Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Suriye’nin kuzeyindeki gelişmeler, Suriye iç savaşını küresel ölçekte bir krize taşıdı.

Rusya’nın savaşa katılmasından sonra dengeler bütünüyle değişti.

PKK’nın Suriye’deki kolu PYD-YPG’nin hem Rusya hem ABD’den destek alarak ilerlemesi, savaşın başından bu yana aşama aşama ülkedeki kontrolünü yitiren Esad rejiminin yeniden güç kazanarak başta Halep olmak üzere stratejik noktalarda kazanım elde etmesi bugünkü tabloyu meydana getirdi.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, dün açık biçimde dünyaya rejim tarafından da hiç olmadığı kadar desteklenen YPG’nin Türkiye’nin kırmızı çizgi ilan ettiği Azez’e girmesine izin vermeyeceklerini ilan etti.

YPG’nin ele geçirdiği ve Türkiye’nin uyarısına rağmen boşaltmayacağını açıkladığı havaalanının da gerekirse kullanılamaz hale getirileceğini söyledi.

Dünkü piyasa gelişmeleri, şimdiye kadar fiyatlanmayan dış politika riskinin artık fiyatlanmaya başladığını gösterdi. 

Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin ulusal para birimleri değerlenirken, aynı gruptaki TL’nin değer kaybına uğramasının en önemli nedeni Suriye’de artan sıcak çatışma ihtimali idi.

Dün haftaya değer kaybıyla başlayan, az sayıda da olsa, başka para birimleri de vardı ama küresel risk iştahının arttığı bir gündü. Türkiye’nin diğer gelişmekte olan ülkeler arasındaki yeri, bu dönem daha çok, emtia ithalatçısı ülke olarak sınıflandırılıyor. Petrol başta olmak üzere düşen emtia fiyatları bizim gibi ülkelerin ithal faturasını ciddi biçimde düşürüyor ve ister istemez ekonomide olumlu bir hava yaratıyor. O nedenle son dönemde Rusya, Brezilya gibi emtia ihracatçısı ülkelerin durumunun kötüleşmesi doğal görülürken, bizim gibi emtia ithalatçısı ülkelerin olumlu ayrıştığı görülüyor.

Aslında yılbaşından bu yana baktığımızda TL’nin değeri diğer para birimlerinden olumsuz ayrışmamıştı, nispeten iyi seyretti bile diyebiliriz.

Şahsiyet arayışı, genellikle, bir felaketin yan ürünüdür” diyor tarihçimiz Norman Itzkowitz (Osmanlı İmparatorluğu ve İslami Gelenek). Felaketin yanına, kimi durumlarda rezaleti ve fiyaskoyu da ekleyebiliriz.

Bu ülke için kimlik arayışı meselesi yeni bir şey değil, fakat AKP döneminde, özellikle 2007 sonrasında, bu şahsiyet arayışı öyle bir hal aldı ki, yüksek atlama bile yeterli görülmedi, sırıkla atlama gayretkeşliğine kilitlendi.

‘Şahsiyet arayışı’ ile ne demek istediğimi, AKP’li olsun olmasın, herkes anlamıştır sanırım; bu arayışı destekleyenler de, desteklemeyenler de. AKP’nin şahsiyet arayışının temel dayanak ve çıkış noktasını Sadrıazam Davudzade Ahmed Paşa’nın çeşitli vesilelerle birkaç kez söylediği şu deyiş temsil ediyor: “I. Dünya Savaşı sonunda açılan Osmanlı parantezini kapatıyoruz.”

Bunu Ahmed Paşa’nın söylemesi ayrıca önemli, çünkü önce başbakan sonra cumhurbaşkanı başdanışmanı olarak, ardından dışişleri bakanı ve başbakan olarak bu şahsiyet arayışının ve aranan şahsiyetin ne olduğunun çerçevesini çizenlerin başında geliyor.

Sorular o kadar çok ki:

Uzman Çavuş Mustafa Uygun nasıl öldü? Hatay/Yayladağ’da bir askeri boğazını keserek öldürenler kimlerdir? Nasıl olmuş olay?

Hatay Valisi’nin söylediği lafa bakın: “İnsan kaçakçıları geçerken asker bunlara müdahale ediyor, çalılık alanda bir boğuşma oluyor. Boğuşma neticesinde boynu kesilerek yaralanan askerimiz şehit oluyor. Şu anda adli süreç devam ediyor.” Evet, eder, o adlî süreç hep tam şu anda devam eder. Boğuşma neticesinde boynu kesilmiş! O da öyle olur, boğuşurken birden boynu kesilir insanın.

Genelkurmay’ın dediğiyse şu: “...çıkan çatışmada kahraman bir silah arkadaşımız olay yerinde şehit olmuştur.” Evet, biliyoruz ki, silah arkadaşımız şehit olduysa kahramandır. Peki nasıl şehit oldu? “Çıkan çatışmada”! Hı hı, tabiî... Çatışmada boğuşuyorlardı, derken birden boynu kesildi.

AKP dönemiyle askeriye döneminin farkı: eskiden devletin bütün kurumları aynı yalanı söyleyebilirdi, kurumsallık sarsılınca böyle oldu. İşte, her durumda yalnız bir kişi konuşsa…

Her şeyin tersinden işlediği bir ülke, Türkiye.

Mesela, alın Deniz Baykal'ın CNNTürk'te 'Tarafsız Bölge' adlı programda durduk yerde ala valayla ekrana çıkarılması olayını.

Seyretme gafletinde bulunanlara şunu sorabiliriz:

'Neyi ne adına yeni bir şey olarak öğrenmiş oldunuz bunca lafı dinledikten sonra?'

'Baykal, değerli fikirlerini ıkına sıkına anlatıp ülkedeki en yakıcı meseleler üzerine kamusal tartışmayı zenginleştirecek, açacak, zihinlere yeni malzeme sağlayacak ne söyledi?'

'Baykal'ın sanki bir parti lideriymiş gibi böyle özel muamele görmesi, hangi sıfata, hangi gerekçeye dayanıyor?'

Cevabı kolay olmayan sorular bunlar.

Ana başlıklarla şunları söylemiş CHP eski lideri:

Bilindiği üzere istatistiki bilgi, modern devletlerin nüfusun nicel ve nitel özelliklerini bilmesine ve bu bilgi aracılığıyla da nüfusu yönetmesine yarayan önemli araçlardan biridir. Bu çerçeveden bakıldığında, eğer ortada belirli bir konuda gerektiği gibi bir istatistik yoksa iki şeyden şüphelenilebilir: ya o konu hakkındaki bilgi, ekonominin işleyişi, asayişin sağlanması, toplum sağlığı vb. açılardan devletin kendine çizdiği müdahale alanının dışında kalıyordur; ya da konunun etraflıca bilinmesi, hali hazırda var olan düzenin sorgulanmasının önünü açacaktır. Genel olarak her türlü insan hakları ihlaline, doğa talanına ya da hayvan sömürüsüne ilişkin resmi kaynak yetersizliği, bu ikinci ihtimal dahilinde değerlendirilebilir. Dolayısıyla hak savunusu açısından, gözden ve gönülden ırak bırakılmak istenen bu alanlarda bilgi üretmenin değeri (ve elbette zorluğu) su götürmez bir gerçektir.

Erkek şiddetinin, normdan / normal kabul edilenden / cinsiyet eşitsizliğine dayalı düzenden kaynaklandığı ve bu düzen içinde sıradan bir eylem olarak kabul edildiği fikri, feminist teori ve pratiğin en önemli (ve feminist dalgalar değişse de kıymetini yitirmeyecek) tespitlerinden biridir.

Sonunda beklenen oldu. Türkiye, top atışları ile Azez'e giren PYD- YPG güçlerini vurdu. Minig hava üssü de vurulan hedefler arasındaydı.

Başbakan Davutoğlu, YPG'lilerin Azez'i ve hava üssünü terk etmemeleri halinde topçu ateşinin durmayacağını açıkladı. Elbette, Kuzey Suriye'de Fırat'ın batısına geçmemesi yönünde uyarılan PYD'nin Rus bombardımanları eşliğinde doğudan bastırması Türkiye'yi harekete geçiren sebep oldu. Anlaşılan, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Latin Amerika ziyareti dönüşü bahsettiği dar kapsamlı güvenlik toplantısında Azez'de PYD'nin ilerlemesine tepki verilmesi kararına varılmış.

Türkiye için Suriye iç savaşında bıçak kemiğe dayanmış görünüyor. Zira PYD koridorunun tamamlanması uzun vadeli bir ulusal güvenlik krizine tekabül ediyor. 

Böylece, Türkiye PYD'ye karşı sert güç unsurlarını kullanabileceğini gösterdi. Bu yeni tercihin ucunun nereye kadar gidebileceğini bilmiyoruz.

Özel birliklerin yapacağı ani vur -kaç saldırıları ya da bir kara harekâtı gündeme gelebilir mi bunları önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Kilis’ten Halep’e uzanan “cihat koridoru”nun merkezinde yer alan Azez “düşerse” peşinen söyleyelim neo-Osmanlıcılar altında kalır. Suriye Kürtlerinin silahlı gücü YPG’nin ana bileşeni olduğu Demokratik Suriye Güçleri’nin Afrin’in doğusundan Fırat’ın batısına ilerlemesini bahane eden “yeni Osmanlıcıların” sınırın diğer yakasındaki Azez’e bomba yağdırmasının nedeni de bu korku! Bu öylesine bir korku ki uluslararası hukukun ihlal edilerek egemen bir ülkenin topraklarına bomba yağdırılmasına yol açacak büyüklükte. Ancak Suriye bataklığa saplanan AKP’nin hallaç pamuğu gibi atılan “kırmızı çizgileri”ni bahane ederek komşu bir ülkedeki karşıt grupların çatışmasını fırsata çevirmek istemesi bölgesel bir savaşın ateşini yakmak üzere.

Azez özelinde koparılan fırtına boşuna değil! Herhangi bir Suriye haritası açılıp bakıldığında rahatlıkla anlaşılacağı üzere Azez’in düşmesi Halep koridorunun düşmesi demek. Kilis’ten başlayıp Öncüpınar/ Bab es-Selam sınır kapısından geçerek Azez’e oradan da Nubul ve Zehra üzerinden Halep’e uzanan 214 nolu “cihat otobanı”nın tam ortasında yer alıyor.

O zamanlar çocuktular, yaşı 30’un altında olanlar hatırlamaz… Akp’nin iktidara gelmesinin arefesinde, 2002 senesinde, “Ecyad kalesi yıkılıyor” diye dünyayı ayağa kaldırmıştık.

*

Ecyad tee 1781 senesinde Mekke’ye inşa edilen Osmanlı kalesiydi. Kabe’yi korumak için, Kabe’ye hakim bir tepeye, 23 dönüm arazi üzerine yapılmıştı. Arap yarımadasının elimizden çıktığı birinci dünya savaşına kadar Türk garnizonu olarak kullanılmıştı. Ve, Suudi Arabistan yönetimi bu kaleyi yıkıp, yerine otel dikmek istiyordu.

*

Dünyayı ayağa kaldırdık. Türkiye Cumhuriyeti devleti, Suudi Arabistan’ı resmen kınadı. “Ecdadımıza hakarettir” denildi, “Türkiye’ye küfürdür” denildi, “Kabe’yi korumak için o kalede can veren şehitlerimizden utanın” denildi. İmza kampanyaları düzenlendi, Unesco’ya şikayet edildi, “Suudi kralı, Taliban gibi sanat eserlerini yıkıyor” denildi. TBMM’de sırf bu mesele için özel oturum yapıldı, milletvekillerimiz ağzına geleni söyledi, yumruğunu kürsüye vurarak “gökkubbeyi başlarına yıkarız” diyen bile oldu.

Türk ordusu Suriye'deki YPG mevzilerini bir kaç gündür vuruyor. 

Uluslararası hukuk sınırları içinde kalmaya çalışılsa da, açılan ateş angajman kuralları çerçevesinde verilen karşılık olarak açıklansa da, biliyoruz ki Türkiye'nin asıl meselesi Suriye'deki Kürt güçlerinin Batı'dan Doğu'ya doğru alan genişletmesi. Davutoğlu'nun “PYD-YPG Azez ve çevresinden, Miniğ Havaalanı'ndan çekilecek” sözlerinin anlamı açık. Türkiye sınırları boyunca bir Kürt koridorunun oluşmasını ulusal güvenliği açısından mutlak bir tehdit olarak görüyor. 

Bu tehdit algısının üç ayağı var: 1. Yeni göçmen dalgasının tetiklenmesi. 2. Türkmenlerin ve Arap gruplarının da yaşadığı bölgede nüfusun Kürtleştirilmesi. 3. PYD'nin Afrin ile Kobane-Kamışlı kantonlarını birleştirerek tüm sınır hattına egemen olması, (bu durumun ayrıca Türkiye'nin Suriye'yle bağlantısını koparması)...

Resme şöyle bir bakalım...

Türkiye'nin bu tehdit algısının karşılıksız olduğu söylenemez. PKK-PYD politikasını açık bir şekilde dile getiriyor: O bölgeye yerleşmek, kökleşmek, tarihsel-siyasal bir bağımsız alan üretmek.

Popüler İçerikler

Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı
Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman