Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

HDP Merkez Yürütme Kurulu, yayınladığı bildiride benim için 'KORKAK' ve 'KAYPAK' demiş.

“KORKAK” suçlamasına cevabım şudur:

-Silahlı ya da silahsız, herhangi bir örgütüm yok.

-Sırtımı dağlara, bağrımı ovalara yaslamıyorum. 

-Yanımda yöremde canlı bomba olmayı göze alabilecek denli gözü dönmüş bir tek kişi bile yok.

-Buna rağmen silahlı terör örgütünün hışmını üzerime çekecek, canlı bomba olacak kadar gözü dönmüşleri kızdıracak yazıları, gözümü hiç kırpmadan yazabiliyorum.

-Bu mudur korkaklık?

“KAYPAK” suçlamasına gelince...

-Eğer kaypak olmamaktan kastınız, siz ne yaparsanız yapın, hep ve daima sizin yanınızda olmaksa... Açık söylüyorum: Ben bir kaypağım.

-Siz demokrasiden, özgürlükten, Türkiyelilikten yana olduğunuzda sizin yanınızda olurum ve sizinle beraber bu toprakların en güzel türkülerini söylerim.

-Ama siz dağlara dönüp sıkılmış yumruklarınızla “durun” diye haykıramazsanız... Canlı bombanın taziyesine gidilmesine çok net ve sert bir şekilde itiraz edemezseniz... Hendek ve barikatlara selam çakarsanız...

-Anında kaypaklık yapar karşınıza geçerim.

Can’ın (Dündar) ve Erdem Gül’ün üç ayı aşkın süreden beri bulunduruldukları demir parmaklıkların ardından çıkan,“açık hava”ya kavuşmaları, kuşkusuz, harikûlâde bir gelişme. Özellikle, kendileri ve en başta da aileleri, yakınları ve sevenleri için.

Dündar-Gül tahliye kararının, Türkiye’de adalete inanan, demokrasi ve özgürlük yanlısı herkes için, gelecek açısından iyimserlik duyulacak bir gelişme olduğunu düşünenler olabilir.

Ama, orada durmak gerekiyor. Söz konusu gelişme, Anayasa Mahkemesi’nin mevcut yapısı sayesinde elde edildi. Anayasa Mahkemesi’nun bu kararı, ne yazık ki, Türkiye’de anti-demokratik gidişatın yön değiştirmesi, demokrasi ve özgürlükler yönünde bir keskin virajın dönülmesine işaret etmiyor.

Karar, “yandaş” ve “troll” diye nitelendirilen kimilerinde infiale yol açtı; “Abdullah Gül’ün mahkemesinin utanç verici kararı” olarak değerlendirildi. “Havuz”dan “Türkiye’de artık casusluk serbest” gibisinden sözde “ironik”, ipe sapa gelmez manşetler atıldı.

Can Dündar AYM eliyle serbest bırakıldı. Dündar’ın yaptığı dünyanın her yerinde suçtur ve milli güvenliği ihlaldir. AYM’nin gerekçeli kararını okuduktan sonra detaylı bir yazı yazacağım. 30 Mayıs 2015’te Can Dündar’la ilgili bir yazı yazmıştım. O yazıdan seçtiğim bazı bölümleri burada yineliyorum:

1 Ocak 2014’te Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde bütün unsurlarıyla paralel çete MİT TIR’larını durdurdu. Bu olaydan 18 gün sonra Adana, Ceyhan Sirkeci gişelerinde paralel jandarma MİT TIR’larının önünü kesti. MİT personeli Başbakanın izni olmadan soruşturulamaz kanununa rağmen paralel savcı Aziz Takçı, Pensilvanya’dan aldığı talimatla devlete ve millete operasyon çekti.

Vatana ihaneti yapan şebekenin bütün unsurları şu anda yargılanıyor. Batı demokrasileri kendilerine yönelik böyle operasyonlarda nasıl davranıyorlarsa, bizim devletimiz de aynı şeyi yapacaktır. Bundan kimsenin zerre şüphesi olmasın.

Can Dündar ve Erdem Gül'le ilgili Anayasa Mahkemesi'nin verdiği hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiğine dair karar, hızla sonuç verdi.

Bu iki gazeteci ilgili mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldılar. Bu sonuç, hem basın özgürlüğü, daha da öte özgürlük üzerindeki baskı ve ağırlığın bir miktar hafiflemesi, yaşadığımız sıkıntılı ve boğucu koşullarda hukuk gücünün, her şeye rağmen varlığına ve özerkliğine işaret etmesi bakımından son derece önemlidir ve değerlidir.

Karar siyasi ve özgürlüğe ilişkin ciddi damar tıkanıklığını açan, demokrasiyi rahatlatan, organlar arasındaki mesafeyi dolaylı olarak yeniden tanımlayan bir karardır.

Nitekim kararda dikkat çekici husus, mahkemenin tutuklanma gerekçesiyle ilgili karar vermekle yetinmediği, iddianamenin esasına ilişkin de olumsuz görüş belirtmesidir.

Dündar ve Gül'ün, Anayasanın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan “kişi özgürlüğü ve güvenliği” haklarının ihlali edildiğini söyleyen mahkeme, ayrıca Anayasanın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan “ifade ve basın özgürlüklerinin” de ihlal edildiğine hükmetmiş bulunuyor.

DİYALOG, iki tarafın birbirini ikna etmek için birbirine tanıdığı fırsattır.

Monolog otoriteyle özdeşleşirken, diyalog işbirliği hevesidir. Birbirinin sesini duyma isteğidir. Ortak iyiye ancak diyalogla ulaşılabilir. Başbakan Davutoğlu’nun Cerattepe’de yapılması planlanan madeni konuşmak üzere Artvin heyetiyle bir araya gelmesi memnuniyet verici. İletişimin süreceğini söylemesi daha da iyi.

Başbakan bu haftaki toplantıdan sonra yaptığı açıklamada bazı sözler verdi. Madende kapalı galeri sistemiyle çalışılacağı, teleferik kurulacağı, alanın sonradan ağaçlandırılacağı gibi

Birileri Başbakan’a bunlar yapıldığı takdirde Artvin’e hiç zarar verilmeyeceğini söylemiş olmalı. Maalesef gerçek bu değil.

Salı günleri Meclis’teki parti grup toplantılarının futbol sahalarından farkı kalmamaya başladı. Özellikle de AKP Grup toplantılarının... Her salı, otobüslerle milletvekilleri tarafından Meclis’e getirilmiş “bindirilmiş kıtalar” tribünlere alınıyor. Başbakan’ın salona girmesiyle birlikte her kıta kendi amigosunun işaretiyle harekete geçiyor. Tezahüratta kullanılan sloganlar çoğu zaman, “Filanca il seninle gurur duyuyor” ya da “Dik dur eğilme, filanca il seninle” gibi klasik sözler!

Hangi “bindirilmiş kıta” daha iyi, daha uzun ve daha yüksek volümlü tezahürat yaparsa Başbakan’dan sözle veya mimikle “aferin”i alıyor. Bu, aynı zamanda o kıtayı getiren milletvekilleri için de “aferin” demek.

“Bindirilmiş kıtalar” tezahürat görevini bihakkın yerine getirdikten sonra görev sırası onları Meclis’e getiren milletvekillerine geçiyor. En klasik görev bu yiğitleri toplu halde Meclis lokantasına götürüp “iaşe”lerini sağlamak. Hele hele bir de Başbakan’la toplu fotoğraf çektirilirse artık o milletvekiline seçim bölgesinde ölüm yok. Karınlar doydu, fotoğraf da çekildi mi? Artık dönüş vakti geldi demektir.

En üzücü durum mu? Siyasilerin moral bulmak için bu tür tezahürata ihtiyaç duyması... Sakil ve çağdışı görüntünün Meclis’in ve partinin itibarını düşürdüğünü bir türlü görememesi... 

Veya görülmediğini sanması...

Anayasa Mahkemesi 3 aydır tutuklu yargılanan Can Dündar'ın tahliyesine karar verdi. Dündar, benzer ya da daha hafif suçlamalara muhatap olan pek çok 'sıradan vatandaşın' aksine tutuksuz yargılanacak.

Geçmiş olsun diyeceğim ama Dündar daha cezaevi kapısındayken bu gelişmeyi bir ayrıcalık olarak hissettiğini kibriyle açık ederek nezaketimizi kursağımızda koydu. 'Hesap verecekler' tehdidiyle başladığı konuşmasını 'Erdoğan'a doğum günü hediyesi vermek istedik' diye sürdürdü.

Dündar sözlerini açmalı, zira yargının 'kime hesap vereceğini' merak ediyorum. Gezi döneminde bugün arkasına sığındığı gazeteciliğini ayakları altına alıp önünde poz verdiği basın araçlarını yakan sokak kabadayıları mı soracakmış bu hesabı? Yoksa yılların Cumhuriyet'ini, prestijini ve çıkarlarını korumak üzere emrine verdiği Şam'ın diktatörü mü?

Can Dündar ile Erdem Gül’e özgürlük yolu açıldı” dediler gece…

*

Bu anlarda niçin bir çocuğun oyuncakları geliyor gözümün önüne…

Niçin adliye sarayları, hukuk kitapları, mahkeme salonları değil?… Niçin bir küçük odada, yerde dağınık çocuk oyuncakları beliriyor gözümde?…

Niçin yüksek adalet kürsüleri, kanunlar, hak, hukuk değil?…

Bir kırmızı oyuncak otomobil, rastgele atılmış odanın ortasına, çocuk onu bırakıp gitmiş yargıç…

*

Çünkü bu dönemi diğer bir şey anlatamıyor…

Bu zulmü başka hiçbir şey ifade edemiyor…

Çünkü masumiyetimiz; sizin o adliye saraylarınızda, yüksek kürsülerinizde, tokmaklarınızda, terazilerinizde, kitaplarınızda, kararlarınızda değil… Hukuksuz yere elinden babası alınmış bir çocuğun ağlayışında karşılığını buluyor…

Anayasa Mahkemesi malumu ilan etti. Can Dündar ve Erdem Gül hakkında soruşturma açıldığı andan itibaren malum olanı. Yapılan, bir ifade ve basın özgürlüğü ihlaliydi. 

Sağ olsun savcı bey de bu konuda ikircikli olanların şüphelerini, hazırladığı iddianame olduğu iddia edilen metinle gidermişti.

Bırakın hukuk eğitimi almayı, hayatında bir sayfadan uzun bir şey okumuş kimsenin o iddianameyi gördükten sonra söz konusu olanın ifade ve basın özgürlüğü ihlali dışında bir şey olduğunu ileri sürmesi mümkün değildi.

Hukuk güvenliğinin aşındığı, kuvvetler ayrılığının hoyratça ezildiği bir memlekette Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar elbette umut verici. 

Ancak bunun zaten verilmesi gereken bir karar olduğu, aksi bir karar çıkmış olsaydı memleketimizin kâğıt üzerinde dahi demokrasi olarak nitelenemeyeceğini de asla unutmamak gerek.

Can Dündar ile Erdem Gül’ün tahliye haberini;

-Bazı gazeteler normal haber olarak veriyor.

-Bazı gazeteler ki, bu havuz medyası ya da yandaş medya haberi verirken, “casusluk artık serbest” ya da “Can Dündar’a AYM’den jest” gibi ifadeler kullanıyor.

-Bazı gazeteler ki, yine iktidar medyası, haberi hiç kullanmıyor.

Böyle bir haberin kullanılmaması ya da hukuk dışına çıkarak şaşırtıcı yorumlarla verilmesi Türkiye gerçeğini sergiliyor. Öyle ki;

-Toplumun ikiye ayrıldığını, parçalandığını, kutuplaştığını bir kez daha kanıtlıyor.

-Parçalanma hukuku geride bırakıyor, nefret alabildiğine ön plana çıkıyor. Hani, neredeyse ilk fırsatta karşıdakini boğazlayacak hale geliyor.

-Parçalanma iktidar medyasına ve yandaşlarına da sıçrıyor, onlar da kendi içlerinde bölünüyor.

-İkiye parçalanmış iktidar grubu birleştiğinde, ortaya atılmış olan kavgayı toplumun diğer kesimine sonuna kadar sürdürme niyetini gösteriyor.

Bir sosyolog ve bir psikolog bugünkü gazetelerin tamamını incelemeli, iktidar medyasının ruh halini sergilemeli. Bir hukukçu olmalı ki, iktidar medyasının hukuka teğet geçtiğini ortaya koymalı. Bir tarihçi olmalı ki, “tarih” düşsün. Zaman içinde AKP ile geldiğimiz noktayı nitelesin.

Popüler İçerikler

Almanya’daki Saldırıyı Kim Yaptı? Noel Pazarı Saldırganının Kimliği ve Röportajı Ortaya Çıktı
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı
Cübbeli Ahmet Çakarlı Araçla Geldiği Etkinlikte Şeriatı Savundu: Skandal Sözlere Tepki Yağdı!