiyor, işi olanlar işine her sabah GBT kontrolünden geçerek, üst araması yaparak gidip geliyor.

Sokağa çıkma yasağı yok ama sokağa çıkan insan yok. Sokakta bomba sesi, sokakta tank, panzer…

Popüler İçerikler

Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı
Icardi'nin A Milli Takım Forması Giymesi İçin CİMER'e Başvuruda Bulunuldu!
RTÜK Başkanı'ndan Gündüz Kuşağı Programlarına Son İkaz: "Toptan Yok Ederiz!"