Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Cumhurbaşkanı yine muhtarları toplamış, şöyle demiş:

“El Nusra DAİŞ’e karşı savaşıyor ama ona da kötü diyorlar. Ona neden kötü diyorsunuz? Çünkü olay farklı. Nusra’nın konumu farklı olduğu için kötü terörist oluyor.”

Sözleri NTV’nin sitesinden aldım, gözlerine inanamayıp da bakmak isteyen olursa kısaltılmış link şu: http://goo.gl/DMqcfs.

Çünkü bizzat bakmak isteyen olabilir. Kendi gözleriyle görmek isteyen olabilir. Çünkü gözlerine inanmayan, onlara inansa da gördüğüne inanamayan olabilir. Çünkü inanamayan olmalı. Çünkü Türkiye’nin cumhurbaştanı, “Nusra’ya neden kötü diyorsunuz!” diye hesap soruyor. Nusra’nın “konumu farklı”ymış.

Biz bu memlekette hiçbir meseleyi, zemini neyse onun üzerinde, çerçevesi neyse onun içerisinde, gerekiyorsa geçmişiyle irtibatlandırıp, gerekiyorsa iç bağlantılarını deşip, kısaca, akıl-mantığın icap ettirdiği usûllerle ele almayız, mâlûm.

Hattâ hiç ele almayız. Öyle yerde bırakırız.

IŞİD'in canlı bombası kendisini patlatınca...

“Aman da ne barbar örgüt, aman da ne cani bir çete” falan deyip duruyordunuz.

Ama sizinkilerden biri canlı bomba olup kendini patlatınca...

Hemen “Ama bu halkların demokratik canlı bombasıdır heval” tavrını takınıverdiniz.

*

Canlı bomba olup onlarca masumun canına kıymak...

Hangi halkın, hangi demokratik kitabında yazıyor?

*

Ağzınızı açarken “barış” diyeceksiniz, ağzınızı kapatırken “demokrasi” diyeceksiniz.

Sonra da canlı bomba için açılan taziye çadırına gidip, “Aman da benim aslanım ne de güzel kendini patlatırmış böyle” diye pışpışlama yapacaksınız.

*

Madem canlı bomba olup kendini patlatmak, kutsanacak bir mücadele yöntemidir.

Ne diye bu yöntemi sadece birkaç garibana bırakıyorsunuz ki?

Parlamentoda ballı maaşlar alıp gel keyfim gel diyeceğinize...

Gidip kendinizi patlatsanıza...

Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu’nun salonunu dolduran herkes kulak kesilmiş dinliyordu.

Telefondaki ses, “60 gündür susuz, aç ve yaşam sınırları kapanmış halde bekliyoruz” diyordu.

Kürsüdeki mikrofona tutulan cep telefonundan salona dalga dalga; endişeli, gergin ama asla teslim olmayacak kadar dik sesi yansıyordu:

“Elimizde 100 cenaze var. 120 bin nüfustan 10 bin kişi kaldı ilçede. Biz şu anda bir bodrum katındayız. 4 kişi öldü, 24 kişi en azından şu an sağ. Sultan Irmak’ın durumu çok ağır. Hiç su, yemek yok. Elektrik yok. Durumumuz çok kritik. Bu vahşeti, katliamı durdurun. Aksi halde sizleri de suç ortağı görmek zorundayız. Katliamla yüz yüzeyiz.”

Neredeyse bir ay önce, yani 27 Ocak günü Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu binasında düzenlenen 12. Kürt konferansının ikinci günüydü. Cizre Halk Meclisi Eşbaşkanı Mehmet Tunç, seslerini dünyaya böyle duyuruyordu. Kürsüde AB Türkiye raportörü Kati Piri de vardı. Salondaki birçok Avrupalı parlamenter, Kürt siyasetçi, gazeteci, insan hakları savunucuları dehşet içinde dinlemişti Mehmet Tunç’u.

HDP projesi çok önemliydi. Hem Kürtler için, hem Türkiye için.

Kürtler için önemliydi, çünkü yıllardır mecbur bırakıldıkları şiddet sarmalından kurtulmalarına yarayacaktı.

Türkiye için önemliydi, çünkü yıllardır arada silah var diye çözemediği bir meselesini konuşarak çözme imkanını yakalayacaktı.

Ve en önemlisi de, çatışmaların açtığı yaraların sarılmasına ciddi katkı sağlayacaktı.

Fakat, hem iktidar hem PKK, HDP’nin Türkiyelileşme çabasına köstek oldu.

Ülkeyi yönetenler, kendi siyasi ikballeri uğruna, çözümün önünü tıkadılar.

PKK da zemin kaybetmemek, etkinliğini korumak için HDP’nin önüne konan engelleri güçlendirmek için elinden geleni yaptı.

Fakat, hem iktidar hem PKK, HDP’nin Türkiyelileşme çabasına köstek oldu.

27 Şubat'ta başlaması beklenen 'Suriye'deki ateşkes kime yarayacak' sorusuna o kadar çok farklı cevaplar üretmek mümkün ki... Eğer bir ateşkes fiili bölünmüşlüğü kalıcı hale getirecekse, bu durum İŞİD'e de yarayacaktır... Ya da Beşşar Esad'ın koltuğunu koruma süresini uzatacaksa, ateşkes onun da yararına olacaktır.

Ama ateşkes kime yararsa yarasın, mutlaka gerçekleştirilmelidir. Çünkü Suriye Krizi'nin Rusya'nın bu ülkeye yerleşmesi ile sonuçlanması, sade Türkiye'yi değil tüm dünyayı ilgilendirmesi gereken tehlikeli sonuçlara gebe olabilir... 

Uçak krizi 

Türkiye ile Rusya arasındaki krizin tek nedeni bir Rus uçağının düşürülmesi midir, bilemiyoruz. Son 20 yılda her alanda olağanüstü gelişmeler gösteren Türk- Rus işbirliği ve dostluğu bu tür talihsiz bir olayla nasıl sona erer, anlamak mümkün değil. Ve şu anda Soğuk Savaş'ın en gergin yıllarında bile görülmemiş sertleşme var Ankara -Moskova ilişkilerinde... Bu sertleşme o noktada ki, bir sıcak Türk -Rus askeri çatışması üzerinde spekülasyon bile yapılmakta çeşitli çevrelerde...

Milyonlarca çalışanı ilgilendiren iki konu yeniden gündemde. Bunlardan biri kiralık işçilik, diğeri ise kıdem tazminatı fonu. Muhalefetin asgari ücret konusunda oluşturduğu güçlü kamuoyu baskısı ve seçim kaygısıyla nedeniyle, asgari ücreti 1300 liraya çıkarmak zorunda kalan hükümet, ardından hemen kiralık işçilik uygulamasını gündeme getirdi. Halen Meclis gündeminde olan kiralık işçilik tasarısı, işçilere verilen 300 lira zammın karşılığını işverenlerin misliyle geri almasına yarayacak bir esnek-güvencesiz çalışma uygulaması.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Soylu tasarıya kiralık işçilik demenin haksızlık olduğunu söylüyor. Oysa tasarının iş bulma faaliyetini kazanç kapısı haline getirdiği açık. Bu yüzden kiralık işçilik tanımı cuk oturmuş bir ifade. Meselenin özünü bu kadar veciz anlatan bir başka tanım bulunamazdı. Ancak sayın bakana isterse başka isimler de önerelim: İşçi simsarlığı, emek komisyonculuğu, modern amele pazarı...

Kiralık işçilik tasarısı Meclis gündemindeyken kıdem tazminatı etrafında da tartışma devam ediyor. Ancak henüz kıdem tazminatına ilişkin bir tasarı hazırlanmış değil.

Memurların emekli ikramiyesinin hesaplanmasında 30 yıl sınırı Anayasa Mahkemesi tarafından kaldırılmıştı. Ancak karar 7 Ocak 2015 sonrası emekli olanlara uygulanıyordu. Danıştay’da sonuçlanan hukuk süreciyle şimdi karar geriye dönük olarak da uygulanacak

Anayasa Mahkemesi’nin 25 Aralık 2014 tarihinde aldığı karar, memurların emekli ikramiyesinin hesaplanmasında 30 yıl sınırının Anayasa’nın 2, 10 ve 60’ıncı maddesine aykırı olduğu yönündeydi. 

Bu karar sonrası 30 yıldan fazla çalışması bulunan memurların emekli ikramiyelerini 30 yıl üzerinden değil, hizmet yıllarının tamamı üzerinden alabilmeleri sağlandı. Ancak kararın yayımlanmasından önce emekli olmuş kişilerden 30 yılın üzerinde hizmeti bulunanlar önce Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) sonra idare mahkemesine başvurmak durumunda kalmıştı. Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararın en önemli gerekçesi, emekli ikramiyesinin sosyal güvenlik hakkı kapsamında değerlendirilmesiydi. Emekli ikramiyesinde 30 yıl sınırı eşitsizliğe neden olan bir düzenleme olarak değerlendirilmişti. Diğer yandan kararın bir başka gerekçesi ise 30 yıl çalışması olan bir memur ile 35 yıl çalışması olan bir memur için eşitlik ilkesine aykırı düzenleme yapılıyor olmasıydı.

“- Gidiyorsun ama…

 - Git tabi de…

 - Sen gitmesen olmaz mı?...

 - İyi git de…

 - Dikkat et olur mu… ?”

Haber Nöbeti’ne gideceğimi söylediğim hemen herkesin tavrı, sözleri aşağı yukarı böyle oldu. Doğrudan gitme diyemeyen ama kaygısı eksik olmayan… “Ama’lı, fakat’lı…” Ama bu kez kaygılı… Çünkü çatışma ve ölüm haberlerinin geldiği yere haber yapmaya daha doğrusu, bütün zor koşullara hatta canı pahasına mesleğini yapamaya çalışan arkadaşlarımıza destek olmak için gidiyorduk. Bizim yaşayacağımız tehlike hepi topu birkaç günlüktü. Oysa onlar her an gözaltı, tutuklanma ve ölüm tehlikesi ile işlerini yapıyorlardı. Bizim de başımıza böyle bir şey gelemez miydi, gelebilirdi. Ama gitmeden duramazdık. Meslektaşlarımızı orada yalnız başlarına bırakamazdık. “Niye gidiyorsun?” değil, “Niye gitmiyorsun?” sorusunun sorulmasının icap ettiği günlerden geçiyoruz çünkü…

“Buradaki arkadaşların gazetecilik yaptığı yerde siz gidip gazetecilik yapamazsınız. Mazlum’un 80 gün Sur’da yaptığı gazeteciliği kolay kolay kimse yapamaz.”

Körfez emirliklerinin görkemli günleri sona mı eriyor? Uluslararası kredi derecelendirme kuruşları ve yatırım bankaları tarafından yapılan analizlere göre bu sorunun yanıtı “Evet”. Örneğin, kredi derecelendirme kuruluşu Standard&Poor’s Suudi Arabistan’ın kredi notunu son beş ay içinde iki kere düşürdü. Bahreyn ve Umman’ın kredi notları da oldukça kötü durumda.

Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Christine Lagarde’nin verdiği bilgilere göre Körfez ülkeleri düşük seyreden petrol fiyatları yüzünden son bir yılda 275 milyar dolar gelir kaybına uğradı.

Petrol fiyatları bir buçuk sene içinde 110 dolardan 30 dolara gerileyince ‘Arap Baharı’ sonrası halkı yatıştırmak için kesenin ağzını açan Körfez şeyhleri sarsıldı. Yöneticiler, sosyal yardımlarla patlayan bütçe açıklarını kapatabilmek için önce merkez bankası rezervlerini kullandılar. Bu da yeterli olmayınca ulusal varlık fonlarından elinde bulunan varlıkları satmaya başladılar.

Ancak tüm bu çabalar işe yaramamış görünüyor. Kuwait Financial Centre (Markaz) tarafından yapılan hesaplamalara göre Körfez ülkelerinin bütçeleri geçen yıl 160 milyar dolar açık verdi. Bu rakamın bu yıl da 159 milyar dolar olması bekleniyor.

Herkes, Galatasaray ile oynadıkları maçta hakeme kırmızı kart gösteren Trabzonsporlu futbolcu Salih Dursun’u konuşuyor. Kahraman ilan ettiler.

Herkes, bu maçta hakemin verdiği kararları tartışıyor. Neler demiyorlar ki?

Herkes, hakemin düdüğünü asıp artık maça çıkmamasını öğütlüyor.

Ben maçı seyrettim.

Türk futbolcusunun bin bir kurnazlıkla hakemleri kandırma çirkinliğinden bıktım usandım! Kimse, Türk futbolunun çöken spor ahlakını tartışmıyor…

Maçı içinden çıkılmaz hale getiren futbolcu, kendini yere atarak hakemi kandırıp penaltı kazanan Trabzonsporlu Erkan Zengin idi!

Bence hakem Deniz Ateş Bitnel, penaltı kararı verdikten sonra kandırıldığını hissetti ve o andan sonra maç kontrolünden çıktı.

Amacım bu futbol maçını yazmak değil…

AKP’deki önemli bir ayrıntıyı atlamamak!

Herkes, Bülent Arınç, Hüseyin Çelik, Sadullah Ergin, Nihat Ergün gibi AKP’li eski bakanların muhalif çıkışlarını tartışıyor.

Arınç ve diğerleri sürekli gündemde. Aynı Trabzonsporlu dört futbolcu gibi bu dört AKP’liye de kırmızı kart gösterildiği iddia ediliyor.

Popüler İçerikler

Domuz Eti Skandalıyla Gündeme Gelmişti: Köfteci Yusuf Yeni Bir Sektöre Giriş Yapıyor!
Bahis Reklamı ve Teşvik İçin Soruşturma Başlatılmıştı: RTÜK Başkanı TV8 İçin İnceleme Başlatıldığını Açıkladı!
Montella Görevini Bırakırsa A Milli Takım'ın Başına Kim Geçmeli?